Hafıza kaybı, bilmediğiniz bir yerde uyanma, yardımın gelme ihtimalinin olmaması, tek başınıza kalmak… Aslında Conarium'un en başında ortaya koyduğu bu durumlar oyunun başarısız bir "gerilim" oyunu denemesi olması için yeterliydi. Steam'deki korku ve gerilim oyunu bolluğu, birçok vasat oyunun çıkmasına sebep olmakta. Hepsi de bu bahsettiğim durumları yeniden pişirip önümüzde sunuyor. Türk stüdyo Zoetrope Interactive’in Conarium’u her ne kadar türünde çığır açmasa da, gerilim dolu hikâyesini hârika atmosferiyle perçinlemeyi başarabilmiş.
Korku üstadı H.P. Lovecraft’ın Deliğin Dağlarında adlı eserinden esinlenen oyun, Antarktika’daki bir bilim üssünde geçmekte. Karakterimiz Frank Gilman uyandığında kendini ne olduğunu anlayamadığı bir cihazla aynı odada bulur. Neredeyim, ne oluyor derken üssün metruk koridorlarına adım atmaya başlayıp, insanların nereye kaybolduklarını öğrenmeye başladığımız zaman Conarium, işte o en başta yazdığım sığ başlangıcını bir kenara atmayı beceriyor.
Conarium’un en iyi yaptığı şey, esin kaynağı olarak kullandığı Lovecraft’ın tarzını başarılı bir şekilde oyuna yedirebilmesi olmuş. Hikâye ilerledikçe ortaya çıkan gerçekler, insanoğlunun limitleri, yasak bilgilerin çekiciliği ve aklımızın almayacağı kadim varlıklar; beni yolculuğun sonuna getirip bu hikâyenin nereye varacağını görmem için itmeye yetti. Tabii oyun bitip credits ekranı akmaya başladığında, hikâyeyi başından sonuna birbirine bağlayan, tatmin edici bir son görmüş olmayı beklemeyin. Ulaşabileceğiniz iki son da oldukça açık uçlu ve… Tona uygun olarak oldukça depresif.
Oyunun tekinsiz atmosferi, metruk üssün aslında hiç de metruk olmadığı hissiyle birleşince ortaya her adım atışınızda ensenizdeki tüyleri diken diken eden bir deneyim çıkmış. Conarium kapıyı açtığınızda suratınıza atlayan hayaletlerle sizi korkutmaya çalışan bir oyun değil (ne yazık ki oyunun ikinci yarısında bu kural biraz çiğneniyor). Tam aksine, Conarium’un gerilim vuruşları oyununun her koridoruna işlemiş, “bilinmezlik” hissinden geliyor. Bu aslında altından kalkması oldukça güç bir iş. Lovecraft’ın tarzı, kitap formunda iş yapsa da, bunu oyunları geçtim, filmlere bir aktarmak çok zor. İnteraktifliğin ana unsur olduğu ve kontrolün her daim oyuncuda yer aldığı bir mecrada, “korkutmadan korkutmak” birçok oyunun yapmaya çalıştığı ama başarısız olduğu bir konu. Conarium için bu türün en başarılı oyunu demem asla mümkün değil ama başarılı olduğu kısımların başarsız olduklarından daha fazla olduğu kesin.
Antarktika ve üssün üzerine kurulduğu mağaralar sisteminde ilerlerken önüme sık sık yeni bulmacalar attı. Bunların birçoğu bir iki dakika düşünüp çözebileceğiniz, "şu antik zımbırtı buraya girecek çünkü bu mekanizmanın çizilmiş resmini 15 dakika önce buldum," kafasında, basit bulmacalar. Beyin jimnastiklerinin dışında, artık bu tür oyunlarda bir klişe hâline gelen, milletin sağa sola bıraktığı notları bulup hikâye parçacıklarını birleştirme de oyunun her anında sizlerle. Ben normalde bu çevresel hikâye anlatımı türünden çok hoşlanmasam da, Conarium’un notlarda anlattıkları dikkatimi çekmeyi başardı.
Conarium’u dört saatlik bir sürede bitirebilirsiniz. Oyun oynanış mekanikleri açısından türünün en iyilerinden değil ama sunduğu hikâye ve hikâye anlatım tarzı, yarattığı atmosfer ve en önemlisi de Lovecraft’ın tarzına olan bağlılığıyla, oynanması gereken bir gerilim/macera oyunu olmuş.
Artılar:
- Gerilimli atmosfer.
- Lovecraft'ın kafasına yakın bir dünya inşaası.
- Kendini içine çeken hikâye.
Eksiler:
- Basit bulmacalar.
- Oyunun sonu çok açık uçlu.
- Bazı kamera ve kontrol sorunları.
- Atmosfer güzel olsa da mekanlar biraz tekdüze.
SON KARAR: Atlamalı zıplamalı, çığlık çığlığa ve kanlı korku oyunlarından bıktıysanız Conarium'un esrarengiz atmosferi çok hoşunuza gidecek.