Imperial March'ı verin damardan
Devamını okuThe Thing: Remastered - İnceleme
Bir Kült Klasiğin Kült Klasiğinin Cilalanmışı
Sinemayla, özellikle de bilimkurgu filmleriyle az çok haşır neşirseniz The Thing’in methini mutlaka duymuşsunuzdur. Usta yönetmen John Carpenter’ın yönettiği, Kurt Russell’ın başrolünü oynadığı film, gişede fena hâlde çakılıp değeri sonradan anlaşılan ve sadık bir hayran kitlesi kazanan o meşhur yapımlardan biridir.
90’ların sonunda ve 2000’lerin başına popüler olan bir şey varsa o da çok tutan bir filmin video oyununu yapmaktı. Ve The Thing de bu akımdan nasibini alanlardan biriydi. Filmin vizyona girişinin üzerinden 20 yıl geçmiş olmasına rağmen… Gel gelelim pek de parlak bir oyun değildi The Thing. Zamanına göre çok ilginç mekanikler barındırmasına rağmen ikide bir çökmesi, görev yapısının muğlaklığı ve oyunu bitirmenize engel olan hataları yüzünden epey sorunlu bir yapımdı hatta. Yine de tıpkı filmi gibi bu oyun da bir şekilde sıkı bir hayran kitlesi kazanmayı başarmıştı. İşte o oyun Remaster’ların efendisi Nightdive Studios’un emekleri sayesinde bir kez daha huzurlarımızda.
Beyaz Cehennem
Oyunumuz filmin bittiği noktaya yakın bir yerden başlıyor. Bir grup Amerikan askeri, bir süredir haber alınamayan bilim adamlarına ne olduğunu öğrenmek için helikopterle Antarktika’ya iniş yapıyorlar. Biz de onlara komuta eden Yüzbaşı Blake’i canlandırıyoruz. Malum bir ses kaydını bulduğumuz, malum bir uçan nesnenin kalıntılarına rastladığımız ve malum bir buzdan lahitle karşılaştığımız giriş bölümü boyunca bir yandan nostalji damarlarımıza taarruz edilirken (en azından filmi izleyenlerimizin), diğer yandan da oyunun kendine has mekanikleri yavaş yavaş zerk ediliyor bünyelerimize.
Bunlardan en ilginci “Güven” mekaniği. The Thing filminin temelleri karakterlerin birbirlerine karşı duyduğu güvensizlik ve paranoya üzerine kuruluydu. Aynı şeyi oyuna da yedirmeye çalışmış yapımcılar. Yanımıza her biri farklı bir yeteneğe sahip üç yoldaş alabiliyoruz: Sıhhiye, Asker ve Teknisyen. Sıhhiye birimi adından da anlaşılacağı üzere yaralı ekip arkadaşlarımızı iyileştirebiliyor, ancak kendisine müdahale edemiyor; yaşamasını istiyorsanız onu siz iyileştirmelisiniz. Asker birimi ateşli silahları kullanma ve nişancılık konusunda diğerlerinden daha başarılı. Teknisyen ise arızalı makineleri, sigortaları ve elektronik kapıları tamir etmeye yarıyor.
Her birinin kendi kuşku barı var ve yaratıklara ateş etmediğiniz, yanlışlıkla ekip arkadaşlarınızı vurduğunuz veya silahlarını ellerinden aldığınız takdirde size önce şüpheyle yaklaşmaya, ardından sizin de o yaratıklardan biri olduğunu düşünmeye ve açık açık düşmanlık sergilemeye başlıyorlar. Böyle anlarda kendinize kan testi uygulayıp bir yaratık olmadığınızı kanıtlamanız veya silahınızı o ekip arkadaşınıza doğrultup kendisine zorla iş yaptırmanız gerekebiliyor. Bazı anlarda, bilhassa kanlı yerlerden geçtiğinizdeyse ekip arkadaşlarınız delirmeye başlıyor. O zaman da onlara elektroşok veya adrenalin vermeniz gerekiyor. Bütün bunlar ekibinizin size olan bakış açısını etkiliyor.
Bunun haricinde bir de “soğuktan donma” mekaniği var. Kutuplarda olduğumuzdan dışarıda çok fazla kalamıyoruz, aksi takdirde önce dayanıklılığımız, sonra da canımız yavaş yavaş azalıyor ve nalları oracıkta dikiveriyoruz.
Alevlerin Kutsayışı
İşin çatışma kısmı, bir PS2 dönemi oyunundan bekleyeceğiniz türden. Basit ama etkili. Etkili ama basit. Siper alma yok, saklanmak yok, tatatata ateş ede ede savaşıyorsunuz bütün yaratıklarla. Dilerseniz birinci şahıs kamerasına geçme seçeneğiniz de var ama bunu yaptığınızda hareket edemediğiniz için pek de tavsiye etmiyorum.
Örümcek bacaklı, kelle yaratıkları öldürmek çok kolay; onları sadece mermi manyağı yapmanız yetiyor. Ama daha büyük yaratıklar söz konusu olduğunda işler değişiyor. Önce canlarını iyice azaltmanız, sonra da alev silahıyla işlerini bitirmeniz gerekiyor. Aksi takdirde ölmüyorlar. Oyunun son bölümlerine doğruysa insan askerlerle çatışmanız gerekiyor. Ha, tabii bir de bölüm sonu canavarları var.
Yaratıklarla savaşmak ilk başlarda biraz gerilmenize sebep olsa da bir yerden sonra hep aynı 3-4 tür düşmanla karşılaştığınızı fark edince ve onları haklamakta ustalaşınca işler biraz monotonlaşıyor. Silah çeşitliliğimiz de bol olmasına rağmen, genellikle makineli tüfek ve alev silahı haricindekilere (tabanca, pompalı, dürbünlü tüfek, bomba atar, el bombası) pek işiniz düşmüyor. Bomba atar ve el bombası kullanmak zaten başlı başına facia; çoğunlukla kendi kendinizi öldürmekten başka bir şey yapmıyorsunuz bunlara başvurduğunuzda.
Yine o dönemden kalma, elinizden tutmayan ve ne yapacağınızı keşfetmeyi size bırakan bir yapısı var oyunun. Mesela üçüncü bölümde camları kırılmış, küçücük bir üsse atıyor oyun sizi. Dışarı çıkamıyorsunuz, içeride de yapacak pek bir şey yok. Kırık camlardan da durmadan düşmanlar akın ediyor. “Ne yapmam lazım, ne yapmam lazım!” diye deli danalar gibi o oda senin, bu oda benim koşturuyorsunuz birkaç dakika boyunca. Oyunun aslında sizden orayı bir süreliğine savunmanızı istediğini bilmiyorsunuz çünkü. Bunun haricinde eşikte durduğunuz sırada birdenbire kapanıp sizi öldüren kapılar, siz daha yaratıklarla savaşmaya devam ederken görevi tamamladığınız için ansızın araya girip sizi sonraki bölüme atan ara sahneler ve ekip üyelerinin sizi takip etmeyi bırakması gibi artık çağ dışı kalan şeyler de var. Sonuçta bu bir Remaster, Remake değil. Nightdive oyunun orijinal yapısını had safhada korumuş. Ama bazı şeyleri azıcık değiştirse miymiş ne?
Boyiiim mi abi?
Gelelim işin cila kısmına. Nightdive zaten bu konuda kendini çoktan kanıtlamış bir firma. The Thing’de de yeteneklerini sonuna kadar konuşturmuşlar. Doğal olarak bütün grafikler ve kaplamalar elden geçirilmiş. Işıklandırmaya hafif mavi bir ton katılıp kutupların o buz gibi soğuğunda olduğumuz hissi güçlendirilmiş. Sis ve buhar efektleri eklenmiş. Işıklandırma ve gölgelendirmeler geliştirilmiş. Tavanlara ve çatı kirişlerine buz sarkıtları eklenmiş… gibi gibi bir sürü hoş ayrıntı var.
Bir de envanterimize kolayca ulaşmamızı sağlayan dairesel bir menü eklenmiş ki cidden hayat kurtarıyor. Bu sayede karakterimizi iyileştirmek ya da ne bileyim, yangın söndürücüyü seçmek için üç-dört farklı menüden geçme zorunluluğu ortadan kaldırılmış. Gerçi birazcık daha açıklayıcı olabilirmiş. İlk başta kullanmak istediğim nesnenin üstüne tıklamam gerektiğini sanıyordum, hiçbir şey olmayınca da kızıyordum. Meğer sadece imleci üstüne getirip bırakmak, sonra da oyun içinde kullan tuşuna basmak gerekiyormuş. Ha, bir de otomatik kayıt sistemi eklenmiş, o da şahane olmuş.
Uzun lafın kısası 2002’de nasıl hatırlıyorsanız hâlâ öyle The Thing. Sadece biraz daha cilalanıp güzelleştirilmiş ve modern sistemlerde oynanabilir hâle getirilmiş versiyonu karşımızdaki. Bir de çökmelere neden olan hatalarından arındırılmış tabii. Eğer eski oyunlara tahammülünüz yoksa ya da bu klasiği vakti zamanında oynamadıysanız notunu bir puan düşürün derim. Ama benim gibi bu oyunu seven azınlık tayfadansanız Yüzbaşı Blake’le aynı maceraya bir kez daha atılmak için bundan güzel bir bahane bulamazsınız.
Başlıklar
Nightdive unutulmaz klasiklerden birini yine hakkıyla remaster etmiş. Yeni kaplamalar, ışıklandırmalar, gölgeler ve arayüze eklenen kolaylıklar oyunu teknik anlamda birkaç tık yukarıya taşımış. Ama oynanış tarafındaki güdüklükler yerini aynen koruyor.
- The Thing evreni
- Paranoya ve Güven mekanikleri
- Zırt pırt çökmemesi
- Demode oynanış
- Takibi bırakan yoldaşlar
- Muğlak görev yapısı