Imperial March'ı verin damardan
Devamını okuDeus Ex: Mankind Divided’ın çıkışına şunun şurasında kısıtlı bir süre kalmışken hem bilgilerinizi tazelemek, hem de seri ile yeni tanışacak oyuncuların hikayeye adapte olmalarını kolaylaştırmak için tüm Deus Ex tarihçesini konu alan bir yazı hazırlamaya karar verdik.
Deus Ex serisinde dikkate alacağımız üç oyun bulunuyor: Deus Ex, Deus Ex: Invisible War ve Deus Ex: Human Revolution. Deus Ex: The Fall bir yan hikayeyi anlattığı ve temel olarak mobil platformları hedeflemiş olduğu için onu atlamamda bir sakınca olmayacak. Oyunların geçtiği yıllara baktığımızda ufak bir sürpriz bizi bekliyor çünkü Deus Ex serisi kronolojik sırayı takip etmiyor ve bu da işleri azıcık karıştırıyor. İlk oyun 2052, Invisible War ise ondan 20 yıl sonra, 2072’de geçiyor. Human Revolution ise ilk iki oyunun öncesine, 2027 yılına dönüyor. Mankind Divided ise Revolution’ın 2 yıl sonrasını, yani 2029’u anlatacak. Ben seriyi yayınlandığı sırayla anlatacağım, ama bu yıl farklılıkları aklınızın bir köşesinde dursun.
Son olarak söylemem gereken bir şey de şu: Deus Ex oyunları 21. yüzyılda geçiyor olsa da serinin temelleri bundan asırlar öncesine dayanıyor ve bizim bugünkü duruma nasıl geldiğimizi anlamamız ve bunda rolü olan isimleri öğrenmemiz için bu olayları bilmemiz önemli. Bu sayede yeni oyunu oynarken hatırlamadığınız bir isimle karşılaştığınızda hemen bu yazıya bakarak “Aaaa, o muymuş, vay kerata,” diyebileceksiniz. Burada okuyacaklarınızın çoğu (Roswell olayı gibi) “E bu gerçek hayatta da olmamış mıydı?” diyeceğiniz türde şeyler, çünkü Deus Ex aslında gerçek dünya tarihinden beslenen ve alternatif bir geleceği anlatan bir oyun.
O yüzden hazırsanız asırlar öncesine ufak bir yolculukla başlayalım.
Gelin sizinle yıllar öncesine gidelim
Yıl 1723. Adam Weishaupt isminde bir velet Almanya’nın Ingolstadt şehrinde dünyaya geldi. Kendisi dünya tarihi için önemli bir isim çünkü bu çocuk büyüdüğünde, 1776 yılında Amerikan Devrimi sırasında Mükemmelleştiriciler Tarikatını kuracak. Yani herkesçe bilinen ismiyle Illuminati’yi. Illuminati çok gizli bir topluluktu ve amacı da bireylerin ruhsal mükemmelliğe ulaşması ve hükümet ile kuruluşları ele geçirip meydana gelen önemli olayları yönlendirerek Yeni Dünya Düzeni’ni sağlamaktı. Illuminati’nin yönetiminde beş kişi vardı ve bunlar ta Tapınak Şövalyeleri zamanından gelen müthiş servetlere sahipti. Bu inanılmaz servet sayesinde seçimleri kimin kazanacağından tutun, devrimlere kadar pek çok konuda söz sahibi olmuşlar, suikastler yoluyla savaşlar başlatmışlar, ülkeleri yok etmişlerdi. I. Dünya Savaşı’nın nasıl başladığını hatırlayın: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun veliahdı Franz Ferdinand’ın Saraybosna’da bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi Illuminati’nin işiydi.
1947 yılında Amerika’nın New Mexico eyaletindeki Roswell şehrine bir UFO düştü. Amerikan ordusu düşen gemiyi ve içindeki beş “Gri” uzaylıyı ele geçirdi ve dönemin Amerikan başkanı Majestic 12 kod adıyla uzaylı teknoloji ve biyolojilerinin araştırılması için çok gizli bir program başlattı. Illuminati ise çoktan Majestic 12 programına sızmıştı ve bu programda yapılan keşifler sayesinde siberteknoloji ve nanoteknoloji ortaya çıktı.
Illuminati Konseyi
Bob Page ismini bir yere not edelim. Dünyanın en zengin adamı, Illuminati’nin beş yöneticisinden biri ve Majestic 12 projesinin lideri. Page insanlığın içinde bulunduğu kaostan sıkılmıştı, toplumları böyle yarım yamalak kontrol ediyor olmak ona yetmiyordu. Birinin artık dünyayı yönetmesinin, Tanrı rolüne bürünmesinin vakti gelmişti. Tabi Illuminati’nin diğer dört yöneticisi buna hayatta izin vermezdi, o yüzden bir an önce denklemden çıkarılmaları gerekiyordu. Beth DuClare Fransa’da bir suikaste kurban gitti, Stanton Down mali açıdan çökertildi, Page’in akıl hocası Morgan Everett ise tüm gücünü ve nüfuzunu geride bırakarak ortadan kayboldu. Örgütün ismen lideri olan Lucius DeBeers ise Everett tarafından buz içinde dondurulmuştu.
Rakiplerinden kurtulan Page harekete geçti ve Illuminati’nin yerine yeni Majestic 12’nin geçmesi için üç aşamadan oluşan planını yürürlüğe soktu.
İlk aşama dünya çapında bir salgın ile milyarlarca kişiyi öldürmek ve böylece dünya hükümetlerinin koltuklarını sallamaktı. “Gri Ölüm” ismindeki bu salgın aslında normal bir hastalık değildi, kendini kopyalama özelliğine sahip bu nanoteknoloji insan vücuduna giriyor ve hayatı sona erdiriyordu. Bu salgının tek panzehiri yine nano mühendislik sonucunda üretilen Ambrosia idi ve Page kimin ölüp, kimin yaşayacağını karar verme gücüne sahip biri olarak bir çok müttefik elde etti.
Toplum kaos içindeydi ve sıra politik gücü ele geçirmeye gelmişti. Amerika Federal Acil Durum Yönetim Teşkilatı (FEMA) başkanlığına adamı Walton Simons’u, Birleşmiş Milletler Anti-Terörist İttifakı (UNATCO) başkanlığına ise bir diğer piyonu Joseph Manderley’i yerleştirdi. Simons, Page’den aldığı emirle aralarında Amerikan başkanı, kabinesi, senato ve Yüce Divan üyelerinin de bulunduğu altı milyon Amerikan vatandaşının gözaltına alınacağı RX84 planını uygulamaya soktu. Page “Birleşmiş Milletler Güvenlik Gücü” maskesi altına sığınan MJ12 askerleri ile Avrupa’nın da bir çok kısmına rahatça yayılmıştı.
Planın ikinci aşaması veri ağlarını ele geçirmekti ve Page bunun için de zamanında Illuminati tarafından ağın gözetimini yapmak üzere tasarlanan Aquinas Protokolünü modifiye etti. Amacı kendi yarattığı yapay zeka Icarus’u kullanarak bilginin kontrolünün kendisinde toplanmasını sağlamaktı.
Karkian
Planın üçüncü ve son aşaması ise en korkuncuydu; MJ12’nin bilim adamları onlarca yıl boyunca insan genetiğini modifiye ederek nanoteknoloji ile birleştirme üzerinde çalışmışlardı. Başlarda insan vücudunu sibernetik olarak geliştirmeye dair yapılan deneyler başarısız olmuş, ortaya karkian ve greasel gibi yaratıklar çıkmıştı. Ama nanoteknoloji alanındaki gelişmeler deneylerin de git gide daha başarılı sonuçlanmasına neden oldu ve Gary Savage’in çalışmaları sonucunda ortaya maddeyi moleküler ve atomik seviyede yeniden düzenleyebilen Universal Constructor makinesi çıktı. Bu makine herhangi bir fiziksel nesneyi sıfırdan yaratabiliyordu ve buna biyolojik organizmalar da dahildi. Page bu sayede insanlığı yeni bir seviyeye taşıyacağına inanıyordu, o da bunun zirvesindeki varlık olacaktı: ölümsüz ve gücü her şeye yeten bir varlık. Tanrı olana kadar bu hedefinden vazgeçmeyecekti.
Elbette Page kesin sonuç almadan deneyi kendi üzerinde yapmak istemiyordu, bu yüzden DNA’ları Page ile aynı hale getirilmiş iki kardeşi denek olarak kullandı: Paul Denton ve JC Denton. Paul’un nano-güçlendirme deneyi başarıyla sonuçlanmıştı, Page hemen JC’nin de aynı işlemlerden geçirilmesini emretti. Artık yavaş yavaş kendini güçlendirmeye de başlayabilirdi ve bu düşünceyle daha fazla Universal Constructor inşa edilmesi emrini verdi.
Elbette tüm bunlar yaşanırken dünyada karşı fikirler de gruplaşmaya başlamıştı. Bunlardan en önemlilerinden biri Amerika’daki Ulusal Ayrılıkçı Güçler’di (NSF). Page’in bir şeyler çevirmekte olduğunun farkında olan milyarder Juan Lebedev’in liderliğindeki NSF git gide güçleniyordu. Page piyonlarından Simons’a UNATCO’nun NSF’e savaş açmasını emretti, ama buradaki tüm amaç Page’in planı işlemeye devam ederken NSF’yi meşgul etmekti.
İkinci grup, merkezi Fransa’da bulunan Silüet’ti. Illuminati’nin ilk beşlisinden Beth DuClare’in kızı Nicolette DuClare sayesinde bu grup ortadaki komploların farkındaydı ve bu bilgilerini halkla paylaşarak bilgi propagandası yapmaya başlamışlardı. Page’in bu gruba karşılığı çok sert oldu, Özgürlük Heykeli’ni bombaladı ve bu olayı Silüet’in başına yıkarak grubu halkın gözünden düşürdü.
Çin’in ünlü organize suç karteli Triads’ın tek amacı yeraltı dünyasındaki hükümdarlığını kaybetmemekti ve görünürde Page için tehdit oluşturmuyor olması gerekirdi. Ama Hong Kong ilk Universal Constructor’ın bulunduğu yerdi ve Page’in operasyonları için büyük önem taşıyordu. Ayrıca bir teknoloji uzmanı olan Tracer Tong da kaçarak Triads’a sığınmıştı. Elektronikten botlara, nanoteknolojiye kadar bir çok alanda uzman olan bu dahi bilim adamı Page’i çok korkutmaktaydı. Komünist Çin’in Birleşmiş Milletler ve dolayısıyla MJ12’nin kontrolünde olmayan tek hükümet oluşu da işleri karıştırıyordu. Page, Triads’ı etkisiz hale getirmek için devreye Maggie Chow’u soktu. Amacı Triads’ı kontrol altına almak, Tracer Tong’u ortadan kaldırmak ve Çin’i tamamen ele geçirmekti.
Maggie Chow
Bilmemiz gereken bir aktör daha var, o da Daedalus. Morgan Everett’in yaratmış olduğu bu yapay zeka aslında dünyanın ilk otonom yapay zekasıydı. O kadar zekiydi ki yaratıcılarını başarısız bir deney olduğuna ikna etmiş ve sonra da ağa kaçmayı başarmıştı. Daedalus ağdaki bilgileri kullanarak Page’in planlarını an be an takip ediyor ve buna göre önlemler alıyordu. Hatırlarsanız Page kendi yapay zekası Icarus’u yaratmıştı ve Icarus’un öncelikli amaçlarından biri de MJ12’nin kontrolü altında olmayan diğer tüm yapay zekaları tespit edip yok etmekti. Eninde sonunda Icarus ile Daedalus karşı karşıya gelecekti, bunun nasıl sonuçlandığı ise ilk oyunda görüyorduk.
Bu esnada Page’in baş piyonlarından Paul Denton peşinde olduğu teröristlerin aslında kendi patronundan daha az tehlikeli olduklarını fark etmeye başlamıştı. Bu tür bir uyanış içinde olan tek kişi Paul değildi, Universal Contructor’ın yaratıcısı Gary Savage de sınırsız bilimin zararlarını sorgulamaya başlamıştı. Bu ikilinin düşünce yapısındaki değişikliğin farkında olan Page ikisini de yakından takip etmeye başladı, sorun çıkarmaya karar verdikleri an onları ortadan kaldıracaktı.
Page tüm bu çatışmalar, komplolar, planlar içerisinde son prototip olan JC Denton’a özel ilgi göstermeye başlamıştı. Çünkü JC Denton başarılı olursa artık Page’in önünde hiçbir engel kalmayacak ve tüm insanlığın kontrolünü eline geçirecekti.
Ve bu noktada Deus Ex başladı ve biz ilk oyunda JC Denton’ı oynuyorduk.
Deus Ex (2052)
Deus Ex dünyanın gerçek bir kaos içinde olduğu zamanları anlatıyordu. UNATCO dünyayı etkisi altına alan Gri Ölüm ile mücadele etmekteydi. Bu salgının Ambrosia isminde bir panzehiri olsa da nedense üretimi ve dağıtımı son derece yavaş ilerliyordu. Ulusal Ayrılıkçı Güçler (NSF), Birleşmiş Milletler ve Amerikan hükümetinin nüfusu kontrol etmek amacıyla fakir halkın Ambrosia’ya erişimini kasti olarak kısıtladığını ve ikisinin de Majestic 12 organizasyonunun kontrolü altında olduğunu keşfetmişti. Düşük tabakadaki insanlara da yaşama şansı vermek amacıyla Ambrosia aşılarını çalıp bunların sentezleyip çoğaltması için bilim adamı Tracer Tong’a göndermişlerdi ve bu da halk arasında popüler bir konuma gelmelerini sağlamıştı. UNATCO (ve Amerikan ordusu) ile NSF artık savaş halindeydiler.
JC Denton
Biz, JC Denton rolünde UNATCO adına çalışan bir ajandık, haliyle NSF bizim düşmanımız konumundaydı. İlk olarak NSF’nin Liberty Island’daki komuta merkezine sızmış ama kaçırılmış olan Ambrosia aşılarının çoktan başka bir yere nakledildiğini öğrenmiştik. Ağabeyimiz Paul’un ekibinin NSF tesisine girebilmesi ve Ambrosia’yı ele geçirebilmesi için Hell’s Kitchen’daki NSF jeneratörünü etkisiz hale getirmiştik ama plan yine başarısız olmuştu. Tek amacımız Ambrosia’nın New York sınırları dışına çıkmasını önleyebilmekti.
Evsizlerin mesken tuttuğu yeraltı tünellerinden geçerek aşıların nakliyesinin yapılacağı helikopter pistine ulaşmıştık. Burada işin arkasındaki ismin milyarder Juan Lebedev olduğunu öğrenmiş ama büyük bir de sürprizle karşılaşmıştık. Ağabeyimiz Paul aslında NSF için çalışan bir ikili-ajandı ve bizi UNATCO hakkında uyarıyordu. Paul sonrasında UNATCO’nun gerçek yüzünü bize kanıtlarıyla sunduğunda biz de NSF’ye yardım etmeye karar verdik. Yapmamız gereken şey bir imdat çağrısını aktif hale geçirmekti, ama bu o kadar da kolay olmayacaktı ve nihayetinde yakalanıverdik.
Kendimizi hapsedilmiş halde bulmuştuk ve yardımımıza Daedalus ismindeki gizemli bir isim koşmuştu (tabii biz Daedalus’un kim olduğunu biliyoruz ama JC bilmiyordu, tüm bunların onun için yepyeni şeyler olduğunu ve gerçeklere gözünü daha yeni yeni açtığını unutmamak lazım). Tutuklu bulunduğumuz tesisten kaçarken bizi buraya tıkanın biyoteknoloji alanında araştırmalar yapan gizli bir hükümet organizasyonu olduğunu öğrenmiştik. Majestic 12 ile tanışmamız işte böyle olmuştu.
Majestic 12’nin tesisi UNATCO karargahının altında saklanmıştı ve bu bile komplonun büyüklüğünü gözler önüne seriyordu. Burada ayrıca çok önemli ve korkutucu bir bilgi daha edinmiştik; UNATCO bizim ve ağabeyimiz gibi nano-güçlendirilmiş ajanları kontrol altında tutmak için bir kendini imha etme özelliği eklemişti, yani UNATCO istediği an ajanlarının fişini çekebilme gücünü de elinde tutuyordu. Tesisten ayrılmadan önce bu özelliği nasıl etkisiz hale getireceğimizi öğrenmiştik, Tracer Tong bu bilgiler sayesinde bizi bu dertten kurtarabilirdi.
Tong’u bulmak için Hong Kong’a gittiğimizde kendimizi bir karmaşanın içinde bulmuştuk, çünkü bölgeyi kontrol altında tutan güçler çatışma halinde olduklarından bize Tracer Tong’u bulmak için yardımcı olmaya yanaşmıyorlardı. Bu çatışmanın sebebi de Page ile çalışan Maggie Chow’du ve çıkardığı söylentilerle Luminous Path ve Red Arrow gruplarını birbirine düşürmüştü. Sorunu çözdüğümüzde Luminous Path’ın lideri Gordon Quick bizi Tong’a götürmüş ve o da imha düğmemizi etkisiz hale getirmişti.
Majestic 12
Tong bizi daha fazla bilgi almamız için Versalife şirketine gönderdiğinde ise Gri Ölüm’ün insan yapısı bir virüs olduğunu keşfetmiştik. Bu virüs için tedavi yaratabilecek tek kişi Morgan Everett’ti ve bizim de onu bulmamız gerekiyordu. Paris’e gittiğimizde MJ12 karşıtı terör örgütlerinden Silüet ile karşılaşmış ve lideri Chad Dumier aracılığıyla Nicolette DuClare ile tanışmıştık. DuClare’in şatosunda gizli bir bilgisayar odası bulmuş ve bu sayede Morgan ile irtibat kurabilmiştik. Morgan için ufak bir görev yaptıktan sonra ajanlarından biriyle buluşmuştuk ama bu pek de dost canlısı bir buluşma olmamıştı. Nihayetinde kendimizi Everett’in yanında bulmuştuk.
Artık o zamana kadar olan olaylar hakkında son derece detaylı bilgilere sahiptik. Bob Page’in diğer Illuminati üyelerini ortadan kaldırmasından Gri Ölüm’ü yaratmasına, dünyaya hakim olmayı planlamasına kadar her şeyi öğrenmiştik. Öğrendiklerimiz bununla da sınırlı değildi, Area 51’de gerçekleştirilen yapay zeka projelerini de öğrenmiştik. Daedalus asi bir yapay zekaydı, Icarus Bob Page’in kontrolü altındaydı ve Everett’in malikanesinde de yeni bir prototip olan Morpheus vardı.
Gray Death
Sıradaki hedefimiz nano-teknoloji uzmanı Gary Savage ile buluşacağımız Vandenberg Hava Kuvvetleri Üssüydü, ancak üs MJ12’nin kuşatması altında olduğundan ilk iş olarak onları temizlememiz gerekiyordu. Burada hiç tahmin edemediğimiz bir şey oldu, Daedalus ve Icarus karşı karşıya geldiğinde birleşerek ortaya Helios ismindeki yeni varlık çıktı ve gelen mesajla öğrendik ki bu da aslında Page’in planının bir parçasıydı.
Artık oyunun sonuna yaklaşmıştık. Öğrendiğimize göre Bob Page Vandenberg’i bir nükleer füze ile yok edecekti. Page’in tek planı bu değildi tabi, yenilmez hale gelmek için Helios ile birleşmeyi de planlıyordu. Area 51’e vardığımızda oyunun nasıl sonlanacağını belirlemek için karşımızda üç seçenek vardı.
Diktatör
Hayırsever Diktatör ismindeki ilk seçenekte Helios ile konuştuktan sonra planını kabul edebiliyor ve Helios ile birleşerek ortaya yeni dünya düzenini sağlayabilecek kudrette yeni bir varlığın ortaya çıkmasını sağlıyorduk. Artık Dünya’nın mutlak hakimi bizdik, ama Page gibi kötü niyetli olmadığımız için bu aslında kötü bir son değildi.
Yeni Karanlık Çağ ismindeki ikinci seçenekte Tracer Tong’un tavsiyesini dinleyerek Aquinas yönlendiricisini havaya uçuruyor, Area 51’in yok olmasını sağlıyorduk. Bu dünyadaki iletişim ağlarını koparıyor ve hem Bob Page’in, hem de Helios’un ölümüyle sonuçlanıyordu. Böylece Dünya teknolojik iletişim açısından geriye gidiyor ama Illuminati’nin kontrolünden de kurtuluyordu.
Görünmez El ismindeki son seçenekte ise mavi füzyon reaktörlerini etkisiz hale getirdikten sonra Bob Page’i öldürüyorduk ve Dünya düzenini korumak için Illuminati ile birlikte çalışmaya başlıyorduk. Destekçimiz ise Morgan Everett’ten başkası değildi. Helios ölmüş gibi görünse de devam oyununda bunun böyle olmadığını anlayacaktık.