B.J.'in bitmek bilmeyen Nazi öldürme macerası.
Devamını okuSadece Tom Clancy oyunları içerisinde değil, genel itibariyle oyun dünyası için de çok önemli bir seri Splinter Cell serisi. Gizlilik ve aksiyonu çok iyi harmanlayan, bizlere yalın tabanca bir ajan olma tecrübesini çok iyi yaşatan ve elbette oyun dünyasına Sam Fisher gibi bir kahramanı armağan eden bir seriden bahsediyoruz sonuç olarak. Yıllar boyunca Metal Gear Solid serisiyle rekabet içerisindeydi. MGS serisi son buldu, SC tarafından da uzun süredir ses seda yoktu. Ama artık sahalara dönüş için gün saydığını söyleyebiliriz.
Splinter Cell
Seriyi başlatan, bizleri Sam Fisher ile tanıştıran oyun. Haliyle bu listede olmaması düşünülemezdi bile. Kendisinden birkaç yıl önce çıkan Metal Gear Solid “gizlilik aksiyon-macera” oyunları için yükseliş dönemini başlatmıştı. Splinter Cell de bu alanda kendisinden söz ettirmeye, MGS’nin en ciddi rakibi olmaya geldi ve bu rekabet yıllar boyunca devam etti (Zaten yapımcılarının ifadesiyle Splinter Cell için en büyük ilham kaynağı da MGS olmuştu).
Eski bir deniz komandosu olan kahramanımız Sam Fisher, NSA bünyesinde kurulan ve eski arkadaşlarından Irving Lambert tarafından yönetilmekte olan Third Echelon adlı birime katılıyor. Aldığı ilk görev Gürcistan’da iki CIA ajanının kayboluşuna dair araştırmalarda bulunmak. Bu işin ucu yönetimi darbe ile ele geçiren Gürcistan Başkanı Kombayn Nikoladze’ye kadar uzanıyor. Sonrasında işin içine bir de Çinli General Kong Feirong giriyor. En sonunda yolumuz dönüp dolanıp Gürcistan Başkanlık Sarayı’na düşüyor. Burada The Ark isimli bir projenin şifrelerini ele geçirmeye çalışıyoruz. The Ark, ABD’de bir yerlere gizlenmiş bir nükleer bomba. Bu bombanın patlamasını engellemek de elbette kahramanımıza düşüyor.
Splinter Cell, hikayesiyle de oynanışıyla da tam olması gereken bir oyun hissi vermişti bizlere. Pek çokları için gelmiş geçmiş en iyi oyunlar arasında yer alması hiç de şaşırtıcı değil.
Splinter Cell: Pandora Tomorrow
Pandora Tomorrow, en az ilk oyun kadar başarılıydı. Neredeyse bütün yönleriyle ilk oyunla aynıydı, getirdiği tek yenilik multiplayer modu olmuştu. Ama ben multiplayer modundansa, iyi bir senaryoya ve keyifli bir oynanışa sahip olmasını önceleyenlerdenim. Bir de tabii oyuncunun düzeyine göre kendisini ayarlayan bir yapay zeka bulunması, o zamanlar için epey ciddi bir işti hani, onu da belirtmeden geçmeyelim.
Pandora Tomorrow, ilk oyundan 2 yıl sonrasında geçiyor. ABD, bağımsızlığını yeni kazanan Doğu Timor’a askeri birlik gönderip Doğu Timor ordusunu eğitiyor. Ayrılıkçı askeri gruplar -ki bunlardan en öne çıkanı Darah Dan Doa, Doğu Timor için önemli bir tehdit.
Darah Dan Doa’nın lideri, CIA’den eğitim almış bir isim olan Suhadi Sadona; ABD Büyükelçiliği’ne bir bombalı intihar saldırısı düzenleyip üst düzey askeri ve diplomatik personeli rehin alıyor. Sam Fisher’ın görevi, Büyükelçiliğe girip Darah Dan Doa ile ilgili bilgi toplamak. Fisher işini tamamlıyor, ABD askerleri elçiliği geri alıyor. Ama tabii ki hikayemiz burada noktalanmayacak. Buradan kaçmayı başaran Sadono’yu ele geçirmemiz lazım.
Bir süre sonra Sadono’nun “Pandora Tomorrow” adlı bir saldırı planı olduğunu öğreniyoruz. ABD’nin çeşitli yerlerine biyolojik bombalar yerleştirilmiş durumda. Fisher görevini layıkıyla yapıyor, bombaların yerleri tespit edilip ajanlar tarafından etkisiz hale getiriliyor. Fisher, Sadono’yu ele geçiriyor. Ama bombalar birisi eski bir CIA ajanının eline geçmiş, Los Angeles Havalimanı’nda patlatmak niyetinde. Son olarak bu işi de hallediyor ve bir sonraki maceraya yelken açıyoruz.
Splinter Cell: Chaos Theory
Serinin üçüncü oyunu olan Chaos Theory, inceleme puanlarında zirveyi yakalayan oyun olmuştu. Gerçi benim için ilk 3 oyunun hepsi eşit derecede güzel oyunlar, o yüzden böyle bir ayrım yapmayacağım. Ama Chaos Theory’nin iyi yaptığı şeylerin altını çizmekte fayda var. Mesela, ışık ve gölgelerin gizlilik üzerindeki etkisi konusunda başarılı bir iş ortaya konmuştu. Görev içinde sesli ipuçlarını kullanıyor, ayrıca etrafta fazla gürültü yapmamaya da özen gösteriyorduk, yoksa bir anda kendimizi ele verebiliyorduk. Silahlar konusundaki çeşitlilik, sorguladığımız kişileri bayıltmak veya etkisiz hale getirmek gibi daha pek çok detayı vardı. Multiplayer kısmındaysa işin içine rekabetçi ve co-op modlar giriyordu.
Oyunun hikayesine gelirsek, son görevden 1 yıl kadar sonrasına, 2007 yılına gidiyoruz. Çin, Japonya, K.Kore ve G.Kore arasında gerilim had safhada. Çin ile K.Kore bir olup Sarı Deniz’i Japon gemilerine kapatıyorlar. ABD Deniz Kuvvetleri de bir savaş gemisini bölgeye göndererek karşılık veriyor.
Bu sıralarda kahramanımız Sam Fisher; Peru’da, Salvadorlu devrimci Hugo Lacerda tarafından yönetilen Perulu ayrılıkçıların eline düşmüş bilgisayar programcısı Bruce Morgenholt’u kurtarma görevinde. Morgeholt’un çözmeye çalıştığı “Masse Kernels” şifrelerinin kötü ellere geçmemesi gerekiyor. Ne yazık ki, programcımız öldürülmüş, Masse Kernels çoktan ele geçirilmiş bile.
Bunun ardından önce K.Kore gemisi tarafından ABD gemisi batırılıyor, sonra G.Kore'ye bir saldırı başlatılıyor. Japonya da işin içine çekilmeye çalışılıyor. Bütün bunlar için en başından beri peşinde olduğumuz Masse Kernels kullanılıyor. Adım adım yeni bir Dünya Savaşı'na doğru gidilirken,tTahmin edebileceğiniz üzere, kahramanımız Fisher, işin sorumlularını ele geçirmeyi ve planı boşa çıkarmayı başarıyor.
Splinter Cell: Conviction
Aslında Convinction konusunda özellikler ilk çıktığı dönemde tartışmalar yaşanmıştı. Serinin hayranları, oyunun gizlilikten uzaklaşıp çatışma ağırlıklı bir oynanışa kaydığından şikayetçiydi. Bununla birlikte "Mark & Execute" gibi yeni mekanikleri de ilgi çekmeyi başarmıştı. İlgi çeken bir diğer yanıysa Sam için kişisel bir hikâyeyi de işliyor oluşuydu.
Oyunun multiplayer co-op modunda, hikâyenin 10 gün öncesine gidip Echelon ajanı Archer ve onun Rus ortağı Voron ajanı Kestrel ile ana senaryo öncesinde yaşananlara şahitlik ediyor; sonrasında da esas hikayemize geçiş yapıyoruz.
Third Echelon’dan ayrılan Sam Fisher, kızı Sarah’ı öldüren trafik kazasının gerçekten de bir kaza olmayabileceği ile ilgili söylentileri araştırmak üzere Malta’ya gidiyor. Burada eski ekip arkadaşı Anna ‘Grim’ Grímsdóttir'in uyarısıyla bir suikast timinden kurtulup bu ekibin patronu Kobin'in peşine düşüyor -ki kendisi Sarah’ın ölümünün ardındaki isimdir aynı zamanda. Kobin'in peşindeki bu yolculuk Fisher'ı eski ekibi Third Echelon'dan bazı isimlerin de işin içinde olduğu bir komplonun ortasına atıyor. Oyunun finalinde ABD Başkanı'nı kurtarıp komployu açığa çıkarıyor kahramanımız ve böylece bu macera da son buluyor.
Böylece En İyi Tom Clancy Oyunları serimizin de sonuna geldik, önceki yazılarımıza da aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz:
Bu koca listede Blacklist nasıl olmaz sayın editör? Serinin en iyi oyunlarından biriydi nasıl almazsınız listeye???
Kendine fan diyen çakma oyunular böyle yaptığı için serinin devamı gelmiyor işte... yine dayayacaklar remakeleri.. hayaller devam oyunu gerçekler remake!