İnceleme - Assassin's Creed IV: Black Flag

Karayipler'de detayları unutulmuş ama güzel bir hikâye.

 

 Bu yazı daha önce Oyungezer Dergisi'nde yayınlanmıştır.

Black Flag'in yaptığı en büyük hatayı söyleyeyim mi? Oyun çok yanlış bir yerden, Edward'ın bir Assassin'le karşılaşmasından başlıyor.

Halbuki bana sorarsanız, çok daha öncesinden başlamalıydı. Açık denizlerde korsanlık yaptığımız bir görevde... Bir kaptan bile değil, alelade bir gemici olduğumuz bir bölümle başlamalıydı. Bizim dışımızda gelişen bir isyan çıkmalı ve olaylar zinciri sonunda kendi gemimizin kaptanı olmalıydık. Sonraki bir iki saat içinde Karayipler'in ünlü korsanları Blackbeard, Vane, Hornigold gibi efsanelerle bir yerlerde tanışmalı, beraber kısa ama anlamlı maceralar yaşamalıydık. Zorlu savaşların sonunda ise bir gece, isimsiz bir tavernada gülüp eğlenirken, Nassau adlı "Korsan Cenneti" şehri kurmanın hayalini kurmalı, daha sonra hayalden gerçeğe geçişini yaşamalıydık korsan dostlarımızla... Edward'a, Nassau'ya ve korsan dostlarımıza yavaş yavaş alışmalıydık. Yavaş yavaş...

Bu giriş hikâyesine 4 saat ayrılsa, Black Flag serinin en iyi oyunu olabilirdi. İddia ediyorum, Edward'a Ezio'dan daha fazla bağlanabilirdik. Ama maalesef bu olmamış. Edward Kenway -bir önceki oyundaki Connor'ın dedesi- dalkılıç ve apansız giriyor hayatımıza. Daha oyunun birinci dakikasında Assassin'le karşılaşıyor, ikincisinde gemisi patlıyor, beşincisinde ana macerasına başlıyor... Haliyle Edward'a ısınamıyorsunuz bir türlü. Çünkü onu tanımıyorsunuz. O Karayipler'deki diğer korsanları tanıyor, ama siz tanımıyorsunuz. Nassau onun için çok şey ifade ediyor, ama sizin için Havana veya Kingston'dan hiçbir farkı olmayan bir isim sadece. Edward'ın hayatını adadığı, peşinde koştuğu tatlı yaşam ve zenginlik hayali, sizin umurunuzda bile olmuyor. Hem de oyun boyunca...


VE PERDE KARAYİPLER'DE İNER

Assassin's Creed 4 Black Flag, giderek suikastçilikten alakasız yönlere sapan serinin en büyük oyunu.

Çıkışı artık kasım ayıyla özdeşleşen oyun serimiz bu yıl büyük bir yenilikle geliyor... Karada geçen bölümler kadar önemli, onlardan çok daha geniş bir oyun alanımız var: Denizler. Kendi geminizle, 50'ye yakın ada ve şehir arasında özgürce yelken açıp geziyor, dilediğiniz yerde demir atıyorsunuz.

İyi ki de atıyorsunuz. Çünkü o demir olmasaydı, Black Flag serinin en vasat oyunu olabilirdi çünkü.

Düşünün ki korsanlık zamanında Karayipler'desiniz, korkulan bir korsansınız ama siz ne yapıyorsunuz? Dama oynuyorsunuz! İlk girdiğim tavernada yaptığım bu hataya daha sonra düşmedim neyse ki. Bu anlamsız yan görevlerden son iki oyundur muzdariptim çünkü. Allah'tan gereksiz yan uğraşların çoğu kesilip atılmış bu kez.

Ana hikâye görevlerinin haricinde yapılacak tonlarca şey var yine ve hepsi de Black Flag dünyasının içinde doğru bir yere sahip: Templar'ların kurduğu tuzaklardan Assassin'leri kurtarmak, 20 gizli Maya bulmacasını çözmek, define haritalarındaki ipuçlarından büyük hazinelerin peşine düşmek, devasa balinalar avlamak, kaleler fethetmek, köleler kurtarmak, sandıklar bulmak, gizli yazıtlar keşfetmek, esrarengiz mektupların olduğu şişeler bulmak... Hepsinin oyunun yapısında bir anlamı var... Gereksiz bulduğum tek şey dama oldu. Onda da güzel para var, ama kaybedince ağlıyorsunuz :)

Lakin, serinin giderek sapan mentalitesinde yerine oturmamış şeyler de var: Daha Assassin'liğin A'sını bilmeyen Edward'ın tüm Assassin becerileriyle hikâyeye başlaması artık çok saçma geliyor. Çatılarda koşturmalar, tırmanmalar, Leap of Faith'ler, Hidden Blade'le ikili suikastler... Edward kıyafeti giyer giymez bir Assassin'in tüm özelliklerini de giymiş oluyor.


 

 Ve yedinci oyununu çıkaran, her yıl 10 milyon satış yapan bir seri için artık göz ardı edilemeyecek sıkıntıları var:

İki askerin yakınında bir çalının içinde gizleniyoruz. Askerlerden biri 10 metre öteden direkt bize doğru bakıyor, diğeri daha yakın ve arkası dönük. Islık çalarak arkası dönük olanı çalıya doğru çekiyoruz, ve hoop, çalıdan fırlayıp adamı boğazlıyoruz. Diğer askerin kılı bile kıpırdamıyor.

İkinci oyundan beri süregelen bu tür mekanik seçimleri artık çok rahatsız etmeye başladı beni. Serinin evrime değil, devrime ihtiyacı olduğu kesin.

Görsel olarak, oyun ilk başta sıkıntılı gelmişti bana. Özellikle dokular ve animasyonlar gözüme batmıştı. Ama oynadıkça alıştım, birkaç saat sonra ise rahatsız etmemeye başlamıştı. Ancak sanırım şimdiye kadar gösterilen tüm videolar yeni nesil konsollardandı, çünkü onlara kıyasla oldukça kötü gözüküyor özellikle bitki örtüsü. Saklandığınız bitkiler mükemmel bir şekilde kıvrılıp bükülüyordu videolarda, burada ise inanılmaz bir ölgünlük söz konusu. Merak edip oyunun yeni nesil oynanış videolarına baktım, onda da aynı cansızlık devam ediyor.

Ya ilk gösterilen videolardan sonra performans artışı sağlamak için bu yönde bir kırpılmaya gidilmiş ya da o gösterilen videolar "hedeflenen oynanış" videosu idi. Özellikle Blackbeard'ın yanında başlayıp bir İngiliz ajanını takip ettiğiniz sekansı takip ettim, oyun çıkmadan önce yayınlanan videoyla aynı konuyu takip etse de tasarım ve oynanış olarak alakası yok.

Oyunda Eagle Vision'la baktığınız karakterler işaretleniyor ve rengi değişiyor. Daha sonra bu karakterleri her şeyin arkasından görebiliyorsunuz. Bu öyle bir kafa karışıklığı yaratıyor ki, ilk başta bir hata zannettim. Şöyle anlatayım, 100 metre ötenizdeki bir karakteri EV ile işaretlediniz, daha sonra yamaçtan aşağı indiniz, aranızda 3-4 tane de bina var. İşaretlenmiş adam hâlâ tepenizdeymiş ve aranızda hiçbir engel yokmuş gibi gözüküyor. Bu ilk başlarda inanılmaz kafa karıştıran bir durum olsa da, oyunun ilerilerinde o kadar kalabalık yerlere sızmanız gerekiyor ki, herkesi olduğu halde gördüğünüze şükrediyorsunuz.


KARADA ARADIĞINIZI BULAMAZSANIZ, DENİZ ORADA...

Denizlere açıldığınızdaysa, Black Flag güzel yüzünü göstermeye başlıyor.

Buraya çok daha fazla emek sarfedildiği çok belli: Serinin eskiyen mekaniklerini düzeltmektense, yepyeni bir oyun alanı açarak eski oynanışın verdiği can sıkıntısını unutturmuşlar. Bu güzelim dünyada açık denizlerde dilediğiniz gibi gezmekte özgürsünüz.

Ufukta bir adacık mı gördünüz? Gemiyle oraya gidip pruvadan atlayabilir, yüzerek adaya çıkabilirsiniz. Dürbünle gördüğünüz bir gemi hoşunuza mı gitti? Ateş açıp yeterince hasar verdikten sonra bordalayabilir, tayfanızla omuz omuza çarpışarak gemiyi ele geçirebilirsiniz.

Gemiden karaya çıkış ve gemiler arası bordalama sahnelerinin ayrı şeyler olmaması, aralarında yükleme olmadan geçiş olması gerçekten takdire şayan. Amerika'nın soğuk, güdük, çirkin şehirlerinden ve ruhsuz ormanlarından kurtulup pırıl pırıl Karayip denizlerine geçmek çok yaramış oyuna.

Üstelik Karayip denizleri hiç de boş değil. Şehirlerde ne sıklıkla yapılacak iş ve burnunuzu sokacak bir gizemle karşılaşıyorsanız, denizde de aynı sıklıkla yapacak bir şeyler buluyorsunuz: Tek tek İngiliz veya İspanyol gemilerini soyabilirsiniz. Veya tavernalardan aldığınız ipuçlarıyla yüklü bir konvoyun yerini bulup soyabilirsiniz. Köpekbalığı, balina gibi değerli hayvanları avlayabilir, su altında batık hazinelerin peşine düşebilirsiniz. Aniden bastıran bir sis, hiç beklemediğiniz anda başlayan bir fırtına, dev tsunami dalgalarının yarattığı panik, iki deniz hortumunun arasında kalıp parça parça olmayı beklemek... Bir "Assassin" oyunundan hiç beklemediğiniz, ama ironik bir şekilde bu "Assassin" oyununu kurtaran şeyler bunlar olmuş.

Bu denizler hiç boş değil demiştim ya, karada da gidebileceğiniz mekanlar çok fazla. Öncelikle, 9 büyük ada var. Bu ada-şehirler bir Roma değil tabii ki ama Floransa ve Viyana büyüklüğünde mekanlar hepsi de (Kingston ve Havana daha da büyük hatta!). Bunların haricinde 45 tane de daha küçük ada, balıkçı kasabası, hazine gömüsü vs. olan yer var. Ana oyunu bitirmek 24 saatimi aldı, oyunun %64'ünü bitirmiş halimle. %100'ünü görmek kafadan 50 saat alır diye düşünüyorum gidecek bu kadar çok yer varken.

Ve Karayipler'de her ne kadar ateşkes ilan edilmiş olsa da, İngiliz ve İspanyol gemileri birbiriyle hâlâ kapışıyor. Hatta sizin batırdığınızdan daha fazlasını, bu iki ülkenin gemileri arasındaki husumet ve fırtınalar batırıyor diyebilirim. Öyle durumlar oluyor ki, bazen bir kaleyi kuşatma altında buluyorsunuz. Uzakta durup kale ve kuşatmacıların birbirine iyice hasar vermesini beklerseniz, araya dalıp kalanları temizleyerek bedavaya bir deniz kalesi ele geçirebilirsiniz, benden söylemesi.

Denizlerde dolaşırken öyle olaylara rast geliyorsunuz ki: Jackdaw'un kaçıncı seviye olduğu hiçbir yerde yazmıyor, ama düşmanlara dürbünle bakarsanız kırmızı renklerinden size fazla geleceklerini biliyorsunuz. Oyunun bazı yerlerinde ise karşınıza "Legendary" statüsünde gemiler çıkıyor, 30. seviye Man of War'larla uğraşırken gelen bu gemiler 75. seviye olunca "kaçanın anası ağlamaz!" moduna giriyorsunuz. Tabii ki her upgrade'den sonra "ulan acaba olur mu ki, ha?!" diyerek gidip bir şansınızı deniyorsunuz (ama henüz indirebilmiş değilim bu ağır abiyi).


...AMA HER ZAMAN KARAYA DÖNMENİZ GEREKİR

Hikâyenin geçtiği esas yer ise ne yazık ki karada. Ve Black Flag serinin en zayıf ana hikâye görev yapısına sahip: O kadar çok takip etme görevi var ve bunlar o kadar sıkıcı ki, bir süre sonra "imdaaat!" diye bağırdım oynarken! AC'lerdeki en sevmediğim görev tipidir bu, maalesef Black Flag'deki her üç görevden ikisi de takip etme görevi olmuş. Bunların çoğu da düşmana yakın durup ne konuştuklarını dinleme görevi işin kötüsü.

Ha, karadaki takip görevlerinin üstüne bir de denizde takip görevleri eklenmiş: Siste gizlenerek veya açık denizde gemi kovalayarak geçen o kadar çok görev var ki, durup "Hiç mi düşünmediniz yeni ne tür görevler yapabiliriz diye be!" diye bağırasınız geliyor. Bunu kesinlikle ikinci kez oynamalıyım dediğim bir tane bile görev olmadı oyunda. Yazının başında bahsettiğim insanları duvarın arkasından görme mekaniğini de bu yüzden eklemişler sanırım, aksi takdirde bu kadar çok "takip et ve dinle" bölümü oyuncuları delirtebilirdi. Her görev bittiğinde o göreve 5 üzerinden puan veriyorsunuz. Ubisoft bu şekilde hangi görevlerin daha çok sevildiğini görmeyi amaçlamış, ben de ne kadar "şu adamı takip et ve dinle" görevi varsa, alayına iki-üç yıldızı bastım.

AC serisinin en sıkıntılı yanı olan keyifsiz dövüş sistemiyse bazı açılardan düzelmiş, bazı açılardan geri adım atmış. AC3'teki bir tabur adamla tebelleş olduğunuz mantıksız dövüşlerin yerini, daha ufak çaplı ve kontrollü dövüşler almış. Bir kere counter atarak seri halde 8-10 kişiyi kıymaya çevirdiğiniz kombo sistemi artık çalışmıyor, KARE'yi kullanarak daha çok normal vuruşlar yapmanız gerekiyor, ki bu güzel. Ancak karşınızdaki askerler hâlâ sıra bekliyor, asker türleri ise önceki oyunlarla bire bir aynı (normal, hızlı, güçlü ve menzilli). Dövüşlerde beni en çok yoran şeyse, her bir askeri öldürmek için 150 kez vurduğunuz animasyonların tekrar tekrar kullanılması oldu. Bir askerin sağlığını sıfıra indirdiğinizde Edward coşup başlıyor vurmaya. Sıkıyor haliyle bir süre sonra, ki bu "cool" kılıç dövüşü animasyonlarının çeşitliliği önceki oyunlara göre daha az, rakibe isabet ettiğinde verdiği gerçeklik hissiyse daha az. Dövüşler bol animasyonlu, ama manasız geçiyor Black Flag'de.

Bir yerden bir yere gitmek ise, Allah'a şükürler olsun, önceki AC'lerden çok daha rahat hale gelmiş. Bir mekana gelip senkronizasyon yaptıktan sonra, oraya istediğiniz zaman hızlı seyahat seçeneğiyle gidebiliyorsunuz. Bu adadan adaya atlamak olduğu kadar, mekanların içindeki farklı senkron noktalarına da atlayabilmeniz demek. Yükleme sürelerinin de acayip kısalmasıyla birlikte, şimdiye kadarki en büyük haritaya sahip, ama ulaşımın en hızlı ve pratik olduğu oyun olmuş Black Flag.

HER ŞEY GÜZEL, AMA BİR ŞEYLER EKSİK KALMIŞ

Yedi denizlerin ortasındasınız... Altınızda koca bir gemi var ve 50 kişilik tayfanız gözünüzün içine bakıyor... Herkes sizden bir şey istiyor, ama sizin gönlünüz zengin olmakta... Dalgalar hafif hafif geminizi sallarken, tam o korsan hayatının heyecanını yakalayacak gibi olduğunuzda, elinizden kaçıyor bu fırsat... Çünkü aslında Ubisoft'un elinden kaçan bir fırsat bu. Edward dahil, oyundaki hiçbir karakterin gelişim sürecine tanık olamadığımızdan, karakterlerle ciddi bir duygusal bağ da kuramıyorsunuz. Hikâye anlatımında bir esastır karakter gelişiminin sizin gözünüzün önünde olması. Ona bağınız, empatiniz artar. Kenway'in (çok ufak birkaç durum hariç) yardımcı kaptanı Adewale'yle veya Jackdaw'un mürettebatıyla bir kere bile diyaloga girmemesi bile oyunun bu yanının resmen gözden kaçırıldığının bir işareti.

Oyunda çok dokunaklı sahneler var, üstelik bunlar çok da iyi hazırlanmış sahneler. Bu bölümlerin sizi etkilemek için hazırlandıkları da çok bariz olduğu halde bir türlü o hissiyatı, ucundan da olsa, yakalayamadım oyun boyunca. Aynı şekilde, öldürdüğünüz hiçbir düşmanın sizi tatmin etmemesi de bu eksikliğin sonucu. Brotherhood'da Cesare'yi, ikinci oyunda babanızı satan o tontonu öldürdüğünüzde neler hissettiğinizi hatırlıyor musunuz? İşte, burada hiçbir şey hissetmiyorsunuz ne yazık ki.

Bu eksiklik bir seçim mi, yoksa oyunu kısaltmak için oyundan bölümler mi çıkarılmış tam emin olamadım. Çünkü oyunun akışında bazı gariplikler dikkatimi çekti... Mesela oyunun sonlarına doğru El Tiburon diye bir karakterle dövüşüyorsunuz. Kılıçla hasar veremediğiniz bu karakterin hikâyede önemli bir yeri varmış ki Edward onu yendikten sonra "Beni daha önce yendiğin için daha iyi bir adam olmamı sağladın. Seni yenebilmek için kendimi geliştirdim!" diyerek bir nevi güzelleme yapıyor. Ama o anda ben dumurlardaydım, çünkü El Tiburon adlı bu karakterle oyunda ilk kez karşılaştığıma yemin edebilirim! Ya ben bunadım ve oyunun başlarında bu herifle karşılaştığımı, karakterimi örseleyecek ve hırs yaptıracak bir tecrübe yaşadığımı unuttum ya da oyunun hikâye akışından sorumlu birileri feci çuvallamış.

Oyun bittiğinde ne AC2'nin sonundaki gibi inanılmaz bir şaşkınlık içinde, ne de AC3'ün sonundaki gibi  "bitse de gitsek" modundaydım. Sadece çok garip bir boşluk hissiyatı... İnanılmaz bir hikâye ve unutulmaz onlarca karakteri boşa harcamışlar gibi geldi. Çok uzun zamandır hiçbir oyun bu kadar arada bırakmamıştı beni: Black Flag deniz bölümleri olmasa AC serisinin en vasat oyunu, hikâye anlatımı ve karakterlere olan bağımızı daha iyi kotarılsaymış serinin en iyi oyunu olabilecekmiş. Bu haliyle ikisinin arasında kalmış. Serinin artık değişmesi gereken arkaik oynanış mekaniklerine takılan yanları üzerken, deniz oynanışıyla yepyeni ufuklar açan bir oyun olmuş. Oynanır mı? Bence AC2 ve Brotherhood'dan sonra serinin en iyi oyunudur Black Flag, tabii ki oynanır. Ama tavsiyem, 22 Kasım'da çıkmış olan PC ve yeni nesil versiyonunu denemenizdir. Görsel olarak en üstün halini oynamış olursunuz, belki bazı eksikleri de giderilmiş olur oyunun böylece.

KÜNYE

Yapım: Ubisoft Montreal

Dağıtım:Ubisoft

Kutulu Fiyatı: 179 TL

Dijital İndirme: 149 TL (PSN)

Yaş Sınırı: 16+

Dahası İçin: Serinin anasayfası

8+ / 10


 EKSTRALAR

TABLETTEKİ DOSTUM

Eğer iOS veya Android bir tablet sahibiyseniz, AC4'ün Companion App'ini indirip kurun mutlaka.

Bugüne dek birçok oyunun yanında onu tamamlayan bu app'ler geldi, ama ilk kez bu kadar işe yarayanını görüyorum. En az üç farklı yönden işinize yarayacak: Birincisi, Kenway's Fleet mini oyununu buradan da oynayabiliyorsunuz. Böylece yatmadan önce Edward'ın gemiciklerini görevlere gönderip sabah 10.000 Real daha zengin olarak kalkabiliyorsunuz.

İkincisi, tüm Animus Database'ini buradan okuyabiliyorsunuz. Oyunun akışını durdurmaktansa Blackbeard'ın hikâyesini yolda okumak çok daha anlamlı. Üçüncüsü de, hazine haritalarınızı da buradan görebiliyorsunuz. Böylece gerçek oyunda mekanı ararken menüye girip çıkmanıza gerek kalmadan ipuçlarını karşılaştırabilirsiniz.

 

GÜNÜMÜZDE NELER OLUYOR?

Assassin's Creed serisi aslında Animus adlı cihazın içindeki bir simülasyondan ibaret olduğundan, oyunun esas hikâyesi günümüzde geçiyor. Ve Black Flag'de bu kısım iyice coşmuş. Önceki oyunlardaki gibi Desmond'ı değil, onun kan örneklerinden ayıklanmış atalarını araştırıyoruz. Ve bulduklarından oyun yapan Abstergo Entertainment adlı (şaşırtıcı derecede Ubisoft'a da benzeyen) bir oyun firması için çalışan isimsiz bir kişiyi yönetiyoruz. Edward ise bizim yaptığımız "korsanlı" oyunun baş kahramanı. Gerçek dünyadaki hikâye ilerledikçe IT departmanından John adlı birisi bizimle irtibata geçiyor ve ofislerde giremediğimiz yerlere girmeye, bilgisayarları hacklemeye başlıyoruz. Oyunun asıl eğlencesi de burada başlıyor!

Bugüne dek sadece ucundan gösterilen Abstergo adlı gizemli şirketin inanılmaz sırları bu bilgisayarlarda ortaya çıkmaya başlıyor. Seriyi başından beri takip eden benim gibi fanatikler için bazısı şaşırtıcı ve eğlenceli, bazısıysa kelimenin tam anlamıyla "şok edici" bilgi kırıntıları buluyorsunuz. Sadece ufak bir örnek olarak, günümüzde geçen kısımda bulduklarınızın başka Ubisoft oyunlarına da uzandığını söyleyeyim.

Abstergo Entertainment'ta hiç takılmayabilirsiniz de, 3-4 saatinizi de geçirebilirsiniz. Ama benim gibi komplo teorilerini seven ve geçmişte günümüzden de ileri teknoloji ve sırların olduğuna inanan oyuncular mest olabilir buradaki sırları ortaya çıkardıkça.

Bana soracak olursanız, günümüz oynanışı AC2'den beri yapılanlardan çok daha iyi olmuş. Animus içindeki hikâye akışındansa günümüzdeki hikâye çok daha etkileyici geldi bana.

OYUNGEZER BULDU: ASSASSIN'S CREED VE WATCHDOGS AYNI EVRENDE GEÇİYOR!

Watch_DogsAssassin's Creed'in aynı evrende geçtiği, Abstergo Ent.'da bulduğumuz bir belgeyle kesinleşti. Buna dair ipuçları birkaç ay önce konuşulmuş, ama çok üstünde durulmamıştı. Watch_Dogs'un geçtiği Chicago şehrini tamamen kontrol altında tutan ctOS işletim ve güvenlik sistemi, tam da kontrol manyağı Templar'ların icat edeceği bir şeymiş gibi geliyor değil mi?

Aradaki bağlantı bildiğim kadarıyla şu ana kadar onaylanmamıştı. Assassin's Creed 4'ün günümüzde geçen bölümlerinde gezerken, bilgisayarlardan birinde, bir güvenlik firmasının Abstergo Entertainment'a çok gelişmiş bir güvenlik yazılımı satmak için gönderdiği bir teklif sunumunu buldum ve o an cep telefonumla fotoğraflarını çektim.

Sunumda adı geçen BLUME şirketi, Watch_Dogs'da ctOS'u yapan şirket ve Abstergo'ya ctOS'u pazarlamaya çalışıyor. Aynı logo ve isimle, Watch_Dogs'a "BLUME Agent Pack" adı altında bir DLC de duyurulmuştu. Bu da Watch_Dogs ile Assassin's Creed'in kesin olarak aynı evrende geçtiğini ispatlıyor.

Bunun haricinde AC4 ile WD arasında bir "kişiyle" ilgili daha fiziksel bir bağlantı olabilir, oyundaki yan karakterlerden birinin 15 Kasım 2013 tarihinde Abstergo şirket ortakları toplantısı için gittiği Chicago'da kaybolduğu haberini alıyorsunuz. Normalde 22 Kasım'da çıkacaktı Watch_Dogs ve muhtemelen bu karakteri kurtarmaya çalışacaktık (veya bizzat biz kaçıracaktık). Çıkışı geciktiğine göre bu bağlantıyı nasıl yürüteceklerini merakla bekliyorum.

(Nisan ayında Watch_Dogs oynarken, bir araba atölyesinde çalışan Desmond adlı birisi olup olmadığına dikkat edin)

İLK 10 DAKİKA

Bölüm 1:

Bölüm 2:

YORUMLAR
Parolamı Unuttum