inFamous: Second Son - İlk Bakış

Seattle için tozu dumana katma vakti.

Ofiste tek başımaydım, vakit gece yarısını geçeli bir hayli olmuştu. İçeriyi aydınlatan tek şey bilgisayarımın ekranından yansıyarak uykusuzluktan kızarmış gözlerimi hafif hafif sızlatan o solgun mavi ışıktı. Gözlüğümü çıkarıp masamın üzerindeki belgelerin üzerine hoyratça attım ve yumruklarımın tersiyle gözlerimi iyice ovuşturdum. Saatlerdir araştırmama rağmen Cole MacGrath’ın akıbeti hakkında dişe dokunur bir bilgi bulamamıştım. Evet, o Cole; inFamous oyunlarının baş kahramanı olan. Oysa onunla ilgili geniş kapsamlı bir dosya hazırlayıp yarın masasına bırakacağıma dair şefe söz vermiştim. Hangi şef mi? Biliyorsunuz ya canım, BiLgisayAr Kahramanları Sürekli İstihbarat Servisi’nin şefi. Sinan Akkol…

Cole’dan iki yıldır haber alamıyorduk. Empire City’deki ajanlarımızın verdiği bilgiye bakılırsa en son Beast kod adlı yoldan çıkmış ateşli bir azmanla birlikte görülmüştü. O da bir Conduit’ti, üstelik oldukça da kuvvetliydi. Cole’un görevi onu durdurmaktı ve bunu neredeyse başarıyordu da. Fakat her ne olduysa o anda oldu ve onunla olan bağlantımızı kaybettik. Çok geçmeden de Beast’le işbirliği yaptığına dair söylentiler etrafa yayılmaya başladı. Pek belli etmese de bu durum gün geçtikçe şefi daha da huzursuz bir hâle getirmeye başlıyordu. Video izlemeye eskisi kadar vakit ayırmaması bunun en büyük kanıtlarından biriydi. Dosyayı bu yüzden kabul etmiştim, ama tüm jetonlarımı harcamama rağmen bir türlü Kill Screen’e ulaşamamış, kıvılcımlar saçan dostumuzun izine rastlayamamıştım.

Boşalan Black Mesa logolu kahve fincanıma memnuniyetsizlikle baktım. Bir an kahvemi tazelemesi için Lara’ya seslenmeyi düşündüm, ardından mesai saati dışında olduğumuzu ve üssü çoktan terk etmiş olması gerektiğini hatırlayarak somurttum. Kim bilir bu saatte kaçıncı mezarını yağmalamakla meşguldü. Anlaşılan iş başa düşmüştü, GlaDos’tan ışıkları yakmasını rica ettim, fincanımı alıp ayağa kalktım ve mutfağa yöneldim.

Tam o esnada havlandırma bölmesinden içeriye tuhaf, siyahla turuncu karışımı bir duman dolmaya başladı ve göz açıp kapayıncaya kadar genç bir çocuğa dönüştü. Yirmili yaşlarının ortasında görünen, sağ bileğine kalınca bir zincir dolamış bir delikanlıydı. Kızılderilileri andıran esmer bir tene ve yüz hatlarına sahipti, üzerinde spor kıyafetler ve kafasında bir bere vardı, bakışları oldukça tekinsizdi.

Telaşla bir-iki adım geri çekilirken, ‘Canına yandığım! İçeriye nasıl girdi bu? Fisher! Snake! Neredesiniz sizi güvenlik görevlisi bozuntuları?’ diye düşündüm içimden. Masamın altındaki acil durum levyesine kaçamak bir bakış attım; beklenmedik bir saldırı – örneğin bir uzaylı istilası –  karşısında kendinizi korumak için bir levyeden daha iyisini bulamazsınız. Gerçi istediğinde dumana dönüşebilen biri karşısında bir elektrik süpürgesi daha iyi olabilirdi ya, neyse…

Çocuk tedirginliğimi fark etmiş olacak ki iki elini teslim olmuşçasına havaya kaldırdı ve, “Korkma ihtiyar, sana zarar vermek için gelmedim.” dedi, bileğindeki zincir şakırdarken.


‘İhtiyar mı?’ diye düşündüm içimden.

Cole’u araştırdığını duydum,” diye devam etti çocuk, hâlâ tereddüt ettiğimi görünce. “Yardım edebilirim.

Aslında İngilizce konuşuyordu elbette, kullandığı kelimeleri duyabiliyordum; fakat kulağımdaki Babil balığı her şeyi benim için tercüme ediyor ve beynime Türkçe olarak aktarıyordu. “Kimsin sen? İçeri nasıl girdin?” diye sordum, şüpheci bir şekilde.

Ellerini indirdi ve kendini beğenmiş bir şekilde sırıttı. “Ben Delsin Rowe, yeni inFamous oyununun baş kahramanıyım,” dedi kollarını göğsünde kavuşturarak.

Yeni kahraman mı?” diye karşılık verdim bir kaşımı şüpheyle kaldırıp. “İyi ama Cole nerede?” diye sordum. Ne yani, öylece çekip gitmiş ve yerini bu yeni yetmeye mi bırakmıştı? Buna sorumsuzluk denirdi. Hiçbir şey böyle bir hareket için geçerli bir mazeret olamazdı.

Çocuğun yüzündeki sırıtış geldiği hızla kayboldu. “Öldü,” dedi ağırbaşlı bir tavırla. “Kendini feda etti.

Eh, bu yeterince iyi bir mazeret sayılırdı. “Pikseller adına,” diye mırıldanarak kendimi sandalyeme bıraktım, yüzümü ellerime gömdüm ve bir müddet sessiz kaldım. Delsin, boğazını temizleyip hâlâ orada olduğunu anımsatıncaya kadar da öyle durmaya devam ettim. Araladığım parmaklarımın arasından ona bakarak, “Nasıl öldü?” diye sordum. Masamın karşısındaki sandalyeye oturup bacaklarını laubali bir şekilde masama attı. Ona kaşlarımı çatarak baktım, ama ellerimle hâlâ yüzümü kapattığımdan olsa gerek, pek de etkili olmadı.

inFamous 2’nin sonunda…” diye başladı.

“Bir dakika,” diyerek onu hemen susturdum, klavyeme uzanıp bir iki tuşa batım ve GlaDos’un meka-duygusal sesi ofiste yankılandı.

 

Spoiler alarmı!

inFamous 2’nin sonunda Cole’un bir seçim yapması gerekiyordu. Ya Beast’e katılıp tüm Conduitleri kurtaracak ve insan ırkını feda edecekti ya da Beast’i yenip RFI adlı genetik bombayı patlatacak ve kendisi de dahil olmak üzere tüm Conduitleri yok edecekti,” diye anlatmaya başladı Delsin. “Cole’a yardım eden oyuncuların %78’i onu feda etmeyi ve insanlığı kurtarmayı seçti. Sucker Punch da çoğunluğun kararına saygı duymaya ve yeni bir karakter yaratmaya karar verdi. Yani beni.” O kendini beğenmiş sırıtış bir kez daha yüzüne yerleşti.

İyi ama…” dedim cetvelimle topuklarından ittirip ayaklarını masamdan indirmesini sağlayarak, “Bütün Conduitler yok olduysa sen nasıl hayatta kalabiliyorsun?

İşin püf noktası da zaten burada ihtiyar,” dedi, rahatını kaçırdığım için biraz bozularak. İşte gene o laf, ihtiyar. “Genetik bomba, iddia edildiği gibi tüm dünyaya etki edecek kadar kuvvetli değildi. Bu yüzden de patlama menzilinde olmayan Conduitler tamamen ‘iyileşmedi.’ Bu da dışarıda bir yerlerde hâlâ birkaç Conduit olduğu anlamına geliyor, fakat ya yeteri kadar kuvvetli değiller ya da sahip oldukları güçlerden haberleri yok.”

Tüm bunlar ne zaman oldu?” diye sordum.

Yedi yıl önce.”

Başımı olumlu anlamda sallayarak anladığımı belirttim. Oyun dünyasıyla gerçek dünya arasındaki zaman farklılıkları alışılmadık şeyler değildir. Bazen kendi zamanımıza göre aradan yıllar geçmesine rağmen oyun diyarında sadece birkaç dakika geçer ve üç yıl önce bir tren vagonundan aşağı sarkarken bıraktığınız Alyx Vance sizi hâlâ orada bekliyor olur. Ya da şu durumda olduğu gibi sadece iki yıl geçtiğini sanmanıza rağmen koskocaman yedi sene geçip gitmiş olabilir. Klavyemdeki tuşlara yeniden basarak GlaDos’tan uyarıyı kaldırmasını rica ettim (Sıkıyorsa siz emir verin. Serpil ve Damla haricinde kimseden emir almayı sevmez).

Spoiler sonu

O hâlde sen Empire City’den değilsin?” diye mantık yürüttüm.

Seattle,” dedi, bundan gurur duyduğu her hâlinden belli olan bir tonla. “Ya da ondan geriye ne kaldıysa,” diye ekledi. “Empire City’deki son olaylardan sonra insanlar korktu ve Conduitlerin kontrol altında tutulması gerektiğine karar verdiler. Bilirsin, X-Men’deki gibi… Bu amaçla DUP (Department of Unified Protection) adı altında bir organizasyon kurdular, azıcık bile olsa bir süper güce sahip olan herkesi toparladılar ve onları ‘kendi güvenlikleri için’ özel tesislere kapattılar. Fakat yaptıkları asıl şey sıradan halkı korumak elbette. DUP’takiler bize ‘Bioterörist’ diyor ve nerede bizden bir ize rastlasalar oraya akın ediyor, şehri karantina altına alıyor ve her mahalleye kontrol noktaları yerleştiriyorlar. Ardından o şehirde yaşayan her vatandaşı gelip parmaklarını bir tarayıcıya sokmaya ve özel güçlere sahip olmadıklarını ispatlamaya mecbur ediyorlar. Ben de buna karşı mücadele ediyorum işte. Özgürlük için! Ve de eşitlik!” dedi, bir yumruğunu göğsüne tek bir kez vurarak.

Çocuğun kendine aşırı güveni ve tavırları Cole’a hiç benzemiyordu. Nasıl desem? Cole’un aksine güçlerini kullanmaya fazla hevesli görünüyordu ve bu beni az da olsa rahatsız ediyordu. Bana soracak olursanız bu iş için fazla genç ve toydu, ama bu konunun üzerinde fazla durmamaya karar verdim. G-Man’in de hep söylediği gibi, yanlış yerdeki doğru adam bütün dünyayı değiştirebilirdi. “Peki ya sen?” diye sordum. “Güçlerini ne kadar zamandır kullanabiliyorsun? Yeteneklerin neler?

Çok olmadı,” diye itiraf etti, sakal bitmemiş çenesini kaşıyarak. “Bir kaza olmuş ve adamın teki enkazda mahsur kalmıştı. Onu kurtarmaya çalıştım ve bir de ne göreyim? Dumana dönüşebiliyordum! Meğer bunca yıldır ben de bir Conduitmişim de haberim yokmuş! Artık mazgallardan geçip istediğim her odaya gidebiliyorum, yağmur borularından geçerek göz açıp kapayıncaya dek çatılara çıkabiliyorum, rakiplerimin arkasına geçip onları sessizce haklayabiliyorum, ellerimden küçük ateş topları fırlatabiliyorum, zincirime,” Bu noktada kolunu kaldırıp bileğine doladığı kalın zinciri gösterdi, “ateş yükleyip onu bir silah gibi kullanabiliyorum. Ve uçabiliyorum! Beni hareket hâlindeyken görmelisin ihtiyar!

Somurttum. Otuzumu aşmış olmam ihtiyar olduğum anlamına gelmezdi. Evet, belki Tetris’in, Quake’in ve Doom’un doğuşuna ya da Commodore 64 ve Amiga’nın tozlu raflara kaldırılışına şahitlik etmiş olabilirdim. 5.25’lik disketlerin kullanıldığı zamanları da görmüş olabilirdim ama… Ama… Ah, canına yandığım! Tamam, ben ihtiyarın tekiyim işte, memnun oldunuz mu? Ama kendimi hiç de öyle hissetmiyorum, daha çok oyunu bitiririm ben! Kendimi yaşlı hissetmeme neden olduğu için Delsin’e kötü kötü baktım. “Hepsi bu mu? Duman mı oluyorsun yani? Hah! Cole’un yeteneklerinin yanında bu hiçbir şey,” dedim, onu rencide etmeyi umarak. Ama işe yaramış gibi görünmüyordu, çünkü sözlerim veledin yüzündeki kendini beğenmiş sırıtışı iyice genişletmekten başka bir işe yaramamıştı.

Beni yanlış anladın ihtiyar. Gücüm dumana dönüşebilmek değil, diğer Conduitlerin güçlerini emip onlara sahip olabilmek! O kazadan kurtardığım adam… Aslında o da bir Conduitmiş, ona dokunduğumda güçlerini kullanabilmeye başladım. Bu da ileride farklı güçlere sahip olabileceğim anlamına gelebiliyor. Elektrik, buz, aklına ne gelirse…

Kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalktı. Aklıma gelen her güce sahip olamayacağını biliyordum elbette, daha çok yapımcıların müsaade ettikleriyle sınırlı kalacaktı güçleri. Duman haricindekilerin neler olacağını bu yakınlarda öğrenebilmekse pek olası görünmüyordu. Yine de bu bile tek başına gayet çarpıcı bir yetenekti, tıpkı X-Men’deki Rogue’un daha gelişmiş bir versiyonu gibiydi ve bundan etkilenmemek pek mümkün değildi. Delsin, yine kendini gayet beğenmiş bir şekilde bana baktı ve bir kez daha onun Cole’dan ne kadar farklı olduğunu düşünmeme yol açtı. Derken onun bir inFamous karakteri olduğunu, macerası boyunca bizim vasıtamızla pek çok seçim yapması gerekeceğini ve karakterinin buna göre şekilleneceğini fark ederek hınzırca gülümsedim. İlginç bir karakter, ilginç güçler ve ilginç bir macera yine bizi bekliyordu anlaşılan. “Peki ya Seattle? Her yere gidebiliyor musun?” diye sordum.

Şey, ilk başta hayır. Tüm şehir ayaklarımın altında olmasına rağmen bazı kısımlarına henüz ulaşamıyorum. Ama dediğim gibi, yeni güçler edineceğim ve bu sayede giderek daha fazla alana girebiliyor olacağım,” dedi. Ardından çabucak ekledi. “Tabii önce iyice hazırlanmam lazım. Her şey yolunda giderse 2014’ün ilk çeyreğinde tüm Playstation 4 sahipleri macerama konuk olabilecek.”

Başımla onayladım, ayağa kalktım ve tokalaşmak için elimi uzattım. “Verdiğin bilgiler için teşekkürler Delsin, çok yardımcı oldun,” dedim. “İhtiyaç duyduğun takdirde bizimle bağlantıya geçmekten çekinme. Bunun için buradayız.”

Sırıtarak ayaklandı, avucumun önce içine sonra tersine hafif bir tokat atıp benimle garip bir şekilde selamlaştı, ardından göz kırpıp dumana dönüştü ve geldiği yoldan, yani havalandırmadan çıkıp gitti. Kısa bir süre arkasından bakakaldım, havalandırmalara bir alarm sistemi taktırmamız gerektiğini aklımın bir kenarına not ettim ve masama döndüm. Ardından Monkey Island’ın jenerik müziğini mırıldanırken Sinan’ın istediği raporu hazırlamaya başladım. Cole ile ilgili kısmı biraz iç karartıcıydı gerçi, ama geri kalanından benim kadar etkileneceğinden emindim. Bahse girerim yarın raporu okuduktan sonra ilk işi birkaç video izlemek olacaktı. Hatta keyfi yeterince yerine gelirse bizler için yeni bir ilk 10 dakika bile hazırlayabilirdi. Kim bilir?

YORUMLAR
Parolamı Unuttum