Her şey ilk başta bir toz bulutuydu ve Nolan’a göre her şeyin başlangıcı aynı zamanda sonumuz da oluyor.
Nolan bunu seviyor, filmlerinde her zaman bir geriye dönüş, geride kalmak, geride bırakılmak, merkezine karakteri ya da olay örgüsünü koyan bir “loop” v.b. takıntılar hem filmin kurgusu hem de twisti oluveriyor. Nolan kardeşler toz zerresini ve insanlığın kaderini merkeze koyup, gerçekçi bir felaket senaryosu yazmışlar. Dünyayı sadece Roland Emmerich yok edebilir diye düşünüyorsanız yanılmaya hazır olun. Christopher Nolan ve kardeşi Jonathan Nolan da onu yok etmek için ellerinden geleni yapmış durumdalar ve emin olun ki medeniyeti yıkmak için görsel efekt yüklü depremlere, volkanik patlamalara, tsunamilere ya da uzaylılara gerek yok. Her şeyden önce var olan toz zerresi insanlığın yaşamı mahvetmesi üzerine kendi olanı geri alarak felaketimizi getiriyor. İlk olarak bundan bahsediyorum çünkü filmin ele aldığı dünyanın sonu ve felaket tasviri, insanlığın teknolojik gelişimi, yapay zekanın konumu Nolan’ın kurgu senaryoları gerçekçi anlatmada ki başarısı sayesinde sizi filme esir eden ilk etmen oluyor.

Yok olacağı ve yaşanmaz hale geleceği çoktan öngörülmüş bir dünyayı kurtarmak için umudumuzu kaybetmemek gerekiyor fakat bir B planı da her zaman olmalı. Nolan’ların B panı ise belli: Dünya’yı terk etmek. Yıldızlar arası seyaheti teoride mümkün kılan solucan delikleri ve kara delikler bugüne kadar sinema perdesinde görebileceğiniz en bilimsel tasvir ile yansıyor. Çünkü filmin yapımında Nolan kardeşlerin baş danışmanı ünlü fizikçi ve bu konular hakkında kitaplar, makaleler, bilimsel araştırmalar yayınlamış olan Kip Thorne’dan başkası değil. Bizzat filmin ortaya çıkma nedeni zaten Throne’un solucan delikleri ile ilgili teorileri.
Eski bir pilot-mühendis ve NASA’da çalışmış olan Cooper(Matthew Mcconaughey) insanlık tarihinin en önemli uzay görevini yani bizzat insanlığın geleceğini kurtarmayı planlayan başka yaşam imkanı sunan gezegenler bulma görevini kabul eder. Ne yazık ki dünya toz ve küf yüzünden bütün besin maddelerini bir bir kaybetmektedir. Kendisi şu sıralar umutsuz bir şekilde çiftçilik yapıyor olsa da NASA tarihinin en başarılı pilotlarından biridir. Bir grup bilim adamı ile bu göreve çıkan Cooper arkasında kendisi için dünyadan çok daha değerli bir şey bırakır; ailesi ve özellikle kızı Murphy’yi. Fakat kızına verdiği bir söz vardır, Cooper geri dönecektir. İşte Interstellar, hem Cooper’ın hem de insanlığın bu imkansız geri dönüş hikayesini anlatıyor.

Solucan delikleri, kara delikler, görelilik ve zamanın göreceli olması gibi teorik bilimsel konular hassas konulardır. Nolan bugüne kadar bu konular üzerine çekilmiş belki de en bilimsel filmi çekebilmek adına çağımızda bu konuya en hakim kişilerden birin olan Kip Thorne’u yanına alarak senaryo üzerinde kardeşi ile birlikte çalışmış. Buraya kadar her şey güzel fakat Kip Thorne’u akşam olup eve yolladıkları zamanlarda kardeşi Jonahtan Nolan ile senaryonun başına oturdukları ve kafalarındaki sinema sanatına uygun dramatik anlatım ile bu bilimsel öğeleri karıştırmaya başladıkları kısımlarda bu hassasiyeti zorlamışlar diyebiliriz. Ama Interstellar bir belgesel ya da üniversitelerde gösterilecek bir ders konusu değil tabii ki de, içerisinde seyirciye dokunan bir hikaye barındırması gerekiyor ki Nolan’lara da bu anlatım yakışıyor. Aşırı bilimsel diyalogların bazen hiç bir amaca hizmet etmediğini, filmin alt metnine hiç bir katkıda bulunmadıklarını ve aslında filmin varmak istediği noktanın bilimden çok insan duyguları olduğunu görünce canınız sıkılabilir. Siz sıkmayın güzel canınızı, bunun bir film olması gerektiğini unutmayın. Özellikle de özgün bir senaryo olduğunu, hiç bir eserden uyarlanmadığını, sadece bilimsel teorilerden yeşillendiğini unutmayın derim. Zaten Interstellar, teorik bilimin bile haklı olarak açıklayamadığı noktada, olay ufkunun ötesine yani “bir kara delikten geçebilirsek ne olurdu?” sorusuna kattığı o dramatik yorum ile size sadece bir film izlediğinizi çok daha net bir şekilde hatırlatıyor. Evet bilim bir noktadan sonra Nolan’ların kıçına tekmeyi basıyor fakat onlar tüm içtenlikleri ile bilimin yanağından bir makas almayı ve seyirciyi kalbinden etkilemeyi başarıyorlar.
Interstellar Nolan’ların birlikte kotardığı en iyi iş. Hikaye, senaryo, kurgu, teknik detaylar ve oyunculuklar üst düzeyinde üzerinde. Contact, 2001: A Space Odyssey, Solaris, Inception, Event Horizon ise bu filme en iyi referans olacak eserler. Kafanız karışacak, sinemadan çıkınca üzerine uzunca düşünecek ya da konuşacak, teoriler üretecek, hayal gücünüzü geliştirecek, çok uzun zamandır izlediğiniz en iyi bilim kurgu filmini izlemiş olacak, hiç sırıtmayan ve bilim ile sağlam kurgulanmış-kucaklanmış bir insanlık ve aile dramı izleyecek, biraz ağlayacak ve sinemanın varlığına bir kez daha saygı duyacaksınız. Film hakkında spoiler vermeden ancak bu kadar coşkulu anlatabiliyorum fakat inanın burada anlattığımın çok daha fazlası bu filmde. Son yılların en iyi bilim kurgu filmi olmasını geçiyorum kişisel olarak izlediğim en iyi filmlerden biri olmayı başardı. Anlatılmış en stilize, en kendi tarzında, en duygusal insanlığın sonu temalı bilim kurgu filmi belki de. Jonhatan Nolan’ın uzun yıllar önce yazdığı bu senaryo çok fazla iyi bir sinemacı olan abisi tarafından belki de olabilecek en iyi şekilde beyaz perdeye yansımayı başarmış. Kaçırmamanızı öneriyorum.
















