Film tadında oyun keyfi yapmaya az kaldı sanki?
Devamını okuThimbleweed Park’ın incelemesini yazarken böyle bir oyunu oynayabiliyor olmamıza katkısı bulunan isimleri bir düşündüm de… LucasArts olmasaydı belki de bir tür hiç doğmamış olacaktı biliyor musunuz?
Tabi şimdi LucasArts diye tek bir isim altında topluyoruz bu firmayı ama o zamanlarki adıyla LucasFilm Games 1986 yılında geliştirdiği Labyrinth ile macera oyunları türüne merhaba demişti. Labirent filmini hatırlıyorsunuzdur, hani başrollerinde David Bowie ve Jennifer Connelly’nin oynadığı kült film. İşte Labyrinth bu filmin oyunuydu ve oyuncular oyunun başlarında metin tabanlı olarak klavye ile fiil ve isim kombinasyonları girerek (‘open door’, ‘take crystal ball’ gibi) ilerlemeye çalışıyorlar, sinemaya girdikten sonra ise oyun grafik macera oyunu olarak devam ediyordu. Labyrinth, LucasArts’ın pek az bilinen oyunlarındandır çünkü bir sene sonra yayınlanacak olan asıl bombanın gölgesinde kalmıştır.
1987 yılında firma macera türünde gerçek anlamda devrim yaratan bir oyun sürdü piyasaya: Maniac Mansion. 1998 yılında Grim Fandango’da kullanılacak GrimE diline geçinceye kadar tüm LucasArts macera oyunlarında kullanılan SCUMM oyun motorunun ilk örneği olan Maniac Mansion’da Dave Miller rolünde yanımıza iki arkadaşımız da alarak Dr. Fred Edison tarafından kaçırılan kız arkadaşımız Sandy Pantz’i bulmak üzere Edison malikanesine giriyorduk. Başlangıçta altı karakter arasından seçtiğimiz iki karakter farklı yeteneklere sahip olduğundan bulmacaları farklı biçimlerde çözebiliyor, oyunu birden çok son ile bitirebiliyorduk. Malikanede yaşayanlar karakterimiz için tehlike oluşturuyor, bizi zindana atabiliyor ve hatta onları öldürebiliyordu. Bunlar daha önce bu türde görülmemiş yeniliklerdi. Bu karışıma bir de müthiş bir espri anlayışı, absürt karakterler ve bulmacalar girince Maniac Mansion kısa zamanda kült statüsüne ulaştı.
Thimbleweed Park oynarken tanıdık bir kütüphane ile karşılaşacaksınız
SCUMM motorunun türe getirdiği en büyük yenilik kelime-nesne arasındaki ilişkiyi görselleştirmesi oldu. Bu sayede ekranın alt kısmındaki kelime öbeklerini ekrandaki nesnelerle birlkte kullanabiliyorduk. Artık “push table” yazmaya gerek yoktu, önce Push kelimesine, sonra da masaya tıklayınca oyun bu komutu zaten algılıyordu.
Lucasfilm Games bu yıldan sonra ard arda macera oyunları yayınlamaya başladı ve bu oyunların hepsi de klasik tabir ettiğimiz, son derece başarılı ve unutulmaz oyunlardı. 1988’de firmanın en zor oyunlarından biri olan Zak McKracken and Alien Mindbenders piyasaya çıktı. Bir tabloid gazetede muhabir olarak çalışan Zak, bilim kadını Annie, üniversite öğrencileri Melissa ve Leslie’nin başrollerinde olduğu oyunda telefon şirketine sızıp 60hz’lik uğultu sesi yayarak dünyadaki insanların zekasını yavaş yavaş azaltan uzaylı Caponian’ların planını bozmaya çalışıyorduk :) Thimbleweed Park’ta bu oyuna ve konuya yapılmış sürüyle atıf bulacaksınız.
1989 yılına geldiğimizde Lucasfilm Games ilk George Lucas uyarlamasını yayınladı: Indiana Jones and the Last Crusade. Filme büyük ölçüde sadık kalan bu oyunda kullanılan IQ (Indy Quotient) puan sistemi Lucas macera oyunları arasında en yenilikçi olanlardan biri olmasını sağladı (bu Sierra’nın kendi macera oyunlarında kullandığı Sierra puanı sistemine benziyordu) ve zamanının birçok önemli yayınından tam puan alarak ismini klasikler arasına yazdırdı.
1990 yılındaysa önce muhteşem Loom, ardından The Secret of Monkey Island macera oyunları dünyasına bomba gibi düştü. Loom diğer Lucas macera oyunlarından farklı bir yapıya sahipti; oyunda envanter yoktu, kelimeler de yoktu ve komutları dört notadan oluşan ‘büyülerle’ veriyorduk. Ama Loom’un kalite bakımından hiç aşağı kalır yanı yoktu ve bu oyunun gizli bir hazine olduğunu ve oynamamış olanların çok şey kaçırdığını rahatça söyleyebilirim. The Secret of Monkey Island ise hakkında bir şey söylemeye bile gerek olmayan bir oyun, bir klasik, bir efsane. Bizi Guybrush Threepwood, LeChuck ve Elaine Marley ile tanıştıran, türün zirve noktalarından birisi.
Fate of Atlantis'in unutulmaz pazar yeri
1990 yılında Lucasfilm Games isim ve logo değişikliğine gitti ve bundan sonra LucasArts ismiyle anılmaya başladı. 90’ların ilk yarısı hem LucasArts, hem de macera oyunları hastaları için altın bir dönemdi. Piyasaya önce Monkey Island 2: LeChuck’s Revenge çıktı. Bu oyunda Monkey Island’ı güzel yapan her şeyin üzerine bir basamak daha çıkıldı, grafikler ve müzikler iyice güzelleşti, eleştirmenler oyunu yere göğe sığdıramadılar. Halen daha point’n’click macera türünün en iyi örneklerinden biri olarak gösterilen bu eğlenceli maceranın ardından 1991’de Indiana Jones and the Fate of Atlantis, 1992’de ise Maniac Mansion’ın devam oyunu Day of the Tentacle piyasaya sürüldü. Kurgusal bir Indiana Jones hikayesini konu alan Fate of Atlantis çıktığı yıl bütün ‘yılın macera oyunu’ ödüllerini toplamayı başardı ve milyonun üzerinde satış değerine ulaştı. Bakın bugün bile milyon üzerinde satan oyun sayısı çok fazla değil, hele ki bir macera oyunu için ulaşılması artık mümkün olmayan bir rakam bu. Dolayısıyla bunun ne denli büyük bir başarı olduğunu anlamamız gerekiyor. Day of the Tentacle da keza öyle; benim listemde gelmiş geçmiş en iyi macera oyunudur kendisi ve LucasArts bu oyunla esprinin dibine vurmayı başarmıştır. Biri geçmişe, biri geleceğe giden, biri de günümüzde kalan üç arkadaşın mor dokunaçın dünyayı ele geçirmesini önlemeye çalışmalarını kahkahalar eşliğinde oynamıştık. LucasArts’ın tamamen seslendirmeli ilk macera oyunu olan DoTT’da karşımıza çıkan bir bilgisayarda Maniac Mansion’ı da eksiksiz olarak, baştan sona kadar oynayabiliyorduk ki bu daha önce hiçbir oyunda kullanılmamış bir şeydi.
LucasArts 1993 yılında, Steve Purcell tarafından yaratılmış çizgi-roman karakterleri Sam and Max’e dayanan Sam & Max Hit the Roadile macera oyunları türündeki ustalığını bir kez daha gösterdi. Aynı DoTT gibi tamamen seslendirilmiş olan oyunda o alışık olduğumuz ‘kelime komutları’ kalkmış, bunun yerine ‘komuta göre değişen imleç’ gelmişti. Envanterin doğrudan ekranda görünmemesi oyuncuların daha geniş bir alanı görebilmesini sağlıyordu. Bu ikili kısa zamanda macera oyunları tarihinin en sevilen karakterleri arasına girdiler, özellikle de çılgın tavşan Max’in hala daha hastasıyımdır.
Tam bir espri makinesi olarak Max
LucasArts 1995 yılında ise bir Tim Schafer şaheseri olan Full Throttle’ı çıkardı. Pek yakında Remastered versiyonunu oynama şansı elde edeceğimiz oyunda cinayetle suçlanan bir motorcuyu canlandırıyorduk. Distopik bir gelecekte geçen oyun aynı zamanda firmanın Windows için yaptığı ilk oyundu ve yalnızca CD’de satışa sunulmuştu. Bu yılın sonlarına doğru ise The Dig çıktı. Değeri bilinmeyen oyunlardan biri olan The Dig, Stephen Spielberg’ün Amazing Stories için yazdığı bir hikayeye dayanıyor ve önceki oyunlardaki esprili yaklaşımın aksine son derece ciddi tonlu bir bilimkurgu macerası sunuyordu. Kesinlikle LucasArts’ın yaptığı en zor oyunlardan biriydi, bugün bile elinizde çözüm olmadan bitirmeniz son derece zordur.
90’ların sonlarına geldiğimizde ise macera oyunları artık yavaş yavaş geri plana atılmaya başlanmıştı. Ama bu dönemde bile LucasArts boş durmadı ve çıkardığı oyunlar arasında türe damgasını vuran bir isim de vardı. Bunlardan ilki The Curse of Monkey Island idi. Her ne kadar Ron Gilbert’sız bir Monkey Island’a alışmamız zor olsa da aslında son derece başarılı bir oyundu ve tuhaf biçimde bitmesi haricinde pek de eleştiri almamıştı. 2000 yılında çıkan Escape from Monkey Island ise maalesef önceki üç oyunun seviyesine erişemedi. Kontrolleri pek iyi değildi ve Monkey Kombat gibi absürd değil de saçma diyebileceğimiz bir kısım içeriyordu. Sonrasında ise işe damga vurdu dediğim oyun çıktı: Grim Fandango. Tüm zamanların en iyi oyunlarından biri olarak gösterilen, kara mizah ve neo-noir tarzındaki Grim Fandango’da muhteşem karakter Manuel Calavera ile tanışmış ve ölüler dünyasında bile suç ve yolsuzluğun nerelere kadar uzandığını görmüştük. Grim Fandango ‘anlatılmaz, yaşanır’ dediğimiz tarzda bir oyun ve LucasArts’ın düşüşe geçmeden önceki zirve noktası.
Bundan sonrası zaten yakın tarih sayılabilir. 2008’de yönetim değişikliğine giden firma “sevilen oyun serilerini canlandırma misyonuna” girişti ve The Secret of Monkey Island’ın yenilenmiş halini piyasaya sürdü. Bu oyunun elde ettiği büyük başarının ardından 2010 yazında da Monkey Island 2 Special Edition satışa sunuldu. Sonrasında zaten Disney, Lucasfilm’i satın aldı ve LucasArts firmasının tabutuna çiviyi çaktı.
Ne olursa olsun, LucasArts oyuncuların macera oyunlarına bakışını değiştirdi, daha geniş kitlelere ulaşmasını sağladı. Sektöre Ron Gilbert, Tim Schafer, Gary Winnick, David Fox, Brian Moriarty, Dave Grossman gibi isimler kazandırdı. Bugün bile yukarıda ismi geçen oyunların Remastered versiyonları ile ilgili haberleri duyunca bu kadar seviniyorsak, bunun sebebi yeni nesil oyuncuların da nihayet macera oyunlarının ulaşabileceği o zirveleri görebilecek olmasındandır.
Müthiş bir makale olmuş. Arigato.