Bilinç ve irade, çiftleşen yılanlar misali birbirine dolaşmış ve ölüme doğru yükselirken ardında tecrübeyi miras bırakan iki kavram. Ancak yükselen her şey bunu güneşin altında yapmaz, gökyüzüne ihtiyaç duymaz; kimi şeyler, kimi insanlar karanlıkta filizlenir, bilincini gölgelerde geliştirir, iradesini ona yaşam veren ebeveyninden ayrılmadan biler. İşte böyleleri için doğum; ilk nefese doğru bir tırmanıştan, bir özgürleşmeden başka bir şey değildir.
Hayatı pek çok tırmanışla geçecek olan Victor von Doom için de öyleydi. Babasını buna asla inandıramamıştı ama kendi geçmişine dair anıları, annesinin karnında geçirdiği zamanlara kadar uzanıyordu. O unutmazdı hiçbir şeyi; hafızanın bağlayıcılığıyla hem ödüllendirilmiş, hem de lanetlenmişti. Annesinin sonunu doğaüstü güçlerden buluşu karanlığını belleğine bulaştırmıştı.
Haftaların aylara, ayların yıllara dönüştüğü bitmek bilmez döngü içinde, unutmayı olmasa bile geride bırakmayı, göz ardı etmeyi öğrendi Doom. Diğer insanlara karşı duyduğu yabancılık, çocukluk aşkı Valeria’nın anlayışlı bakışlarında kaybolup henüz fiziksel halini almamış zırhının derinlerine gömülmüştü. Bu uzun sürmeyecekti…

Soyun Günahları
Kaderi onu dondurucu soğuğun aldatıcı rahatlığında, fırtınadaki bir kar tanesi kadar önemsiz, yitip giden ebeveyninin onu son kucaklamasında bulmuştu. Babasının aman vermez donmuş kavrayışı Doom’un benliğini, dibinde annesini bulacağı karanlık bir kuyuya düşürmüştü. Hayatta kalma mücadelesinde kadının ödediği bedelin gerçek doğasını sonunda kavrayan Doom, o kuyudan çıktı çıkmasına ama asla eskisi gibi olamadı. Kendi gevşemez kavrayışı ona ilk cinayetini bahşettiğinde eskiye dair bir özlem kalmamıştı da zaten içinde. Kuyudan beraberinde getirdiği karanlık, o özlemi alıp yerine bir takıntı bırakmıştı çünkü; artık tek amacı annesini sonsuz cehennem ıstırabından kurtarmaktı.
Göçebe çingenelerin arasında edindiği yaşam buna imkân sağlamayacaktı, Doom’un yeryüzünden yükselişi de bunun farkına varmasıyla başlayacaktı. Fırsatlar ülkesi Amerika’da bulduğu imkânlar büyünün görkemiyle bilimin istikrarını birleştirmesini mümkün kılacaktı. Ona kaynak sağlayanlara verdiği yalancı karşılıkların ardında kendi gerçek ödülüne çok yaklaştı. Annesini kurtarmaya çok yaklaştı. Lakin zincirlerini kırıp egosunu serbest bırakan Doom, olasılıklar okyanusunda yanlış bir av bulacaktı kendine. Fazla yaklaşmıştı çünkü kendi güneşine, annesine olduğu kadar onu ateşlere mahkûm eden iblisin meskenine.

Doom’un Demir Yumruğu
Hükmetme arzusu, her zaman Doom’un asıl amacı oldu. Zırhını yaptıktan sonra doğduğu ülke olan Latveria’yı adım adım, bir yandan halkını da kendi davasına inandırarak ele geçirdi. Emperor Doom adlı macerada zihin kontrolüyle bütün dünyayı ele geçirdi. Marvel’ın ilk büyük çaplı hikâyesi olan 1985 tarihli ilk Secret Wars’da Beyonder denen tanrısal varlığın gücünü çalan Doom, bir süreliğine başrol koltuğuna oturdu. Tabii tarih tekerrürden ibaret; çünkü yeni Secret Wars hikâyesi yine tanrısal gücü ele geçiren ve evrenlerden geri kalanları parça parça kurtaran Dr. Doom’un etrafında şekillenmekte. Kısacası, Doom, yeni Marvel Evreni’nin inşasında kilit isimlerden ve Fantastic Four gözden düşse de onunki yıllara dayanmaya devam ediyor. Bu yüzden şu an tek temennimiz, film haklarının Marvel’a geri dönmesi; hakkını veren bir Dr. Doom portresini beyazperdeye taşımak gerçekten görkemli sahneler vadetmek anlamına geliyor. Sözüm sana Fox; kolu bırak birazcık Marvel oynasın!

Tanrısal Güce Tırmanış
Icarus’un sonu ölüm olmuştu belki ama Doom onun kadar şanslı değildi. İblisin dokunuşu yüzünü ondan alacak, cildinden geriye kalanlara göze görünmez damgasını vuracaktı. Yine de cehennem alevleri onu yıldıramazdı, zira onun iradesinin ateşi daha parlaktı. Ama o ateşten bir şey yaratabilmek için yapması gereken, bir demir ocağı bulmaktı.
Dünyanın tepesindeydi o ocak; Himalayalar’da. Tibetli keşişlerin zamansız mekânına doğru yükseğe, hep daha yükseğe devam edecekti. Uyanık anlarında aklına babası, bedenini ölümün küçük kardeşine teslim ettiğinde ise annesi gelerek tırmanacaktı. Unutmadan, daima onu bugüne getiren şeyleri hatırlayarak keşişlerin arasındaki yerine kavuştu sonunda. Yeryüzünü demir ocağındaydı artık; bilimle şekillendirdiği zırhını büyüyle mühürlediğinde iblisin dokunuşundan kurtulmuş, hiçbir ölümlünün yapmadığı şekilde dünyalara diz çöktürecek adam olmuştu demirden kozasında.
Dr. Doom olmuştu…

Aile Dostu Doom
Her ne kadar aralarındaki husumet köklü de olsa, son yıllarda Dr. Doom’un Fantastic Four’a nefreti, Reed Richards’ın ikinci çocuğu olan Valeria’nın doğumuyla bir nebze olsun dindi. Susan Storm’un maruz kaldığı kozmik radyasyon yüzünden vücudunun geçirdiği değişim, ailelerine yeni katılacak olan bireyi büyük bir tehlikeye atıyordu. Onu kurtarmanın bir yolunu bulamayan Reed Richards en sonunda kendininkiyle aşık atabilecek tek dehaya, Doom’a başvurdu. Bilimin yanında büyünün gücünü de kuşanan Doom’un bir şartı vardı; çocuğun adı Valeria koyulacaktı. Richards’ın kendi evladına her baktığında en büyük düşmanını hatırlamasını sağlayan Doom ona karşı en büyük zaferlerinden birini kazandı kazanmasına ama bu aynı zamanda dahi çocukla bir yakınlık kurmasını ve “Doom Amca” olmasını sağladı.
















