Japon kültürünün yurt dışındaki resmedilişine baktığınızda “otaku”lar daima gözünüze çarpar (muhtemelen samuraylar ve dev robotlardan hemen sonra). Özellikle Avrupa ve Amerika’da Japon gençliğiyle özdeşleşmeye başlayan bu kavram, zaten halihazırda teknofili ve işkolik olan Japon stereotipine de uygun gibi gozüküyor değil mi? Peki bu kültürün aslı astarı nedir? Bir Japon, durduk yere otaku olduğunu kabul eder mi?
Öncelikle otakuyu tanımlamamız iyi olur diye düşünüyorum, Temel anlamıyla “o-taku” birinin evinden bahsederken kullandığınız kelime, yani yuvanız, en nazik formuyla “siz” anlamına geliyor. Bu anlamın aslında ufak bir hikayesi de var, Macross (bizdeki adıyla Battletech) animesindeki karakterlerin birbirine Japoncanın nazik formunda hitap etmesi (gerek olmadığı durumlarda bile) ve anime hayranlarının da biraz dalga geçmek amaçlı bunu kullanmasıyla başlıyor. Yani bu tip hayranların sosyal açıdan garip kaçan davranışlarına bir gönderme aslında.
Otakunun esas anlamı ise belli bir hobiyle aşırı ilgilenen bir hayran olarak tanımlanabilir. Yalnız buradaki ilgi “Star Wars seviyorum” veya “Anime hayranıyım”dan öte bir şey; gerçek bir otakunun ilgisi obsesif ve yaşamındaki diğer öğeleri (buna okulu ve işi dahil) engeller hale gelmek zorunda. Öyle ki, kişi hayranı olduğu animenin bütün repliklerini ezbere bilip, bölümlerini tekrar tekrar izlerken; sosyal hayatı ve yaşamdaki başarısı da bununla orantılı olarak azalıyorsa, o zaman bir otaku olmaya başlıyor.
Genel görüşün aksine otakular sadece anime, manga ve video oyunlarıyla ilgilenmek zorunda değil. Silah otakuları (Gunji Ota) ve Japon tarihi otakuları (Reki-Jo) da çok yaygın. Hatta belli bir spor dalının veya bir dövüş stilinin otakusuna da rastlamak mümkün. Bu haliyle İngilizce karşılığı olan “nerd” veya “geek” teriminden oldukça uzak kalıyor. Batıda ve genel olarak animelerde ise her zaman anime ve bilgisayar oyunu tutkunu, odasının duvarlarını anime posterleri ve raflarını da oyuncaklar (oyuncak değil, onlar aksiyon figürü!) süsleyen, sosyal açıdan zayıf ama özünde iyi ruhlu insanlar olarak resmediliyorlar.
Batı toplumundan gelen birinin ise “ben otakuyum” demesi nispeten sempatik karşılanabilir, en kötü durumda “Otakunun ne olduğundan haberin var mı?” veya “wapanese (wannabe Japanese) olmayasın?” gibi sorulara yol açacaktır.
Ne yazık ki Japonya’da genel görüş bu yönde değil. Bilmeniz gerekir ki Japonlar sürekli hareket halinde olan sosyal bir toplum. Hobiler, ulus çapındaki çılgınlıklar ve etkinlikler çoğu zaman bir arı kovanı mentalitesine dayanıyor. Beraber çalışmak, beraber yemek ve kalabalık bir halde eğlenmek gibi. Bu sebeplerden, odasına kapanıp zamanını tek başına hobilerine adayan ve bunu kendini soyutlayacak hale getiren biri hoş karşılanmıyor. Yanlış anlaşılmasın, özellikle manga ve anime her boyutuyla toplumun özüne işlemiş durumda, öğrencilerden orta yaşlı iş adamlarına kadar herkesi metroda, otobüste manga okurken, taşınabilir konsolunda RYO oynarken görebiliyorsunuz. Dev billboardlarda anime karakterleri, kitapçıların devasa manga bölümleri var. Özellikle bazı animeler (Gundam, One Piece ve Naruto gibi) artık çılgınlık olmaktan öteye geçmiş bir durumda ve bu hobilere ilgi duymak tamamen normal. Ama hobilerini sosyal bir ortama taşımayan kişilere iyi bakılmıyor. Buna verilen bir isim de hikikomori (içine kapanmak, kendini dışarıya kapatmak). Yani sosyal bir kendini dışlama söz konusu, bu yüzden çoğu Japon kendisine otaku olarak hitap edilmesinden hoşlanmıyor, basitçe fanboy ya da belirli bir anime/manganın hayranı oldugunu belirtiyor. Benzer şekilde “İdol Otaku” veya “Wota” denilen ve tutkusu J-Pop idolleri olan kişiler bu tanımdan uzak durmaya calışıyorlar. Batı toplumundan gelen birinin ise “ben otakuyum” demesi nispeten sempatik karşılanabilir, en kötü durumda “Otakunun ne olduğundan haberin var mı?” veya “wapanese (wannabe Japanese) olmayasın?” gibi sorulara yol açacaktır.
SERİ KATİL OTAKU
Bunda seri katil Tsutomu Miyazaki’nin içine kapanık bir korku filmi hayranı olmasının da bir payı var. Bildiginiz gibi Japonya suç, özellikle cinayet oranının inanılmaz düşük olduğu bir ülke. Bu durumda da bu tip olaylar çok büyük boyutta ahlaki bir paniğe yol açıyor. Animelerle ilgisi olmamasına rağmen, filmelere olan tutkusu nedeniyle basında otaku katil olarak lanse edilmesi de hobilerini kendine saklayan zararsız çoğunluk icin iyi olmamış. Farkettiyseniz şiddet olaylarında suçu film ve oyunlara atan basın burada da var. Bu tip nedenlerden otaku batıdaki anlamından cok uzak.
Bu “fanboy”ların hayatında da Tokyo’nun Akihabara semtinin büyük bir önemi var. Diğer adıyla Denki Gai (Elektrik Şehri), bir çok oyun firmasının ve hobi mağazasının bulunduğu yer. Her ne kadar sosyal medyanın gelişmesi ve fanların artık hobilerini sanal ortama taşıması buraya olan ilgiyi azalttıysa da özellikle gece vakti gittiğinizde gözünüzü alan neon ışıkları, çok katlı elektronik mağazaları ve adım başı el ilanı dağıtan Cosplay'cileri ile bir Neo-Tokyo ortamını yakalamanız mümkün. Kafelerde kart oynayanlar, anime figürlerini karşılaştıranlar, anime tartışmaları yapanlarla; Akiba-style da denilen, batılı bir otakunun hayal edebileceği o “nerd cenneti” kavramına en yakın yer burası. Herhangi bir oyunu veya anime karakterinin (ve evet isterse çok az bilinen bir animenin sadece bir sahnede görünen bir karakteri olsun) figürünü burada bulmanız mümkün.
OYUNLARA GELİRSEK...
Ah, Japonya ve oyunlar. Her yıl yeni bir Final Fantasy veya Dynasty Warriors üretiyor gibi gözüken oyun sektörünün aslında neden hardcore oyuncuya hitap eden oyunlarda elini korkak alıştırdığını anlamaya başlamış olmalıyız. Bir çok oyun serisini severek takip eden ben bile metroda kucağındaki iki Tablet PC ile kendisine karsı oynayan bir Japon’a, “oyunun ismi ne?” dediğimde hiç bilmediğim bir cevapla karşılaşıyorum. Japon oyun piyasası bir kaç oturmuş ismin dışında (Resi....pardon Biohazard, Silent Hill, Metal Gear gibi), genelde herkesin iş çıkışı evine dönerken oynayabileceği daha casual oyunlar peşinde. Çünkü konusu, grafikleri, oyun motoru, müzikleri ve bir ton opsiyonu ile sadece belli bir oyuncu kesimine hitap edecek oyunlardan ziyade, yazının başındaki iş adamının veya çok daha genç kesimin de oynayabileceği oyunların pazar payı daha büyük. Tabii ki Japonya’da da oldukça geniş bir oyuncu kitlesi var. Hatta sırf el konsollarında ve akıllı telefonlarında oyun oynayanlara bakarak bu rakamın düşünülenden çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Ama bizim bildiğimiz anlamıyla hardcore oyunculara rastlamak çok daha zor. Bunda bir Japon'un günün ortalama 10-12 saatini okulda/işte geçiriyor olmasının (örneğin ABD’de bu ortalama 7-8 saat) etkisi büyük. Internet kafe kavramı ise buna göre şekillenmiş durumda, gerçek oyunculara yönelik devasa, aşmış sistemli, ısıtıcılı koltuklu kafelerden daha casual oyunculara ve son treni kaçırmış iş adamlarına yönelik içinde sadece bilgisayar ve yatak bulunan tek odalık manga kafelere kadar çeşitleniyor. Tabii her şehirde bulunan devasa Pachinko salonlarına burada değinmeyeceğim.
Son olarak Japon oyunlarında sıkça rastladığımız karakterini çeşitlendirme ve kişiselleştirme özelliğinden de bahsetmek lazım. Bildiğiniz gibi Japon (daha doğrusu bütün doğu Asya) stereotipi birbirinden ayırt edilemeyen şahıslar şeklinde resmedilir. Özellikle genç kesimde buna karşılık sürekli kendini benzersiz bir bireye çevirme yönelimi var. Saç şekli, rengi ve kişisel aksesuarlar gibi. Doğal olarak bu oyunlarda da kendini gösteriyor. Sırf yarattığı Tekken karakterini veya Gundam modelini arkadaşına gösterip eğlenen gençlere şahit olmak zor değil. Bu yüzdendir ki oyunlarda da bizim için artık gına boyutuna gelen “kendi karakterinizi yaratın, benzersiz olun” gibi opsiyonlara daha sık rastlıyoruz.
Görülen o ki otaku kültürü ve hardcore bir oyuncu kitlesi, sürekli bir komün halinde hareket eden, beraber çalışan ve sosyalleşen bir toplum için biraz daha şüpheyle yaklaşılan, bahsedilirken tek kaşın kalkmasına neden olan bir kavram. Çoğu Japon için anime ve oyunlar hoşça vakit geçirtecek, yaşamın kargaşasından bir an olsun nefes aldırtacak yan hobilerden öteye gidemiyor. Çoğumuz için oyun oynamanın temel nedeni de bu değil mi?