Bu yazı daha önce Oyungezer dergisinde yayınlanmıştır.
Benim adım Marius Titus. Ben bir Roma askeriyim, hem de en iyilerinden biri. İmparatorluğu her türlü tehlikeden korumaya ant içtim. Ama her şeyden önce ben de bir babanın oğluyum; ailesi barbarlar tarafından katledilen bir oğul… Babam kollarımın arasında can verirken benden intikamını almamı istedi. Ve bu sözü tutmaya kararlıyım; her ne pahasına olursa olsun. Çünkü ben ölümüm. Ben intikamım! Ve bu benim hikâyem…
Geçtiğimiz yıl sadece Xbox One için piyasaya sürülen ve PC oyuncularını boynu bükük bırakan Ryse, çıkışının üzerinden 1 yıl geçtikten sonra nihayet bilgisayarlarımıza da konuk oldu. Hem de 4K teknolojisiyle… Marius Titus adlı genç bir lejyoneri yönettiğimiz yapım üçüncü şahıs kamerasından oynanan kanlı mı kanlı, fişek gibi bir aksiyon sunuyor bizlere. Kesilen kolların, koparılan kellelerin, ekranı kızıla boyayan kanın haddi hesabı yok. Eğer Russell Crowe’un meşhur filmi Gladyatör’le veya geçtiğimiz yıllarda epey popüler olan Spartacus adlı TV dizisiyle az çok haşır neşirliğiniz varsa neler beklemeniz gerektiğini zaten tahmin edebiliyorsunuzdur.
Tosbağa taktiğini gerçekleştirdiğimiz kısımlar eğlenceli olmuş
Ryse, İmparator Neron’un hükümdarlığının son zamanlarında, Roma İmparatorluğu’nun Britanya kabileleriyle savaş hâlinde olduğu yıllarda geçiyor. Oyuna başlar başlamaz bir anda kendimizi işgal altındaki Roma sokaklarında kıran kırana savaşır ve İmparatoru “barbar” akıncılardan korumaya çalışırken buluyoruz. Tabii bir yandan da oyun mekaniklerine alıştırılıyoruz bu kısımda. Komutan Marius’un birbirinden kanlı meziyetleriyle tanıştıktan ve sarayı düşmanlardan temizledikten sonra İmparator Neron ile birlikte kendimizi bir mahzene kapatıyoruz. O noktadan itibaren de Marius’un neden askerliği seçtiğini, nasıl komutan olduğunu ve bugünlere nasıl geldiğini dinlemeye (ve oynamaya) başlıyoruz.
İntikam QTE ile yenen bir yemektir
Ryse’ın kontrolleri gerçekten de çok basit. Faremizin sağ tuşuyla kalkanımızı, sol tuşuyla da kılıcımızı yönetiyoruz; boşluk tuşuna bastığımızdaysa rakiplerimizin saldırılarını engelleyebiliyoruz. Bunun yanı sıra bir de düşmanlarımızı yeterince zayıflattığımız zamanlarda kullanabildiğimiz “infaz” özelliğimiz var. Bu yeteneğimizi aktifleştirdiğimizde etrafımızdaki her şey ağır çekim moduna geçiyor ve rakiplerimizin etrafı mavi veya sarı bir ışıkla hafifçe parıldamaya başlıyor. Burada yapmanız gereken şey sarı ışığı gördüğünüzde kalkanınızı, mavi yandığındaysa kılıcınızı savurmak. Gelgelelim doğru anda doğru tuşa basmanın tek getirisi aldığımız tecrübe puanının fazlalığı oluyor. Yanlış bir harekette bulunmamızın ya da zamanlamayı kaçırmamızın neredeyse hiçbir önemi yok. Daha yavaş seviye atlamanın dışında elbette…
Bu kalkanları ve bazı parşömenleri topladığınız zaman bonus içeriklere kavuşabiliyorsunuz
Buna ek olarak kılıç dövüşü sırasında aktifleştirebileceğimiz dört ayrı yeteneğimiz de mevcut. Bunlardan ilki sağlığımızı geri kazanmamızı, ikincisi “focus” adlı özelliğimiz (düşmanları kısa süreliğine sersemletip çevremizi hızlı bir şekilde temizlememizi sağlayan bir yetenek) için gerekli enerjiyi toplamamızı, üçüncüsü rakiplerimize daha fazla zarar vermemizi, sonuncusuysa daha fazla tecrübe puanı toplamamızı sağlıyor. Tabii ki az önce bahsettiğim QTE infazlarını doğru gerçekleştirebildiğimiz takdirde… Topladığımız tecrübe (ya da oyundaki adıyla cesaret) puanlarıyla karakterimizin bazı özelliklerini geliştirebiliyoruz. Tek kişilik oyuncu modunda bu ne kadar enerjimiz olduğu ya da yanımızda ne kadar mızrak taşıyabileceğimiz gibi özelliklerimizi etkilerken çok oyunculu modda ise daha kaliteli ekipmanlara kavuşmamızı sağlıyor. Bunun yanı sıra infaz özelliklerimize de seviye atlatabiliyor, böylece bize kazandırdıkları puanları fazlalaştırabiliyoruz.
Boşuna dememişler tarih “tekerrürden” ibarettir diye…
Lâkin tüm bu anlattıklarıma rağmen Ryse bir noktadan sonra feci bir kısır döngüye girmekten kurtulamıyor. Çünkü kendisi çeşitlilikten ve derinlikten yoksun bir oyun maalesef. Her şeyden önce karşımıza kim çıkarsa çıksın, nereye gidersek gidelim kendimizi hep yanı şeyi yaparken buluyoruz. Blokla, kalkanı savur, kılıcı sapla, infaz. Blokla, kalkanı savur… Eğer düşmanlar biraz farklılık gösterseydi bu çok da büyük bir sorun olmayabilirdi, ama maalesef onların sayısı da 5-6’yı geçmiyor. Baltalıydı, kalkanlıydı, çift kılıçlıydı derken daha oyunun ortasına bile gelmeden önce hemen hemen tüm düşman çeşitlerini görmüş ve hepsine uygulanacak taktiği fazlasıyla öğrenmiş hâle geliyoruz. Üstelik kaplamaları da hiç değişmiyor. Mesela tüm çift kılıçlıların ya da tüm kalkanlı adamların sadece tek bir tipi var. Bunun sonucunda da kalabalık bir düşman grubuyla karşılaştığımızda aynı adamdan yan yana 3-4 tane görmek kaçınılmaz oluyor.
Karşınızda Kolezyum’un yeni şampiyonu Maximus Virtus!
Başlarda oyuna renk katan ve gözlerimizi yuvalarından oynatan infaz sahneleri de maalesef bu tekrarlanma durumundan muzdarip. Bir noktadan sonra her animasyonu ezbere bilir hâle geliyoruz ve ne kesilen gırtlakların ne de kopan kolların etkileyiciliğinden eser kalıyor. Üstüne bir de kılıç kalkan dışında başka bir silah kuşanamamamız eklenince… Evet, arada bir mızrak atabildiğimiz ya da Scorpio adlı devasa arbaleti kullanabildiğimiz yerler de oluyor. Hatta bazı bölümlerde askerlerimizle omuz omza durup Romalıların o meşhur “tosbağa” taktiğini uyguladığımız kısımlar da var; ama bir müddet sonra “onlar bile” tekrara giriyor. Hâlbuki oyunda arada bir çift kılıç ya da ne bileyim teber kuşanmak ve bunlara özgü taktikler kullanmak, düşmanların bölümlere göre farklılıklar göstermesi, bir yetenek ağacımızın olması gibi özellikler yer alsaydı şu anda çok farklı şeyler konuşuyor olabilirdik.
Işıklar, kamera, motor!
Oyunun hikâye kısmı da inişli çıkışlı bir yapıya sahip. Karşımızda klasik bir “ailesinin intikamını alan kahraman” senaryosu var. Sonlara doğru ufak bir sürprizle karşılaşsak klişelere yakalanmaktan kurtulamıyoruz. Hele Marius’un veya Komutan Vitallion’un askerleri gaza getirmek için yaptığı konuşmalar ne yazık ki etkileyici olmaktan çok uzak. (O değil de Kral Theoden’in Rohan atlılarını coşturduğu sahne ne güzeldi be!) Bununla birlikte “barbarları medeniyete kavuşturan medeni Roma” temasının oyunda ilerledikçe çarpılmaya başlaması ve imparatorluğun aslında ne denli yozlaştığının sunuluş şekli gayet güzel işlenmiş. Oyunun tavan yaptığı kısımlarsa kesinlikle ama kesinlikle Neron’un iki kendini beğenmiş, küstah oğlunun sahne aldığı yerlerdi. Her ikisi de ayakta alkışlanacak denli başarılı birer karakter olmuş.
Ryse’ın en güçlü olduğu yönü grafikleri hiç şüphesiz. Zaten karşımızdaki bir Crytek oyunu olunca başka türlüsü de beklenemezdi. Çıkışının üzerinden 1 yıl geçmesine rağmen Ryse hâlâ bugüne dek gördüğümüz en iyi, en göz alıcı grafiklere sahip. 4K çözünürlüğünü açamadığınız sistemlerde bile kelimenin tam anlamıyla muhteşem görünüyor. Hatta Marius’un babasıyla ya da komutanı Vitallion’la konuştuğu sahnelerde ekrandaki görüntüler sinema filmlerine taş çıkarttıracak derecede iyi. Keza seslendirmeler ve müzikler de öyle… Zaten PC kökenli bir firma olduklarından yapımcılar oyunu port etme konusunda hiçbir sıkıntı yaşamamışlar. Sadece ilk gün Steam Cloud’tan kaynaklanan ve oyununuzu kaydetmenize engel olan bir problem mevcuttu fakat onu da hemencecik bir hotfix ile hallettiler. Gerek 8 saatlik senaryo modu boyunca gerekse de multiplayer kısmında hiçbir takılma, donma, çökme sorunu yaşamadım. İlla ki bir şeylerden şikâyet etmem gerekseydi tuşların keyfimize göre ayarlanamamasına çemkirebilirdim. Ama başta da dediğim gibi, Ryse’ın kontrolleri oldukça basit ve rahat. O nedenle oyun teknik açıdan tam puanı kapıyor benden.
Multiplayer kısmı, oyunla birlikte bedava gelen DLC’ler sayesinde epey zengin. Bu moddayken ister bir arkadaşımızla istersek de başka bir oyuncuyla Kolezyum’a çıkıyoruz. Survival’da üzerimize dalga dalga gelen düşman akınlarına karşı koymaya, Arena modundayken de belirli görevleri yerine getirip gösteriyi tamamlamaya çabalıyoruz. Solo modunu seçip tek başımıza takılmak da mümkün. İşin kötü tarafı oyunu tamamladıktan sonra dövüş sisteminden o denli sıkılmış oluyorsunuz ki burada fazla oyalanasınız gelmiyor.
Sonuç olarak hedefi 12’den vurmaya çok yaklaşan ama bazı tasarım kararları nedeniyle kıl payı kaçıran, tadımlık bir yapım olmuş Ryse. Tabii bunda Crytek’in ilk aksiyon oyunu olmasının da payı var. Bu yapımdan elde ettikleri tecrübeyle ileride çok daha iyilerini sunacaklarından zerre kadar şüphemiz yok. O zamana dek Kolzezyum’u coşturmaya devam…
NOT
7
Künye
Ryse: Son of Rome (PC)
Tür: Aksiyon
Yapım: Crytek
Dağıtım: Crytek
Dijital Fiyatı: 39,99 $ (Steam)
Platform: PC, Xbox One
Ne İyi?
-Muhteşem grafikler
-Neron’un oğullarını boğazlamak isteyeceksiniz
-Savaş sistemi başlangıçta çok etkileyici…
Ne Kötü?
-…ama o sistem daha sonra fena sıkıyor