The Surge İnceleme - Dark Souls'a Kafa Tutabilecek Mi?

Öldük öldük dirildik be kardeşim.

 En baştan uyarayım, benim gibi oyunlarda hikâye seven biriyseniz, The Surge’den çok bir şey beklemeyin. Yok eğer oynanış mekaniği hayranıysanız buyurun efendim kapıyı açayım çünkü The Surge tam da size göre.

The Surge, insanoğlunun dünyanın kaynaklarını tükettiği distopik bir gelecekte geçiyor. E doğal olarak ortada kaynak maynak kalmayınca, uygarlık çökme noktasına gelmiş. Bu kaosun altından çıkan Mark Zuckerberg ve Facebook çakması Jonah Guttenberg ve CREO şirketi dünyayı yaşanabilir bir hâle getirme derdinde. Exo-Suit’ler kullanarak insanları ağır işlerde çalıştıran CREO'nun son çalışanı da, karakterimiz Warren. Fakat tam oryantasyona girip, ofis arkadaşlarıyla tanışacakken tesisteki robotları ve insanları etkiliyen gizemli bir olay vuku buluyor. Dediğim gibi hikâye adına çok bir şey beklemeyin, The Surge'ün olayı başka.

Oyunun parladığı en önemli nokta dövüş mekanikleri. Şimdi, ortada görmezden gelemeyeceğimiz bir gerçek var: Evet, The Surge bir Dark Souls klonu. Ama yapımcı Deck13 bir önceki oyunları Lords of the Fallen’dan bir ton ders çıkarmışa benziyor. Oyunlar da, tıpkı diğer sanat eserleri gibi kendilerinden önce gelen eserlerden ilham alırlar, bunda hiçbir sorun yok. Sıkıntı, işin direkt olarak çakma, aşırma bölgesine kaçması. The Surge kendine ait mekanikleriyle bu sorunun altından kalkmış. Her ne kadar Dark Souls formülünü kullanıyor olsa da, kendi ayakları üstünde durabilecek bir seviyede.

The Surge’ün en harika oynanış dinamiği, uzuv hedefleme sistemi. Bazı düşmanların kol, bacak, gövde ve kafalarında zırhlar yer almakta. Eğer seçtiğiniz uzuv mavi renkteyse zırhsız, yok eğer sarı renkteyse de zırhlı demek. Tabii doğal olarak düşmanlar zırhlı uzuvlarından daha az hasar alıyorlar. Ama işte The Surge’ün dövüşlerini zevkli kılan şey de işte tam da burada saklı. Her ne kadar zırhlı uzuvlara vurarak daha az hasar verebiliyor olsanız da, belli bir hasar oranından sonra finisher yapıp, uzuvları kesme şansına erişiyorsunuz. Düşen her uzuv da size scrap ve kestiğiniz uzuva göre materyal kazandırıyor. Silah tutan kolu kestiyseniz, silah parçaları; gövde zırhını kestiyseniz gövde zırhı gibi. Topladığınız bu scrapler ve materyallerle Bonfire, pardon MedBay’de seviye atlayıp, silahlarınızı geliştirip, yeni ekipman yapabiliyorsunuz.

Oyunun başında daha az dayanıklılık (stamina) tüketen ama daha çok hasar alan Lynx zırhı ve daha çok dayanıklılık tüketen ama daha çok hasar veren Rhino zırhı arasında seçim yapmanız istenmekte. Ben her ikisiyle de kayıt açıp oynadıktan sonra tercihimi Lynx zırhından yana kullandım. Bu tercih sizin nasıl bir dövüşcü olmak istemenizle alakalı. Eğer dodge yaparak saldırılardan kaçmak istiyorsanız Lynx; yerinizde durup düşmanları blokladıktan sonra ağır saldırınızla kafa göz yarmak istiyorsanız Rhino'yu seçin derim. Bu iki zırhın üzerine ekleyeceğiniz gelişmiş uzuv parçalarını, dediğim gibi düşmanlardan düşürecek ve MedBay'de scrap kullanarak bir araya getireceksiniz.

Peki onlarca manyak adam ve robotu öldürüp topladığınız kıymetli scraplerinize siz öldüğünüzde ne oluyor? Tabii ki yere düşüyorlar! Öldükten sonra MedBay’de dirilip, hemen scraplerinizi düşürdüğünüz yere gitmeniz gerekiyor çünkü oyunun şakası yok. Eğer iki dakika içinde geri dönemezseniz scraplerinize bye bye diyebilirsiniz.

The Surge, ilham aldığı oyunlardaki “kolay mob - zor boss” dengesini, “zor mob - kolay boss” olarak değiştirmiş. Oyun boyunca, zaten sayıları çok az olan bossları bir-iki denemede geçsem de, moblar ağzımı yüzümü kırdı. Özellikle de oyunun ilk 5 saatinde en tecrübeli Dark Souls oyuncuları bile afallayacaktır. Düşmanlar çeviklik ve sert vurma konusunda Souls oyunlarıyla aynı düzeydeler fakat uzuv sistemi dövüşlere çok farklı bir tat katıyor. Risk almayıp zırh olmayan uzuvlara mı vuracaksanız? Yoksa şansınızı sarı uzuvlarda deneyip, sonunda ekipman parçası düşmesini mi umacaksınız? Bu risk-ödül sistemi, aynı zamanda scrap’lerde de var. Oyunun her anında topladığınız scrap’leri MedBay’de bankaya koyup garantiye alabilirsiniz. Fakat her öldürdüğünüz düşman, bir sonrakinden gelecek scrap’in oranını arttırmakta ve scraplerinizi bankaya koyduğunuz zaman bu oran sıfılanıyor. Oranı arttırıp daha fazla scrap mi alacaksınız? Yoksa aç gözlülük yapmadan riske girmeyecek misiniz? The Surge'ün oyuncuya sunduğu bu risk dinamiği oyunu zevkli kılan en önemli unsurlardan bir tanesi.

Scraplerinizle, ekipman ve zırh yapmanın yanında, Exo-Suit’inizin seviyesi de arttırup, zırhınıza ekstra modül ekleyebilecek duruma geliyorsunuz. Estus Flask gibi size can veren ve dayanıklılığınızı kısa süreliğine artırabileceğiniz modüller The Surge’deki en büyük dostlarınız olacak. Ayrıca canınızı arttırıp, yanındaki drone dostunuzun vuruş etkisini yükselten modüllerin gücü de zırhınızın seviyesine bağlı olarak artış göstermekte.

The Surge'ün bölüm tasarımlarını da övmeden geçemeyeceğim bu arada. Oyunda düz bir çizgide ilerlediğiniz ve her adımınız da hedef noktaya yaklaştığınız bir bölüm yapısından ziyade, bir başlangıç noktası olan ve her kestirme yolun o başlangıç noktasına çıktığı dairesel bir bölüm tasarımı söz konusu. Bu yeni bir bölgeye girdiğinizde, haritayı ezberleyip kestirme yolları bulana kadar dikkatli olmanızı sağlıyor. Ki zaten mob'ların dövüş kapasitelerini de düşündüğünüzde oyun her an tetikte kalmanızı istemekte.

Fakat The Surge'ün iki büyük kusuru var. Bütün Souls oyunlarını oynamış, hayatı Roguelike oyun oynamakla geçen biri olarak, oyunlardaki zorluk ve adil olma dengesini çok iyi bildiğimi söyleyebilirim. The Surge bazı zamanlarda bu dengeyi çok bozuyor. Gerçekten bazı bölümler tırnak yedirten cinsten. Bu tarz oyunları zevkli kılan şey, tekrar tekrar öldüğün düşmanın saldırılarını öğrenip, çevreyi ve oyun alanını kendi avantajına göre kullanıp en nihayetinde o düşmanı öldürmektir. Her ölüm, aynı zamanda tecrübe demek. The Surge bazı bölümlerdeki çevre ve düşman tasarımlarıyla, bu ölüm/tecrübe dengesini çöpe atmış. Ayrıca oyun çirkin gözüküyor. Grafiksel olarak değil ama sanat ve çevre tasarımı olarak çok sade ve tek düze bir yapısı var. Endüstriyel tesisler, metal koridorlar ve hep aynı düşmanlar bir süre sonra çok sıkmaya başladı. Bir de bunun üzerine oyunun kaliteli bir hikâyesi ve arka planı olmadığı için The Surge'ün dünyası, içinde geçirdiğim 25 saat boyunca ben de hiçbir etki yaramadı.

The Surge belki de sadece tek bir şeyi iyi yapıyor: Dövüş mekanikleri ve onu destekleyici tasarımlar. Fakat bunun dışında geriye kalan her şey; hikâyesi, arka planı, düşman tasarımları, müzikleri, karakterleri, her şeyi olabildiğince sıradan. Eğer canınız Souls oyunları gibi olan ama ilham aldığı konsepte kendi fikirleriyle katkı sağlayan bir oyun oynamak istiyorsa, zaten çok fazla şansınız yok, The Surge'ü mecburen alacaksınız. Fakat sakın ondan derin bir hikâye, muhteşem sanat tasarımı ve dünya beklemeyin.

Artılar

  • 25 saat boyunca sıkılmadan oynadım.
  • Tam yerinde dövüş ve destekleyici oyun mekanikleri.
  • Akıllıca tasarlanmış bölümler.

Eksiler

  • Dövüş yapmak dışında dünyası bomboş. Sığ bir arka planı var.
  • Bazen adilliği zorluğa feda ediyor.
  • Hikâyesi çok meh.

 

NOT:7.0

SON KARAR: The Surge, kaliteli oynanış mekaniklerini iyi bir hikâye ve dünya tasarımıyla destekleyebilseydi bu yılın en iyi oyunlarından biri olmaya aday olabilirmiş.

YORUMLAR
Parolamı Unuttum