İnceleme:Wolfenstein: The New Order

"ALMANLIKTAN ALDIĞIM TADI HİÇBİR ŞEYDEN ALMADIM"

 

Bu yazı daha önce Oyungezer dergisinde yayınlanmıştır.

11 Ekim 1960,

Bu satırları Berlin Olimpiyat Stadı’nın tuvaletinde yazıyorum. Bütün bu büyük zaferlerin ardından içimde bir türlü sönmeyen nasyonal sosyalizm ateşini hissettiğim en harika günlerden biri bugün! Tarihin en başarılı müzik grubu Die Kafer’in dünya turnesi bugün burada başlıyor, dışarıda kalanları da sayarsak neredeyse 1.000.000 üstün Alman insanı tarafından izlenecek ve dinlenecek. 30’lu yıllardaki o büyük mitinglerin ardından ilk defa böyle ateşli bir kalabalık sadece müzik için bir araya geliyor. Joseph Goebbels’in ardından Ay’a ilk ayak basan insan olan Hans Armstrak’ın da bir konuşma yapacağı söylentisi var. Üstün ırkımızın hak ettiği tüm zaferleri kazanmış olması ve bugün burada dünyanın en güzel insanlarının yüzündeki bu kıvanç ifadesi, tarihi yeniden yazan bir imparatorluğun gururunu yansıtıyor. Die Kafer, turnenin geri kalanında, atom ile yıkılan ABD, Rusya ve İngiltere’nin yeni çocuklarına, Alman’ın egemenliğini, gücünü ve umudunu bir defa daha gösterecektir!

Tanrı Almanya’yı korusun! Tanrı Führer’i korusun!

 

İnsanlık tarihinin belki de en gerçeküstü dönemlerinden birinin bu kadar yakın tarihte, insanlığın gelişiminin ve olgunlaşmasının en büyük adımını atmaya hazırlandığı günlerde yaşanmış olması bana oldum olası inanılmaz gelmiştir. Bir lider, efsanevi kurmayları, çarpık bir siyasi felsefe, gösterişin büyüsüne kapılıp kandırılmış koca bir ulus ve büyük bir kavga. Bu uğurda ölen, öldürülen milyonlarca insan. Değişen bir tarih, değişen medeniyetler, değişen bir teknoloji ve değişen insanlık değerleri. Bütün bunların epik bir insanlık dramını anlatan kitaplar, filmler v.b. eserler olması gayet doğal gelebilirdi ki zaten biz bugün bütün bunları bu şekilde öğrenirken gerçekleğini pek kavrayamıyoruz. Ama o dönemin ne yazık ki tamamen gerçek olması, üstelik de evrensel değerlerin iyice kökleştiği topraklarda ve zamanlarda yaşanması sizce de akıl almaz bir durum değil mi? Koca bir halkın bir ruh hastasının peşinden gidip dünyayı yakmak istemesini şu an ne kadar çabalasak da anlayamayız gibi geliyor. Bahsettiğim Nazi Almanya’sı eğer fitilini ateşlediği savaştan galip ayrılsa idi neler olabileceğini düşünebiliyor musunuz? Bu alternatif zaman çizelgesi için bugüne kadar pek çok senaryo üretildi, onlardan biri de Bethesda ve MachineGames'in karanlık hayal dünyasından çıkıp geldi. Neye benzediğini merak ediyorsanız sizi bu tarafa alalım. Wolfenstein: The New Order, karanlık bir parodi eşliğinde Nazi kıçı tekmelemenin en güzel yolu!

wolfenstein-1

İşte oyunun kilit noktası olan ve bir defa daha oynamanıza yol aşabilecek olan seçim sahnesi.

FPS’LERİN ÖZÜNE DÖNÜYORUZ

Klasik Wolfenstein 3D'yi hatırlar mısınız? Başta bir FPS bile değil, Muse Software tarafından gizlilik temalı bir platform oyunu olarak tasarlanan bu oyun, id Software tarafından satın alındıktan sonra FPS standartlarını tanımlayan oyunlardan birine dönüşmüştü. Bugün Doom, Quake, Half-Life, Medal of Honor, Battlefield, Call of Duty ve hatta Wolfteam varsa, işte tam da bu adamların 1992 tarihli, insan gözünden bakan bir ekranda, silahla Nazi öldürmece oyunları sayesinde var. Elimizdeki oyunun geliştiricisiyse Riddick ve Darkness gibi iyi FPS oyunlarına el atmış olan MachineGames. Fakat bu, oyunda bir şekilde id Software katkısı olmadığı manasına gelmiyor. Dağıtıcı Bethesda’nın bir süre önce id’i kalıcı olarak bünyesine kattığını hepimiz biliyoruz. Zaten oyunun grafik motoru tamamen id imzasını taşıyan id Tech 5. MachineGames ismini görüp oyundan koşarak uzaklaşmayın, çünkü efsane nazi kıçı tekmeleyicisi William “B.J.” Blazkowicz bu adamlar için tekrar geri döndüyse bir bildiği vardır.

wolfenstein-2

Yeni nesil Alman askerlerinin böbrekleri ve beyinlerinin yerleri değişmiş durumda.

Nerede o eski FPS'ler!” diyenler ellerini kaldırsın! (Çoğul ekini yanlış anlayanlarınız yerden dergiyi geri alsın, bekliyorum.) Evet, sizler yaşadınız. Eski tip solo ve hikâye odaklı FPS oyunlarını özleyen, karakter gelişimine takılmadan hızla ilerlemek isteyen, klavyenin 1-10 arası tuşlarına basınca silah değiştiren, herhangi bir silahın tetiğine basılı tutup düşman dalgasını piksel cennetine yollamayı sevenleriniz; yüzünüze yerleşecek ve oyun bitene kadar da gitmeyecek olan o gülümsemeye hazır olsun. "Bu oyunun multiplayer’ı bile yok!" dediğim an sayfayı çevirecek olanlar kadar, daha bir heyecan içinde okumaya devam edeceklerin de olduğuna eminim. Yıllardır eğlence ve hikâye odaklı iyi bir FPS beklediniz biliyorum, işte Wolfenstein: The New Order derdinize derman olmak ve ne zamandır değiştirmediğiniz farenizi çöpe göndermek için geldi…

DÜNYANIN DİKKATİNE, ALMANLIK AYAĞINIZA GELDİ

William “B.J.” Blazkowicz ve ekibinin, savaşın son demlerinde gerçekleşmiş, başarısızlıkla biten bir görevlerini oynayarak başlıyoruz oyuna. Sırf onların görevleri değil Almanya karşısındaki bütün ülkeler, bütün ordular ve birimler, Nazi’lerin yeni ve yenilmez savaş teknolojileri geliştirmesi karşısında başarısız oluyor ve II. Dünya Savaşı kaybediliyor. Nazi’ler Avrupa’da büyük bir Alman İmparatorluğu kuruyor. Bir yandan da neredeyse bütün dünyayı kontrol atlında tutuyorlar ve en ufak direnişin bile başını eziyorlar. Nazi’lerin gerçekten de denediği birçok sıradışı deneyden esinlenerek yazılmış hikâye, deli-dahi baş kötü General Deathshead’in bu tür deneyleri oyunda gerçeğe dönüştürmüş olması ile başlıyor. Yapay zeka ile geliştirdiği robot teknolojisi, yarı robot yarı insan olan ve süper zırhlara sahip Nazi askerleri falan derken Almanya’nın savaşı kazanmış olmasına pek de şaşırmıyorsunuz. Son görevinde Deathshead tarafından yenilgiye uğrayan, öldürülmeye çalışılan ve büyük bir seçim yapmak zorunda kalan William “B.J.” Blazkowicz de 14 yıllık komasından uyandığında duruma pek şaşırmıyor ve direnişi yeniden örgütleyip intikam macerasına başlaması çok da uzun sürmüyor.

 

wolfenstein-3

 

Şu lazer topunu biraz tutabilecen mi Hans’cığım.

Nazi yönetimindeki alternatif zaman dilimi oyuna gerçekten çok iyi yansıtılmış. Avrupa topraklarının içinde bulunduğu kaos ve yıkıntı sanatsal açıdan gayet iyi kotarılmış. Dev yapılar ve ateş kusan sanayi devriminin izleri, savaşın ve döküntüler içerisinden yükselen Alman İmparatorluğu'nun hem ihtişamını hem de korkunçluğunu size hissetiriyor. Blazkowicz gibi kocaman adamların bile kendini aciz hissedeceği bir ortam var. Londra ve Berlin’de bu tip ortamlarda geçen bölümler çeşitlilik açısından çok fazla değil ama haritalar üzerindeki emek her defasında kendini hissettiriyor.

wolfenstein-4

Du hast hast hast hast! (du kıs kıs kıs’ın almancası)

Eski tip bir FPS olduğu için tamamen çizgisel bir oynayış bekleyebilirsiniz fakat durum pek öyle değil. Tamam neredeyse her mekan koridor sistemi üzerine kurulmuş ama gidiş yolunuzu kendinizin kontrol edebileceği ve bu şekilde taktiklerinizi de değiştirebileceğiniz birkaç seçeneğiniz oluyor genelde. Özellikle haritayı bulduktan sonra hem ulaşmanız gereken noktaya giden yolları daha iyi kavrıyor, seçeneklerinizin sayısını artırıyor hem de haritada sizin için gizlenmiş bütün öğeleri görebiliyorsunuz. Ve bu oyunun en çok zamanınızı kemirecek yanlarından biri de o gizleri bulmak. Bu gizler kimi zaman dünyada olup bitenlerden haber almanızı sağlayacak bir gazete kupürü oluyor, kimi zaman mektup ya da ses kayıtları, kimi zaman da oyunun sonuna dek ne işe yarayacağını anlayamayacağınız enigma kodları, altın eşyalar ve silah upgradeleri olabiliyor. Oyunu %100’de bitirmek için çok uzun zaman harcayacaksınız. Üstelik daha ilk dakikalarda yapacağınız çok önemli bir seçim kesinlikle size oyunu ikinci defa oynatabilecek seviyede. Yani elimizde multiplayer seçeneği olmayan ama tek başınıza oynamak için bile ciddi zaman ayırmanız gereken bir FPS var.

ALMAN SİLAHI TUTUKLUK YAPMAZ!

Bu tip FPS'lerde karakter gelişimi, seviye atlama falan gibi RYO öğelerini çok sevmem. Fakat işin içinde Bethesda’nın da parmağı olduğundan Wolfenstein da payına düşeni almış. Ama yapımcılar bu defa çok güzel bir formül bulmuşlar ki bu karater gelişimine bizim direkt olarak etki zorunluluğumuz yok. Yani biz oyunu haldur huldur oynarken de karakterimiz ya da silahlarımız bir şekilde gelişiyorlar. Bunu basit işleyen bir perk sistemi ile çözmeyi seçmişler. “X kadar düşmanı x yaparak öldür” gibi ufak görevleri tamamlayınca yeni perkler kazanıyorsunuz. Bunların çoğunu farkına bile varmadan kazanacaksınız fakat menüden ulaşıp tek tek bakabilir ve oyun tarzınıza göre Stealth, Assault, Tactical ve Demolition perklerinden istediklerinizi açıp karakterinizi o yönde geliştirebilirsiniz. Bu yarı-otomatik RPG öğesi çok güçlü değil fakat eski tip bir FPS’nin zaten buna ne kadar ihtiyacı var, tartışılır.

wolfenstein-5

Korkmaaaaa 2-3-4....

Gerekliliğini tartışmayacağımız tek şey ise sanırım silahlar! Hem çeşitliliği hem de vuruş hissi bana sorarsanız klasik bir FPS’nin en kritik noktalarıdır. Silahların animasyonu ve tepkime süreleri karşınıza çıkan düşmanların da animasyonu ile birleşip size o vuruş hissini verir ya, biz FPS severlerin türe aşık olmasını sağlayan ayrıntı odur işte. Sevgilinin boynundaki ben gibidir o vuruş hissi. Keşfettiğiniz an vurulduğunuz, bütünün en özel parçası gibi. Daha fazla Shakespeare’e bağlamadan sadede gelecek olursak, Wolfenstein bence Bioshock’tan sonra son dönemlerde çıkmış, vuruş hissini en iyi veren oyunlardan biri. Oynadığım canavar gibi bilgisayarın da etkisi yadsınamaz tabii ki. Ultra ayarlarda akıp giden silah ve karakter animasyonları sayesinde sürekli aksiyonun ve dövüşün içinde hissettim. Bu noktada oyunun grafiklerini de övmeden geçmemek lazım. id Tech 5 artık eskise de doruk noktasını Wolfenstein’da yaşamış diyebiliriz. Oyunun grafik dili stilize sayılmaz, çok kendine özgü değil ama o başlarda bahsettiğim kaotik ve yıkık ortamı daha iyi sindirmenizi sağlayan etkileyici bir görselllik hakim oyuna.

Vuruş hissi, atmosfer, aksiyon dolu akıcı oynanış derken silah seçeneklerinin az sayıda olması işin can sıkan tarafı oluyor. Klasik olarak pistol, machine gun ve shotgun'ımız var. Bunların hepsini çift elimizde kullanabiliyoruz. Dev robotlardan ya da sabit silahlardan aldığımız minigun ile de gayet büyük katliamlar yapabiliyoruz fakat çok daha fazla silah çeşidi olabilirdi diye de bir yandan iç geçiriyoruz. Silahların gelişmesi sonucu shotgun’ımız bir rocket launcher’a kadar dönüşüyor. Normal ve Tesla Grenade olarak iki farklı bomba taşıyabiliyoruz ki Tesla Grenade oldukça kullanışlı çünkü etki alanındaki tüm elektronik cihazları bir süreliğine bozuyor. Dev robotlara karşı elinizdeki en etkili koz olacaktır. Bir noktadan sonra oyunda LaserKraftWerk isimli bir silah alıyoruz ki en çok gelişimini bulacağınız ve bir noktadan sonra elinizden düşürmeyeceğiniz silahınız bu olacak diyebilirim. İlk başta tel keserek kendinize yol açtığınız bu ufak silah daha sonra büyük bir katliam lazerine dönüşüyor. Nihayetinde, silahları iki elle kullanabilmek, gelişimleri sayesinde farklı özelliklerini açmak ve LaserKraftWerk derken içinizde bazı ukteler kalsa da gayet keyifle Nazi kıçı tekmeliyorsunuz, merak etmeyin. Düşman çeşitliliği fazla değil fakat zorluk seviyesine göre hem sayıları hem de yapay zekaları arttıkça sizi oldukça zorlayacaklar. Bir haritada onları ister gizli modda harcayın, isterseniz de farenin tuşunu kırana kadar basılı tutun. Ama önce kumandanları bulup öldürmeyi de unutmayın. Gerçekten çeşitliliği yüksek ve aksiyonu su gibi akan keyifli dövüşler sizi bekliyor. FPS oyunlarının özüne dönmeye kesinlikle hazır olmalısınız.

 

wolfenstein-6

Berlin gece hayatı bildiğimiz gibi.

 

O BIYIK VE SAÇLA YİNE DE BİR YERE KADAR

Wolfenstein: The New Order beni eskinin hikaye odaklı aksiyon dolu FPS’lerine geri götürdü. Ve en büyük artılarından biri de eskinin FPS oyunlarında bu kadar güçlü olmayan hikaye anlatımını kusursuz aktarmasıydı. Sık sık giren ara videolar yine bir anda sizi oyunun içine yeniden o kadar hızlı yolluyor ki hikayeden kopmak bir an bile mümkün değil. MachineGames sinematik anlatımda ne ara bu kadar usta olmuş bilemiyorum. Bir an bir fantastik savaş filmindesiniz, bir an sıkı bir aksiyon filminde, oradan romantik bir filme geçiyor sonra bir anda dramanın dibine vuruyor, ıslanmış gözlerinizi ovalıyorsunuz.

 

wolfenstein-7

 

Grafiklere ve aksiyona laf söyletmeyeceğimi bir kez daha belirtiyorum.

Alman ulusunun zaferini ve ardından Avrupa’nın durumunu abartıya kaçmadan, pek de ciddiye almadan anlatan, görsel dili ile bunu size hissetirebilen, elinizi hiç tutmadan sizi aksiyona bırakan, sizi geren, hikayesini etkileyici bir şekilde aktarmayı becerebilmiş ama hepsinden önemlisi de olmak istediği oyun olmuş bir yapım Wolfenstein: The New Order. İyi yazılmış kara bir parodi. Epik, dramatik ve aslında bütünü ile bir o kadar da mizahi alt metne sahip bir bilim kurgu hikayesi. Oynadığınıza sizi pişman etmesi kesinlikle mümkün değil.

NOT

8+

KÜNYE

WOLFENSTEIN: THE NEW ORDER (PC)

Tür: FPS oğlu FPS

Yapım: MachineGames

Dağıtım: Bethesda

Dijital İndirme: Var – 59.99$

Bulunduğu Platformlar: PC, PS3, PS4, Xbox 360, Xbox One

 Ne İyi?

-Eski usül FPS!

-Etkileyici hikaye

-Alternatif zaman diliminin kusursuz işlenmesi

-Silahlar ve vuruş hissi

-Müzikler

Ne Kötü?

-Mekan çeşitliliği

-Multiplayer eksikliği

-Süs niyetine RPG öğeleri

-Çok daha uzun olabilirdi

YORUMLAR
Parolamı Unuttum