43 ve 7 yaşlarında iki insanın aynı ekrana bakıp aynı derecede mutlu hissetmesini sağlayan kaç oyun oynadım bilmiyorum. Astro Bot, PS5’in içinde bize verilen o tadımlık Playground oyununun katmerlenmiş, eğlencesi katlanmış, kat be kat büyümüş ama yarattığı mutluluk hissi zerre değişmemiş bir versiyonu.
Astro Bot’u ilk açtığınızda inanılmaz bir tanıdıklık hissi kaplıyor içinizi. Giriştiğiniz ilk saniyeden itibaren sanki ilk oyundan şimdi çıkmış yeni oyunun devasa galaksisine adım atmışsınız gibi oluyor. Özünde aynı ama kapsamı açısından çok daha büyük bir oyun alanına sahipsiniz artık. Oyunun öznesini yine Playstation ve Playstation’ın unutulmaz figürleri oluşturuyor. Uzayda kendi halimizde dolaşırken muhtemelen oyun dünyasındaki en şirin kötüyle karşılaşıyoruz ve Playstation’ımızın hafızası bir yana, işlemcisi başka tarafa gidiyor. Sadece Playstation’ımız bozulsa iyi, 301 (mi acaba*) yol arkadaşımızın her biri galaksinin farklı köşelerinde gözden kayboluyorlar.
Maceramız PS5’imizin çakıldığı enkaz alanında başlıyor. Üzgün, yorgun ve yaşadıkları karşısında şok yaşayan sevgili Astro Bot’umuzun gözüne gökten düşen bir ışık hüzmesi takılıyor. Hemen koşup yanına gidiyoruz ve işte o anda Astro Bot’un muhteşem galaksisinin kapıları açılıyor.
Her ne kadar galaksi içindeki erişilebilir alanlar silüet şeklinde görünse de 6 farklı sistemde kayıp botları ve uzay gemimizin parçalarını arayacağımızı anlıyoruz. Her sistem kendi konseptine sahip ve gerçekten çok etkileyici. Yani öyle bölümlerle karşılaşıyorsunuz ki müziğiyle, tasarımıyla aklınıza kazınıyor. Mesela benim için Spooky Time, Cannon Brawl, Bot of War o bölümlerden bir kaçı. İnşaat sahalarından, karlı platformlara, çölümsü bölümlerden, korkunç şatolara kadar aklınıza gelebilecek her çeşit alanda koşturuyorsunuz. Bölüm çeşitliliği oldukça fazla ama düşman çeşitliliği için aynı şeyi söylemek zor. Yine de bundan çok rahatsız olmuyorsunuz. Açıkçası ben oyun boyunca Astro’ya odaklandığım için, kimin kafasına basmışım, kimin kuyruğunu çekmişim, kimi ayak altı lazeriyle kızartmışım pek umursamadım.
Tabii koşuşturma işi öyle bir başınıza, tabana kuvvet olmuyor. İlk oyundan hatırladığınız güçlerin hemen hemen hepsi ve daha fazlası Astro Bot’ta da size eşlik ediyor. Playground’dan hatırlarsınız, ek bir güç elde ettiğinizde o gücü size veren giysi sayesinde bu güce kavuşurdunuz. Yani kurbağa gibi zıplayacaksanız görünümünüz de o şekli alırdı. Serinin yeni oyununda ek güçlere farklı bir yaklaşım geliyor. Güçlerinizi veren hayvancıkları sırtınızda taşıyorsunuz. İleriye doğru atılmanızı sağlayan köpek, sizi yukarı fırlatan tavuk, bulduğunuz her sıvımsı şeyi hortumlamanızı sağlayan fil hep sırtınıza biniyor. Bu ve benzeri oldukça fazla sayıda ve çeşitlilikte özel güç maceranıza eşlik ederken özellikle zamanı yavaşlatma gücü, etkileyici bölüm tasarımlarının ve yaratıcı çözümlerin kapısını açıyor. Her bölümde bir özel gücünüz oluyor; bu nedenle hangi gücü kullanıp hangi bulmacayı çözmeliyim sorularıyla uğraşmıyorsunuz.
Astro Bot’un belki de en eğlenceli tarafı bu. Sizi kesinlikle zorlamayan, tamamen keyif almanız için tasarlanmış bir oyun görüntüsü var. Oyun kesinlikle öyle süper kolay bir oyun değil. Yani sağdan soldan düşüp ölmeler, sevimli düşmanlar tarafından elektriğe çarptırılmalar, lavlarda yanmalar olacak. Ama şunu garanti edebilirim ki hiç bir zaman sinir olmayacak, “uğraşamam” diyip oyunu bırakmayacaksınız. Hiç bir ana bölümün tasarımı el becerinizden dolayı bölüm sonunu göremeyeceğiniz şekilde tasarlanmamış. Oyunun ana mücadelesi bölümlerde mahsur kalmış robot arkadaşlarınızı ve yapboz parçalarını bulmak. Bir de gizli geçitlerimiz var tabii. Bir bölüme başlayıp bitirmeden başından kalkmanız olası değil, ama bölümdeki her robotu ve puzzle parçasını bir kere de bulamayabilirsiniz. Mantıksız yere konumlanmış hiç bir robotçuk olmasa da bazıları çok zekice gizlendiğinden ilk turda hepsini bulamazsanız üzülmeyin. Bölümü tekrar tekrar deneyip her taşın altına bakabilir ya da bölümü bir kez bitirdikten sonra hemen girişteki 200 paracık bedelli yardımcı kuşunuzu size eşlik etmesi için kiralayabilirsiniz. Bu şirin kuş başının etrafındaki sinyali hızlı / yavaş yakıp söndürerek size bir çeşit sıcak & soğuk oyunu oynatıyor. Bölümde gizli kalmış ister robot ister yapboz ister gizli geçitler olsun, hangisine yaklaşırsanız sinyaller güçleniyor; siz de nereyi araştırmanız gerektiğini anlıyorsunuz.
Oyunun özünün “eğlence” olması işinizi kolaylaştırmasından değil, klasik platform oyunlarının can sıkıcı özelliklerinden arındırılmış olmasından geliyor. Mesela Astro Bot’ta “can” “hak” adına ne derseniz diyin ondan da yok. Bölümde 117 kez ölüp yine checkpoint’lerden devam edebilirsiniz. Bunun tek istisnası galaksi sistemi sonu canavarları. Oralarda 3 hakkınız oluyor. Darbe aldığınız 2 kalkanınızdan birini kaybediyor, sonunda da mücadeleye baştan başlamak durumunda kalıyorsunuz. Bu bölüm sonu canavarlarının yaratıcılıkları, dövüş dinamikleri son derece etkileyici ve her biri birbirinden eğlenceli. Yani en son ne zaman kocaman bir gorilin dişini kırıp gözünü şişirdiniz ya da yumurtayı kırıp, sarısını vakumlayarak kötücül civcivlerden kurtuldunuz bilemiyorum. Bademcik tokatlamak da cabası. Sonuçta süper eğlenceli bölümler, süper eğlenceli bölüm sonu canavarlarıyla sonlanıyor oyunda.
Astro Bot’un zorluk seviyesi tam tadında ayarlanmış diyorum ama buradan çok kolay bir oyunla karşı karşıya olduğunuz sonucu da çıkmasın. Yaşam enerjinizi bir nebze azaltmaya kararlı bölümler de yok değil oyunda. Özellikle galaksilere dağılmış kayıp semboller bölümleri oldukça iç gıcıklayıcı. Sackboy’un zamana karşı yarışılan o tırnak kemirtici bölümlerine benzer, belirli bir teması olan, kısa ama çeviklik isteyen bölümler bunlar. Ama burada bile bir platform oyununun kendinden soğutucu özelliklerine azami dikkat edilmiş. Zamanlayıcı yok mesela. Zaten zor bela bitirdiğiniz, bir daha oynamasam ne güzel olur dediğiniz bölümlerde 0.35 saniyelik gecikme yüzünden gümüş madalyada kalma durumu yok. Bir de pes etme dürtüsü yaratmıyor bu bölümler tuhaf şekilde. Bölüm ne kadar zor olsa da “imkansız” algısı oluşturmuyor. “Bir dahaki sefer” olacakmış gibi tekrar tekrar oynatıyor kendisini. Arada 50 kez aynı telkinde bulunmanız gerekebiliyor kendinize ama sonunda gerçekten de “bir dahaki sefer” oluyor ve kayıp Botunuzla kucaklaşıyorsunuz. Oyunun geri kalanı gibi bu zorlayıcı özel bölümler de kendi türünde kesinlikle yeni bir referans noktası oluyor. Zorluğun dozajının sizi “ha gayret”le “yok artık” arasında sürekli getirip götürme becerisi takdiri hakediyor.
Oyunda bulunacaklar sadece bölümlerde koşturarak saklandıkları yerlerden çıkardıklarınız değil. Ana bölümlerde, ekstralarda, kayıp sembol bölümlerinde kurtardığınız 300ümsü botun 150 civarı Playstation tarihinden gelen özel botlar. Ama benim bahsetmek istediğim şey bu değil. Bulduğunuz her arkadaşınız Playstation geminizin etrafındaki yerini alıyor. İşte o alanda yapboz parçalarıyla oluşturduğunuz bir tek kollu makineniz var. O makineden aldığınız herşey ama herşey bir işe yarıyor. Yapbozlarla oluşturduğunuz binalardan kıyafetinizi değiştirebilir, gamepad geminizi boyayabilir, Safari dünyasında dolaşmaya çıkabilirsiniz. Ama bu tek kollu makine hepsinden üstün. Çünkü diğer binaların işe yaraması bu tek kollu makineye bağlı. Bölümlerde kazandığınız paraları burada harcayıp yeni kıyafetler, yeni renkler kazanabiliyorsunuz. Ancak açık ara en eğlenceli şey bot arkadaşlarınızın kendilerine has animasyonlarına buradan erişiyor olmanız. Normalde bir botu bulup, ana gemi alanına getirip yanına yaklaştığınızda kafasının yanında bu makinenin simgesi çıkıyor. Eğer makineden ilgili animasyonu kazandıysanız Thor’un çekiciyle ortalığı yıldırıma boğmak için Thor’u azıcık dürtmeniz yeterli. Bu sebeple, oyunu platinlemek isteyenler Gotcha Lab’i pas geçmesinler.
Süper renkli, eğlenceli, tematik bölümlerinden (sana bakıyorum Bot of War); zaman zaman rahatlatıcı, zaman zaman gaza getirici müziklerinden (senden bahsediyorum Cannon Brawl), hafiften tırnak kemirten, bitirince Soulslike boss’u öldürmüş sevinci yaratan kayıp sembollerine (evet sen, To the Beat) Astro Bot benim için Playstation’ın en eğlenceli platform oyunu. Sackboy’u baştan sona defalarca oynamış, 1 gün olsun PS5’imden kaldırmamış olan ben “underdog” görünümlü Astro Bot’a kalbimi kaptırdım. Deneyince neden olduğunu siz de anlayacaksınız.
Söylenmeyenler
|
Başlıklar
Astro Bot, Playstation 5’te oynadığım açık ara en eğlenceli, en iyi hissettiren oyun. Kolay olduğu, çerezlik bir oyun olduğu için değil; herşeyi mükemmel yaptığı, oyuncunun bir saniye olsun gülümsemesinin eksik olmamasını sağladığı için. Birçoklarının dediği gibi Playstation en sonunda kendisini tanımlayan maskotunu bulmuş olabilir.
- Baştan sona çok eğlenceli.
- Bölüm çeşitliliği fazla, gezegen sistemlerin sonlarında yer alan tematik bölümler tek kelimeyle harika
- Kontroller çok iyi tepki veriyor, platform oyunlarının kabusu olan saçma sapan atlama zıplamalar ve ölüme düşüşler yok denecek kadar az.
- Oyunun credits ekranı bile yapımcıların Astro Bot’a tüm sevgilerini döktüklerinin kanıtı
- Su altı kontrolleri, yüzey kontrolleri kadar iyi değil.
- Gizli galaksi portalları bölümleri sonlandırmasaydı daha iyiydi.