Wolfenstein serisi, 1981 yılındaki ilk oyundan bugüne 11 farklı oyunla çıktı karşımıza. Tabii bu oyunların bir kısmı yan oyun, bazıları da yeniden yapımdı. Şimdi de serinin 12. ve 13. oyunları, Wolfenstein: Youngblood ve Wolfenstein: Cyberpilot ile buluşuyoruz.
Biz de hazır yeni oyunlar da gelmişken serinin geçmişine hızlı bir bakış atıp bugüne kadarki hikayeyi aktaralım istedik. Buyurun BJ Blazkowicz ve ailesiyle 40 yıllık bir maceraya… Uyarımızı da yapmış olalım, yazının geri kalan kısmı oyunlar hakkında spoiler içerir, zaten spoiler olmadan nasıl anlatılır ki hikaye :)
Wolfenstein Kalesi’nden kaçalım…
Maceramız Castle Wolfenstein ile başlamıştı. 1946 yılında 2. Dünya Savaşı’nın tam gaz devam ettiği günlerdeydik. Naziler avantajı ele geçirmişlerdi. Bunu sağlayan da nasıl başardıklarını anlayamadığımız o muhteşem teknolojik atılımlarıydı. İlerleyen dönemlerde bu teknolojik atılımı nasıl başardıklarını da öğreniyoruz tabii. Ama o yıllarda tam bir şok dalgası kaplıyordu dünyayı. Kocaman ölüm makineleri, robot köpekler, lazer teknolojileri ve bin bir türlü silah ile müttefik kuvvetlerini çaresiz bir halde bırakıyordu.
Kahramanımız William Joseph (BJ) Blazkowicz ve ekibi, bir Nazi üssüne sızıp önemli bir görevi yerine getirmeye çalışırken, ne yazık ki işler yolunda gitmiyor ve arkadaşlarımızdan birisinin ölümüne şahitlik ediyorduk. İşin daha acısı kimin öleceğinin seçimini de bize yaptırmalarıydı. Bunu yapan isim, Nazi ordusunun liderlerinden Wilhelm "Deathshead" (Totenkopf) Strasse idi. Doğal olarak bizim de bundan sonraki önemli düşmanlarımızdan birisi olacaktı kendisi. Rehin düştüğümüz Wolfenstein Kalesi’nden bir şekilde kaçmayı başarsak da kafamıza aldığımız bir şarapnel darbesiyle uzun sürecek bir uykuya dalıyorduk.
Direniş başlasın…
14 yıllık bir koma sürecinin sonrasında BJ gözlerini açtığında Anya isimli hemşire ile göz göze gelecekti -ki kendisi ilerleyen dönemlerde biricik aşkı, kızlarının annesi, yoldaşı, mücadele arkadaşı, her şeyi olacaktı. Ama şimdi aşk işlerini bir kenara bırakıp 14 yıllık uyku esnasında neleri kaçırdığımızı öğrenmek gerekiyordu. Naziler dünyaya hakim olmuştu. BJ için yapılacak şey belliydi: Direnişin en ön saflarında yerini almak.
Anya ile birlikte Berlin trenine atlayıp yollara düşüyorduk. Ve bu trende bir başka kaçık Nazi lideri ile karşılaşıyorduk: Frau Engel. Buna da fena takmıştım, psikopat şey! Hapishanede arkadaşlarımız vardı ve yine bir tercih yapmak durumunda kalıyorduk hangisini kurtarıp hangisini ölüme terk edeceğimiz konusunda; Fergus veya Wyatt. Sonrasında ver elini Berlin’denki direniş merkezi.
Teknolojik atılımın kaynağı…
Gizemli bir Yahudi topluluğu olan Da'at Yichud (דעת ייחוד) ve çağlarının ilerisinde bir teknolojiye dair hikayeler kulağımıza çalındığında Nazilerin bu inanılmaz teknolojik atılımı nasıl başardıkları da bir anlam kazanmaya başlıyordu. Bu gizemli topluluğun üyelerinden birinin (Set Roth) bir toplama kampında olduğunu öğrenince onu kurtarmak için göreve atılıyorduk. Frau Engel ile karşılaştığımız bir başka görev. Daha kaç kere çıkacaktı karşımıza bakalım…
Kamptan kurtardığımız Set, Nazilerin Da'at Yichud’a ait bir bellek sayesinde bu teknolojik bilgileri edinip müttefikleri alt ettiğini söylüyordu bizlere, bir bilgi daha paylaşarak; başka DY bellekleri de vardı.
Sonrasında bir denizaltı çalıp Atlantik’in derinliklerinde DY belleği avına çıkıyorduk. Burada gayet hoş oyuncaklar görüyor, nihayetinde de soluğu Ay’da alıyorduk. Amacımız bu Ay üssünden nükleer fırlatma kodlarını çalmaktı. Biz bunlarla uğraşırken Frau Engel, direniş üssümüze saldırmış ve yine dostlarımızı öldürmüştü. Frau, bunun bedelini ödeyeceksin!
Şimdi rövanş zamanı!
Direniş ekibimizle Deathshead’e bir ziyarette bulunuyor ve karşımızda devasa bir robot buluyorduk. Robotu yöneten beyin isse bir arkadaşımıza aitti. Sonuçta şeytani deneyler yapmaktan hoşlanan çılgın bir adam. Böyle bir şey yapacağını tahmin etmeliydik!
> Wolfenstein Serisi Hakkında Bilmeniz Gereken 10 Şey
Ama bunun da hesabı sorulacaktı elbette. Kendisiyle son bir kez kapışırken, Deathshead kendisini havaya uçuruyordu ve tabii kahramanımızı da yanına alarak. Ama BJ yine ölmüyor, bir başka komaya dalıyordu.
Amerika’yı da görmeden olmazdı…
Bu sefer komamız birkaç ay sürecekti. Direniş ekibimiz Nazilerden çaldığımız U-Boat’ta saklanırken bir saldırıya uğruyor, güç bela ayağa kalkmış kahramanımız Nazilerin eline düşüyordu. Bir kez daha bir arkadaşımızın ölümüne şahit oluyorduk, bu sefer de Caroline ile veda zamanı idi. Onun ölüm emrini veren de Frau Engel!
Yine bir şekilde Nazilerin elinden kurtulmayı başarıyor ve kaçıyorduk. Bu esnada ekibimize yeni bir üye de katılmıştı: Frau Engel’in kızı Sigrun. Kendisi kiloları nedeniyle ve zekası hakkında çok fazla aşağılamaya maruz kalmaktan bıkmış, annesine ve Nazi yoldaşlarına sırtını dönüp ekibimize dahil olmuştu.
Anna hamileydi, BJ’in vücudu da adım adım iflas ediyordu. Kahramanlarımız umut ile yıkım arasında gidip geliyordu anlayacağınız. Hal böyleyken direniş ekibimiz için yeni hedef Amerika olacaktı. Orada direnişe katılacak yeni üyeler bulmayı ümit ediyorduk. Nitekim öyle de oldu. New York’ta direniş lideri Grace Walker ve eşi Norman ‘Super Spesh’ Caldwell ile tanışıyorduk. Artık onlar da ekibin bir parçasıydı.
Roswell’e yaptığımız bir ziyaret BJ için pek iyi gitmiyor, babası onu Nazilere ihbar ediyordu. Tabii yıllarca annesine ve kendisine kötü davranan, tam bir pislik olduğunu söyleyebileceğimiz ve şimdi de yine oğluna ihanet eden bu adamdan intikamını layıkıyla alıyordu kahramanımız. Ama yine esir düşmüştü işte.
Caldwell, eski bir avukat olduğu için bizim avukatımız olarak hücremize ziyaretlerde bulunuyor, bir yandan da kaçış planları yapıyordu. Ancak bu kaçış girişimi başarısız oluyor, Caldwell öldürülüyordu. Öldürülen tek kişi de o olmayacaktı üstelik. Canlı yayında tüm dünyaya Terör Billy’nin, yani kahramanımız BJ’in kellesinin vücudundan ayrılışı izlettiriliyordu. O an ekrana bakarken ağzımdan dökülüveren kelimeleri buraya yazamıyorum, ama siz tahmin etmişsinizdir…
Kahramanın (yeniden) doğuşu…
Neyse ki, yanımızda çılgın bir bilim adamımız vardı. Hatırladınız mı? Set. BJ’in başını bir süper asker vücuduna monte etmeyi başarıyordu Set. Böylece BJ de ölümcül yaralar taşıyan vücudunu geride bırakıp tekrar süper güçlü bir kahraman haline gelivermişti işte. Biricik yârini eşsiz, çocuklarını babasız bırakmayacaktı :)
Yolumuz tekrar uzaya düşüyordu. Bu sefer de Venüs’te bir üssü ziyaret ediyorduk. Führer, yeni bir propaganda filminde kendisini canlandıracak bir aktör arıyordu ve aktör adaylarını bizzat görmek istemişti. Biz de onların arasına sızıp üsse girmeyi başarmıştık. Burada Odin kodlarını çalmayı başarıyorduk -ki bu kodlar Nazi karargahının savunma sistemine ait kodlardı.
Sigrun kodları bizim için çözüyor, bu sayede savunma sistemini kapatıyor veNazi’lerin hava üssüne saldırıyorduk.
Ve finalde de yine bir tanıdık simayı ziyaret etme vakti gelmişti. Jimmy Carver Show’a çıkan Frau Engel ile son bir karşılaşmaya hayır diyemezdik sonuçta. Kendisini canlı yayında cansız bir beden olarak geride bırakırken, milyonlara direniş çağrısı yaparak sonlandırıyorduk programı.
The New Colossus’un finalinde hikâyeyi bıraktığımız nokta tam olarak burasıydı işte. Büyük bir Nazi liderini ortadan kaldırmıştık. Direniş adına işler yolunda gidiyordu. Anna ile BJ bir aradaydı, mutlu bir aile tablosu vardı bütün olumsuzlukların ortasında. Daha ne olsundu!
Ama şimdi, o günlerin 20 yıl sonrasında BJ’in kayıp olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Onu bulmak da ikiz kızları Jess ve Soph’a düşüyor. Ehliyetlerini almışlar mı bilemiyorum, ama gayet sıkı çatıştıklarını söylemek mümkün :) Anneleri gibi azimli, babaları gibi sağlam savaşçılar olduklarını düşündürüyorlar. Acaba gerçekten de öyle mi, görmek zamanı geldi. Bu sefer de Paris’i ziyaret edelim bakalım, bizleri neler bekliyor…
Oyunların eğlenceli olması vs ona hiç lafım yok ama hikayenin içine ettiler.