Hogwarts Legacy - İnceleme

Biraz geç de olsa Hogwarts mektubumuz geldi nihayet!

Bir dönem Harry Potter kitaplarını okuyarak büyümüş olan herkes bir noktada Hogwarts’ın o büyülü dünyasına kapılıp gitmek istemiştir herhalde. Ben o sıralarda yaş olarak biraz daha büyük olduğumdan Hogwarts mektubumun asla gelmeyeceğini bilsem de o dönem çıkan Harry Potter oyunlarından beri bilgisayar başında Hogwarts’ta dersten derse koşmanın hayalini kurmuştum hep. Hogwarts Legacy 20 küsur sene rötarlı da olsa aradığımı bana verdi nihayet. Cüppemi ve asamı kuşanıp uzuuunca bir aradan sonra yine büyücülük dünyasına dalmış buldum kendimi…

Tabii şimdi “Hogwarts tecrübesi” deyince birçoğunuzun aklına Hogwarts ekspresi gelecektir. Peron 9 ¾’ten trene atlayıp nefis İskoçya manzarası izleyerek Hogwarts’a gideceğinizi hayal ediyorsanız yanılıyorsunuz. Hogwarts Legacy, size Büyücülük Dünyası’na dair hızlandırılmış ders veriyor daha baştan. Vermesi de lazım düşününce, çünkü Hogwarts’a birinci sınıftan değil de daha önce emsali çok da görülmemiş bir şekilde direkt beşinci sınıftan giriş yapıyor karakterimiz. Haliyle ton olarak da o ilk kitapların çocuksu naifliğini komple kaldırıp atıyor, sonraki kitaplardaki karanlık, olgun havaya giriyoruz daha en baştan.

Açılışın şok etkisini çok bozmak istemediğimden sahne sahne anlatmayacağım ama karakterinizi nispeten tatmin edici seçeneklere sahip karakter yaratma ekranında yarattıktan ve “badire” atlattıktan sonra soluğu Profesör Eleazar Fig ile birlikte Hogwarts’ta alıyoruz. Profesör Fig, Hogwarts’ın içinde ve dışındaki maceralarımız sırasında bize sıklıkla eşlik edecek bir karakter; bir nevi bizim “akıl hocamız”. Kendisi bizi ucu ucuna Seçme seremonisine yetiştirdikten sonra bir Hogwarts klasiği olarak hangi binaya yerleşeceğimizi seçiyoruz. Hoş, serinin hayranıysanız hangi binaya seçilmek isteyeceğinizi zaten biliyorsunuzdur. Bu seçimin oyunun gidişatına etkileri minimal olsa da sonradan kesinlikle değiştiremediğinizi vurgulamam lazım; olur da fikir değiştirirseniz yeni karakter yaratmanız gerekiyor yani. (Neyse ki oyun size direkt 4 farklı karakter slotu veriyor. Her binadan bir karakter yaratabilirsiniz). Bu seçimin yegâne farkı hangi Ortak Salon’da takılacağınız ve bir de çok çetrefilli olmayan bir görev dizisi. Ha, tabii kendi binanızdaki karakterlerle birazcık daha fazla vakit geçirip onları biraz daha iyi tanıma fırsatı buluyorsunuz ama hikâyeye doğrudan bir etkisi yok.

Aa ben bu ismi tanıyorum galiba!

Bu arada oyundaki bazı isimlerin tanıdık gelmesi de olası tabii. Harry Potter, Hogwarts’taki öğrenimine 1991 yılında başlamıştı; bizim hikâyemizse ondan 100 sene öncesinde geçiyor. 1890 yılında başladığımız okulda tanıdık gelen isimler doğrudan hikâyelerini bildiğimiz karakterler değil, onların ataları aslında yani. Mesela Hogwarts müdürü Phineas Nigellus Black, Sirius’un büyük-büyük-dedesi. Beşinci kitapta Sirius’un da kendisinden bahsederken “Hogwarts’ın gördüğü en sevilmeyen müdür” demesinin ardındaki sebepleri bir okul yılı boyunca bolca tecrübe ediyorsunuz. (Her şey bir yana, bari Quidditch’i yasaklamasaydın be adam!). Benzer şekilde Biçim Değiştirme profesörü olan Matilda Weasley’in de Ron’un atalarından olduğu bariz. Ancak böyle her karakter mutlaka bir noktada birilerine bağlanarak “Hadi bakalım, bağlantıyı bulun!”a çevirmiyor neyse ki işi. Yine de dikkatli olanlarınızın internet meme’i olmuş Leonardo DiCaprio misali parmakla gösterip kuracağı güzel bağlantılar var bolca.

Oyundaki Hogwarts tam olarak kitaplardakiyle filmlerdekinin başarılı bir karışımı. Ağzına kadar detayla, gizemle, keşfedilmeyi bekleyen sırlarla dolu koskocaman büyülü bir kale var önümüzde. Bu konuda Avalanche dersine gerçekten çok çok iyi çalışmış. Tek Gözlü Cadı Heykeli’nin arkasından girilen ve Hogsmeade’deki Balyumruk’a açılan gizli geçitten tutun da Sırlar Odası’nın girişine kadar bulmayı bekleyeceğiniz her türlü detayı üşenmeyip eklemişler. En son baktığımda millet altıncı kitabın sonundaki malum sahnedeki karakterin Astronomi balkonundan düşüş sahnesini oyundaki Hogswarts üzerinden hesaplamaya çalışıyordu, öyle diyeyim.

Dersler falan deseniz oldukça keyifliler. Bitki Bilim, Tılsım, Karanlık Sanatlara Karşı Savunma, İksir, Uçuş, Kehanet, Astronomi, Sihirli Yaratıkların Bakımı, Sihir Tarihi derslerine giriyoruz ve her birinin kendine has basit bir mini oyunu var. (Özellikle Sihir Tarihi’nde uyanık kalmak için çaba sarfetmek komikti) Okula direkt beşinci sınıftan başladığımız için bütün profesörler bize arayı kapatmamız için özel bazı ek ödevler veriyorlar. Bu ödevleri yapması zorunlu değil ancak yaparsanız hem keşif hem de dövüşlerde işinize inanılmaz yarayan büyüleri çok daha erkenden öğrenme şansınız oluyor. (Bunları yapmazsanız maceralarınızda gerekli olabilecek olan büyüleri daha geç olsa da yine öğreniyorsunuz) Yani başlarda gerçekten her şey güllük gülistanlık aslında. “Yıllardır hayalimdeki Hogwarts ve oyun be işte!” diye müthiş keyif alarak oynadım. Ancak ne yazık ki bu büyülü hava bir yerden sonra birazcık dağılıveriyor, çünkü siz daha okula doyamadan hikâyenin odağı bir süre sonra Hogwarts dışına kaymaya başlıyor.

Hogwarts dışına deyince hepiniz bunun Hogsmeade olduğunu varsayıyorsunuz tabii; kısmen haklısınız da. Okuldan sadece biraz yürüme mesafe ötesinde bulunan Hogsmeade’de bol bol vakit geçirme fırsatınız olacak. Asıl haritanın boyutunu gördükten sonraysa muhtemelen “Oha, İskoçya’yı komple modelleselermiş?!” nidası atacaksınız. Açık dünya konusunda gerçekten de ellerini sakınmamışlar hiç. Üstelik “santimetre başına düşen ünlem miktarı”yla sizi boğmak yerine biraz daha insaflı ve dengeli gitmişler. (Gerçi Merlin Trial’larının da 90 küsür tane olmasına gerek yokmuş hiç) Quidditch olmasa da süpürge ve binekler, Uç uç Ağı’nı kullanarak ışınlanma devasa haritayı keşfetmeyi daha çekilir kılıyor.  İlk başta çok fark etmeseniz de bu açık dünyada geçirdiğiniz vakit sizin Hogwarts’taki zamanınızdan fazlasıyla çalmaya başlıyor bir yerden sonra. Eğer işin “büyü okulu” kısmına çok meraklı değilseniz bu sizin için bir eksi olmayabilir tabii ki, o açıdan beklentisi olanlar için keyif kaçırıcı olduğu kesin öte yandan. Tahminimce tam olarak bu sebeple yanınızda size eşlik eden karakterler açısından da biraz cimri davranıyor oyun. Ben Gryffindor’a yerleştim ve oyun bana başta Cressida, Garreth ve Nellie’yi tanıştırdı. Bu karakterlerin üçüyle de kısa birer yan görev dışında ne yazık ki tatmin edici bir etkileşimim olmadı. Arada bir etrafta koşuştururken “Aaa Cressida mı o ya?” dedim ama o kadarla kaldı sadece. Bunun yerine ana görevle yakın temasta bulunan üç görev ve dört karakter var. (Ki cömert davranıp Sebastian ve Ominis’i ayrı ayrı sayıyorum bakın) Çok garip bir şekilde “Gryffindor’dan bir öğrenci yapalım, bir tane Hufflepuff olsun, iki tane de Slytherin koyalım” demişler, kimse de çıkıp “Ravenclaw’dan kimseyi koymayacak mıyız?” diye sormamış. (Ya da sordularsa da “Amit var işte” dememişlerdir umarım, çünkü… Amit’in rolü o kadar az ki bu diğer dördünün yanında anılmaz bile) Neyse ki bu karakterlerin yan görev serileri gayet tatmin edici ve güzel yapılmış. Özellikle Sebastian ve Ominis’in görev dizisi Karanlık Sanatlar’ın ne kadar tehlikeli olduğunu ve ters tepebildiğini nefis şekilde yansıtmış. Oyundaki favori kısımlarından birisi oldu o ikisinin hikâyesi.

Hah, bu arada Karanlık Sanatlara değinmişken es geçmemek lazım. Hogwarts Legacy dönem olarak Voldemort’un, hatta Grindelwald’ın çok daha öncesinde geçmesine rağmen karanlık büyüler ve büyücüler konusunda bir sıkıntısı yok. Daha oyunun başından itibaren söylentileri yankılanan bir cincüce isyanının tam göbeğine düşmeyi başarıyoruz. Ranrok adındaki cincüce, bir sebepten hem Ashwinders olarak bilinen bir karanlık büyücü grubunu hem de diğer cincüceleri örgütleyip “bir şeylerin” peşine düşüyor. Bizi bu isyanın yörüngesine çeken şey de karakterimizin çok nadir bulunan bir” kadim büyü” sezme gücüne sahip olması. Daha sonrasında sadece sezmekle de kalmayıp bu gücü daha etkili bir şekilde kullanmaya da başlıyoruz tabii. Bu noktada açıkçası bolca kavga ve düelloya da girdiğimizden oyunun dövüş sisteminin nasıl olacağı konusunda endişelerim vardı oyun çıkmadan önce. Ne mutlu ki yersiz endişe etmişim, zira gayet keyifli ve ilginç bir sistem kurmayı başarmışlar. Hatta umarım bundan sonra çıkacak Büyücülük Dünyası oyunları hep bu sistemin üzerinden inşa ederek ilerler.

Sistem şöyle işliyor: Yaptığınız her büyünün bir kategori ve renk karşılığı var. Kırmızı kodlu olanlar direkt hasar, sarı arkaplanlı olanlar kontrol, mor renktekilerse etkiyi temsil ediyor. Düşmanlarınız bu üç renkten hangisinde Protego kalkanı kullanıyorsa öncelikle o türden bir büyüyle kalkanını kırmanız gerekiyor. Yani sarı bir kalkanı varsa önce Levioso’yla kalkanı kırıp aynı zamanda havalandırıyorsunuz, sonra Descendo’yla yere çarpıyorsunuz. Arada R2’ye (DualSense’te tabii) hızlı ve ritmik basarak normal saldırılarınızı yapıyorsunuz. Sonra başka bir düşman bu sefer kırmızı kalkanla geliyor mesela, ona bir Expelliarmus atıyorsunuz; hem kalkanı kırılıyor hem de silahını kaybediyor… Dövüşlerin genel temposu bu şekilde işliyor ama ileride siz de alışmaya başladığınızda iş iyice şova dönmeye başlıyor, özellikle de Talent’lar açıldıktan sonra. Mesela düşmanı silahsız bıraktıktan sonra bir de o silahı havada yakalayıp kafasına fırlatıveriyorsunuz. Ya da Transformation’la düşmanı patlayan bir varile dönüştürüp diğer düşmanların üzerine yollayıveriyorsunuz. İşin içine kadim büyü de giriyor, eğer x10 komboları arka arkaya diziyorsanız Ancient Magic barınız doluyor, neredeyse koca koca troll’leri bile tek vuruşta yıkıveren bitirme hareketleri yapmaya başlıyorsunuz… Peki savunma kısmı nasıl oluyor? Biz de düşmanların attığı büyülere göre mi kalkan açıyoruz? Neyse ki hayır. Üçgen tuşuna atalı olan “Protego” sizi otomatik olarak kısa bir süreliğine renk ayrımı yapmadan koruyor. Eğer Protego’nun koruyamayacağı bir büyü geliyorsa normalde turuncu renkte çıkan uyarının kırmızı olduğunu görüyorsunuz zaten. Saldırıyı son anda karşılayıp üçgene basılı tutarsanız bir de üzerine Sersemletme büyüsü atıyor bu arada karakteriniz. Özünde müthiş keyifli bir dövüş sistemi çıkmış yani ortaya. Ama bu konuda yegâne eleştirim Talent sisteminin de çok lineer olması ve çok fazla farklı seçenek vermemesinden sebeple oyunun sonlarına doğru biraz daha “Tamam hadi Ancient Magic yapayım da gidelim” moduna bürünmesi.

Bu arada bu saydıklarım dışında daha çok bulmacalarda ya da dövüşler dışında kullanılan büyüler de var. Onlar da açık mavi (Yardımcı Büyüler) ve açık yeşil (Biçim Değiştirme) türünde. Açık mavi olanlar zaten Lumos (etrafı aydınlatma), Reparo (kırılmış bir objeyi tamir etme), Hayalbozan (bildiğiniz görünmezlik) ve Wingardium Leviosa (nesneleri havalandırma)’dan ibaret. Hayalbozanı tabii düşmanlara sessizce sokulup arkalarından Petrificus Totalus yapmakta da kullanabilirsiniz ama diğerlerini bulmaca ve keşiflerde kullanıyoruz daha çok. Biçim Değiştirme olanlarıysa sadece İhtiyaç Odası’nda kullanıyoruz -ki oraya da birazdan değineceğim.

Karanlık da olsa sanat, sanattır.

Ama önce bahsetmemiz gereken başka bir büyü türü var, zira “Ya, Affedilmez Lanetler vardı hani? Onları anlatmayacak mısın?” diyenlerinizi duyar gibiyim. Evet, oyunda üç Affedilmez Laneti de öğrenip kullanabiliyorsunuz. Üstelik bu öyle eften püften “Hadi bakalım Avada Kedavra’nı göster amcana!” tarzında geçiştirilen bir mevzu da değiller. Sebastian ve Ominis’in görev dizisinden ve ne kadar ilginç olduğundan bahsetmiştim, değil mi? Ominis’in soyadının “Gaunt” olduğundan bahsetmiş miydim peki? Bu ikisinin görev dizisi tamamen Salazar Slytherin’in öğretilerini keşfetmek ve Affedilmez Lanetler üzerine dönüyor. Affedilmez Lanetler’in kendileri de hakikaten akıl çelici türden, çünkü karşınızdaki düşmanın kalkanı ne renkte olursa olsa olsun kırmak gibi bir özellikleri var. Üzerine bir de mesela ortamdaki bir troll’ü Imperio büyüsüyle kontrol altına aldığınızda diğer düşmanlar konusunda çok da endişelenmenize gerek kalmıyor. Ya da Avada Kedavra büyüsü sulandırılıp güçsüzleştirmemiş. Attığınızda karşınızdaki boss bile olsa gözünün yaşına bakmadan öldürüyor ama tekrar kullanmak için bir süre beklemeniz gerekiyor.

Peki oyunda bu kadar çok büyü varken dört aktif büyü slotuna nasıl yetiyoruz? Yetemiyoruz aslında. Talent’larla hızlıca değiştirebildiğimiz 3 set daha açabiliyoruz ama bu bile yetişmiyor bir yerden sonra. Çünkü oyundaki büyü sayısı sınırlı olsa da çoğunu aktif olarak kullanmanız gerektiğinden o 4x4 büyü slotlarının tamamına ihtiyaç duyuyorsunuz. Burada biraz kötü bir tasarım tercihi yapılmış ne yazık ki, çünkü bazı “büyülerin” büyü olarak bu şekilde yer kaplamasına hiç gerek yok aslında. Yani nasıl ki sol yön tuşuna basılı tuttuğumuzda karakterimiz “Revelio” yapıyorsa boşta duran yukarı ya da aşağı yön tuşlarına da bir fonksiyon atanabilirdi. Yukarı basılı tutunca Lumos, aşağı basılı tutunca Hayalbozan yapsa fena mı olurdu mesela? Yok, illa onları da atayacaksınız. Hatta yer kalmadığından zırt pırt büyü menüsünü açıp düzenleme yapacaksınız. Halbuki bakın, Accio’ya ikincil bir fonksiyon eklemişsiniz ne güzel? Accio yaptıktan sonra basılı tutmaya devam ederseniz Wingardium Leviosa yapıyor karakteriniz otomatik olarak. Bunu niye diğer büyülere entegre etmediniz ki? Ama bu konuda en fena suçlu kesinlikle Biçim Değiştirme büyüleri ve İhtiyaç Odası’nda kullandıklarımız. Bu büyüleri zaten başka yerde kullanamıyoruz, İhtiyaç Odası’ndayken başka büyü de kullanmıyoruz zaten sadece bu odaya girdiğimizde aktif hale gelen bir büyü seti yapmak gerçekten nasıl aklınıza gelmedi ya?

İhtiyaç sahibinden kiralık oda…

İhtiyaç Odası başta endişeli olduğum kısımlardan biriydi. Deek adındaki ev cinimizle birlikte her türlü iksir, bitki, ekipman ve hatta bir nevi mini pokémon toplama ihtiyacımız bu odadan karşılıyoruz. Endişeli olma sebebim de buraya kurduğumuz iksir istasyonlarında “gerçek zamanlı bekleme” gibi mobil oyunlarda sıklıkla gördüğümüz ama bence AAA oyunlarda yeri olmayan mekaniklerin olmasıydı. Neyse ki başta endişelendiğim kadar ciddi bir durum söz konusu değil. Bitki toplamak aşağı yukarı yarım saat alıyor ama daha sık başvuracağınız iksir kısmında genellikle 15 saniye ila 1 buçuk dakika arasında değişiyor bekleme süreci. Halihazırda hazır olanı almadan yenisinin hazırlıkları da başlamadığından “Oyunu açık bırakayım da 3 saat sonra döner parsayı toplarım” gibi şeyler söz konusu değil. Ama sizin aklınız “Pokémon ne alaka ya?” kısmında kaldı, fark etmedim sanmayın.

İhtiyaç Odası’nın içinde bir de Vivarium dediğimiz bir kısım var. Ranrok’un cincüce isyanı ve karanlık büyücüleri kadar kaçak avcılarla da bolca çatıştığımızdan tehlike altındaki büyülü hayvanları çantamızla yakalayıp sonra Vivarium’a salıyoruz. Bir noktada dönüp Burcu’ya “Bu hayvanların Shiny’si de olsa ya” diye şaka yaptım, 15 dakika sonra Kneazzle yuvasından geçerken bir tanesinin isminin yanında “parıltı” ikonu gördüm sonra. Pokémon demem boşuna değil yani. Ama tabii biz yakalayıp Vivarium’a saldığımız hayvanları dövüştürmüyoruz, onun yerine onları besleyip büyütüp, eee çiftleştirip kılını tüyünü falan topluyoruz. Hayvanlarımız mutlu oldukça da onlardan topladığımız kıl, yün tarzı şeylerle ekipmanlarımızı geliştiriyor, kaçak avcı ve goblin kamplarından topladığımız “Trait”leri ekipmanlarımıza ekliyoruz. Bir de elimizdeki fazlalık hayvanları satıp para yapabiliyoruz ama kaçak avcılardan kurtardığımız hayvanlara yaptığımız bu muamele biraz garip bir döngü yarattığından bundan bahsetmemeyi tercih ediyor—ayy… Neyse.

Bu arada “Şimdi ekipmanlar için de bir sistem kurmamız lazım, yoksa RYO olduğumuz anlaşılmaz” diyerek eklenmiş gibi duruyor ekipman sistemi. Ekipmanların renksiz, yeşil, mavi, mor, turuncu diye giden artık neredeyse 2 yaşına gelmiş olan oğlum Leon’un bile öğrenmiş olduğu bir seviye sistemi var. Ama turuncu dışındaki herhangi bir eşya oyunun ileriki kısımlarında işinize yaramayacak, çünkü sadece turuncular üçüncü seviye Trait alabiliyorlar. Üstelik bu ekipmanların üzerindeki yetenekler de zerre kafa patlatmanızı gerektirmeyecek türden. Hangisi daha çok defans ya da ofans veriyorsa onu giyip geçiyorsunuz. Gerçekten bu kadar sistem. Üstelik sürekli envanterin dolması, bunları İhtiyaç Odası’na koşturup orada özelliklerini öğrenmece falan derken bu kadar sığ bir sistem için sizi gereksiz yoruyor. Ama görünümlerini istediğiniz gibi ayarlayabilmek ve hatta cüppelerde kapşonu indirme / kaldırma seçeneği olması güzel. O açıdan (facewear’ların çoğunlukla korkunç gözükmesi dışında) beni tatmin etti ama Diablo’culuk oynamaya çalışmasa daha hayırlı olurmuş sanki.

Son demlerinde biraz negatif gidip şikâyet ettim gibi oldu ama bunlar aradan cımbızla çektiğim şeyler aslında. Yoksa başta da dediğim gibi bugüne kadar çıkan en iyi Harry Potter oyunu olduğuna şüphe yok. Özellikle Hogwarts’ta geçen kısımlarının tadı resmen damağımda kaldı. Yarın öbür gün bunun üzerine çıkmak için yapmaları gereken tek şey okul kısımlarının önemini biraz daha arttırmak, yan karakterleri arttırmak ve tercihen onlarla daha çok vakit geçirme imkânı vermek. Çünkü tamam, Büyücülük Dünyası’nı kurtarmak ve kötüleri tepelemek güzel de insan yine de bazen Üç Süpürge’ye girip arkadaşlarıyla bir kaymak birası içmek istiyor ya…

Digital Drama Edition

İnternetteki Hogwarts Legacy yorum ve incelemelerine gözünüz takıldıysa kiminin oyunu öve öve bitiremezken kimi sitelerin direkt 1/10 gibi puanlar basmış olduğu gözünüze takılmıştır muhtemelen. Tahmin edeceğiniz gibi objektif olarak Hogwarts Legacy 1/10’luk bir oyun değil ve işin arkasında yine bir drama var. Daha da garibi, aslında bu drama oyunun kendisiyle ya da yapımcısıyla ilgili değil, Harry Potter serisinin yazarı JK Rowling’le alakalı.

Şimdi, mevzunun bu kısmını mümkün olduğunca yorum katmadan, internete yansıdığı ve benim görüp bulabildiğim şekliyle anlatacağım: JK Rowling, kendini feminist ve progresif birisi olarak tanımlamasına rağmen birkaç yıl önce trans haklarının kadınlara ait bazı hakları işgal etmeye başladığını savunup bu yönde görüşlerini bildirmişti. Ancak bu görüşler internette büyük bir tepkiyle karşılandı ve hatta Harry Potter filmlerinde rol almış Emma Watson, Daniel Radcliffe gibi isimler bile bu noktada JK Rowling’e karşı tavır aldılar. Bunun üzerine Rowling’in geri adım atmayı reddetmesi, hatta “Robert Galbraith” takma adıyla yazdığı “Troubled Blood” kitabında kadın gibi giyinen bir seri katil olması da bu mevzuyu daha da harladı…

Hogwarts Legacy’nin bu savaşın içine çekilmesi de JK Rowling’e tepkili olan kesimin oyunu boykot çağrısı yapmasıyla gerçekleşti. Bilhassa da oyunun incelemesini yapan kimi sitelerin “Bize sağlanan sürümle oyunu inceledik ama siz almayın ve oynamayın sakın!” çağrıları bir yerde ters tepti ve “Ben iki tane alacağım / Digital Deluxe versiyonunu alıyorum o zaman!” diye inatlaşmalar başladı bu sefer. Sonuç olarak kimisi boykot yaptı, kimisi yapmadı ama sonuç olarak Hogwarts Legacy Twitch ve satışlarda neredeyse Elden Ring gibi bir devi bile geride bırakan bir ivmeyle popülerlik yakaladı.

Açıkçası benim fikrim, en azından “Biz oynadık/inceledik ama siz almayın” diyen ve oyunun JK Rowling’in görüşlerine karşı duruşunu göze almayan sitelerin yaptığı şeyin iki yüzlülük olduğu yönünde. Zira oyunu oynamak için inceleme bahanesinin arkasına saklanıp da sonra objektif bir şekilde ele almamak çok anlamsız bir hareket olmuş. Oyunun kodunu almadan ya da oynamadan da “Bizim bu konudaki duruşumuz budur” diyerek yine aynı fikirleri yazabilirlerdi zira. Öte yandan Rowling’e para kazandırmama isteğini anlıyor ve saygıyla karşılıyor olsam da (ne de olsa onun yarattığı dünya ve markayı kullanıyor oyun) Avalanche ve Portkey Games’in kendilerini Rowling’den mümkün olduğunca uzak tutması ve hatta herkesi kucaklayacak, kabul edecek bir oyun yapmış olmalarını görmezden gelmek de çok doğru değil diye düşünüyorum. Sonuçta Sirona Ryan gibi bir karakteri sulandırmadan sunması, karakterinizi yaratırken sizi mümkün olduğunca esnek bırakması gibi şeyler de oyunun bu konudaki görüşünü yeterince belli ediyor. Bu noktada biraz internetteki aşırı uçların saçma kavgalarının arasında kalındığını düşünüyorum ama önemli olan benim ya da başkasının bu konuda ne düşündüğü değil; sizin ne düşündüğünüz. O yüzden yazıda işin drama yönünü dikkate almadan fikrimi yansıtmaya çalıştım. Gerisinin takdiri siz okuyuculara ait.

SON KARAR

Bugüne kadar Büyücülük Dünyası’na ait çıkmış en iyi oyun. Hele ki serinin hâlâ hayranıysanız… Uzun vadede ara ara tökezlediği yerler göze çarpsa da oynamaya değer bir tecrübe sunuyor.

Hogwarts Legacy
Çok İyi
8.5
Artılar
  • Gerçekten büyüleyici bir tecrübe sunuyor
  • Dövüş sistemi iyi düşünülmüş ve keyifli
  • Dersler ve Hogwarts ortamı çok iyi
  • Kitaplara sadık
  • Karakter yaratmada sunduğu seçenekler bol ve esnek
  • Karanlık Sanatlar’ın sonuçlarını başarılı yansıtıyor
Eksiler
  • Sonlara doğru büyüsünün çoğunu kaybediyor ve Hogwarts'ı çok çabuk geride bırakıyor
  • Yan karakter sayısı ve etkileşimleri az
  • Ekipman sistemi ve RYO kısımları zayıf kalmış
  • Mini oyunlarda hızlı yeniden başlat olmaması can sıkıcı
YORUMLAR
Parolamı Unuttum