Post-Apokaliptik Bir Nükleer Makale
Devamını okuOyungezer ekibine katıldığımda yazdığım ilk inceleme Castlevania’nın ikinci sezonu olmuştu. Beni oyun dünyası ile tanıştıran serinin animasyon uyarlamasını yazmak için sabırsızlanıyordum. Bir gecede tükettiğim diziden, aklımda pek çok soru işareti ve içimde ise buruk bir zafer hissi kalmıştı. İncelemeye gelen güzel yorumların ardından pek çoğunuzun benimle aynı fikirde olduğunu görmek açıkçası beni aşırı mutlu etmişti. Bugün, aradan geçen bir buçuk yılın ardından tekrar Eflak’ın lanetli topraklarına dönüş yapıyoruz.
Başlamadan önce yazıda bol bol spoiler bulunacağını belirteyim. Yani henüz son sezonu tamamlamadıysanız lütfen buradan sonrasını, diziyi izledikten sonra okuyun. Fikirlerinizi yorumlar kısmında görmek için sabırsızlanıyorum.
Üçüncü sezon ikinci sezonun bıraktığı yerde karşılıyor bizleri. Trevor ve Sypha, Alucard ile el sıkışarak yollara düşmüş, bizim yarı vampir/yarı insan dostumuz ise babasının kalesini korumakla görevlendirmiş kendini. Ekip birbirinden geçirdiği bir ay içerisinde yeni umutlara doğru yol açmış, normlar oluşturmuş ve gelişmişler. Yani gerçek dünyada geçen 2 yıl, Castlevania evreninde bir aya tekabül ediyormuş…
İkinci sezonda cesur bir şekilde Castlevania’nın ana kötüsü Dracula’yı ortadan kaldıran yapımcı ekip, evrenin genişleyeceğinin sinyallerini vermişti. Bu genişlemenin en önemli ayağı Carmilla olacak, Isaac ve Hector da kendilerine has karakterleri ile tekrar karşımıza çıkacaktı. Nitekim üçüncü sezonda bu karakterlerin çok daha fazla işlendiğini ve “baş kötü” konumuna getirildiğini görüyoruz. Özellikle Isaac’in yolculuk öyküsü benim için de ilginç bir deneyim oldu diyebilirim. Fakat buna yazının ilerleyen safhalarında değineceğim.
Bildiğiniz üzere Castlevania hikayesinin ortasında Belmont ailesi bulunuyor. Bu sebeple ilk önce, birinci sezondan beri esas oğlan rolünü üstlenen Trevor Belmont’tan bahsedelim. Belmont, Alucard’dan ayrı geçirdiği birinci ayın ardından Speaker büyücüsü olan Sypha ile bir gönül ilişkisi kurmuş. Bu durumun yaşanacağı ikinci sezondan beri belli olsa da ikilinin, ekibin ayrı geçirdiği ilk ayın ardından sevgi pıtırcığına dönüşmesine pek ısınamadığımı söylemem gerek. Fakat sezon ilerledikçe çiftimiz gibi siz de bunu kabul etmeye başlıyorsunuz. Maceraları doğrultusunda Lindelfeld’e giden ikilimiz, tüm sezon boyunca şehrin gizemlerini çözmeye çalışıyor. Castlevania’nın üçüncü sezonunun ilk hatası da burada karşılıyor bizleri.
Medusa Saçı
İkinci sezonda hikayenin farklı yönlerini görmüş olsak da temelde iki farklı tarafın maceraları anlatılmıştı bizlere. Yani bölümün bir kısmında kahramanlarımızın hikayesini, bir kısmında ise Dracula’nın kalesinde yaşanan olayları ve entrikaları görme fırsatımız oluyordu. Üçüncü sezonda ise bu farklı “perspektif” arayışı işleri biraz arapsaçına çevirmiş. Bir sahnede şehirdeki Trevor ve Sypha ikilisinin macerasını izliyor, hemen bir sahne sonra çöllere gönderilen Isaac’e ve onun yolculuğuna ortak oluyoruz. Bu durum ciddi bir ritim kaybına sebep olmuş ki zaman zaman Castlevania izlediğinizi bile unutabiliyorsunuz.
Peki tek sorun farklı hikayelerin anlatılması mı? Tabi ki hayır. Farklı hikayelerin anlatıldığı, hatta farklı kişilerin perspektifinden tek bir senaryonun anlatıldığı filmler bile mevcut dünya üzerinde. Fakat bunu iyi yapabilmenin yolu, anlatılan hikayelerin kalitesinden ve ritimlerinin uyumlarından geçiyor. Örneğin Isaac ve ordusunun Tunus’ta katliam yaptığı sahnenin ardından, Hector’un mahpusluk anılarını izlemek biraz tutarsız oluyor. Bu duruma bir de kolayca tahmin edilebilir bir senaryo eklendiğinde hafif can sıkıcı durumlar baş göstermeye başlıyor.
Bahsettiğim “tahmin edilebilirlik” özellikle Hector ve Alucard’ın senaryolarında karşımıza çıkıyor. İkinci sezonda babasının gözünün yaşına bakmadan kalbine kazığı saplayan Alucard, tam anlamıyla bir hayalete dönüşmüş. Kendisini Dracula’nın kalesi ve Belmont kütüphanesini korumaya adayan vampirimiz, bir gün Taka ve Sumi adındaki iki avcı ile tanışıyor. Maalesef daha ilk sahneden Alucard ve Japonya’dan gelen kardeşler arasında yaşanacak şeyleri tahmin edebiliyorsunuz.
Aynı şekilde Hector’un tekrar bir vampir tarafından kandırılışı da kalbimi kırdı. İçimden “hiç mi akıllanmazsın be adam?” dediğimi hatırlıyorum. Yine de Carmilla’nın kalesinde yaşanan olaylar ve yeni karakterlerimizi çok sevdiğimi belirtmem gerek. Açık konuşmak gerekirse üçüncü sezonun yaptığı en iyi şeyin de bu olduğunu düşünüyorum… Yani gelecek sezonun ya da sezonların tohumlarını ekmek…
Siz Turizmin Katilisiniz!
Eğer Castlevania oyunlarını oynadıysanız, Saint Germain ismi size yabancı gelmeyecektir. Üçüncü sezonun ilk dakikalarında İngiliz aksanı ile karşımıza çıkan Saint Germain, sezondaki favori karakterlerimden biri oldu. Dracula’s Curse oyununda karşımıza çıkan karakterimiz, oyun içerisinde zamanda yolculuk yapabilmesi ile biliniyordu. Boynundaki kum saatinin ve gizemli kayboluşunun arkasından çok daha fazla şey çıkacağı kesin. Hatta Saint Germain ile ilgili oldukça çılgın bir teorim de var ama gerçek çıkma ihtimaline karşı şimdilik bunu kendime saklıyorum.
Carmilla’nın kardeşleri, Saint Germain ve Lindelfeld sakinleri gibi pek çok yeni karakter sezonu şenlendirmiş. Yine de ilk kez bölüm sayısı 10’a kadar yükselen Castlevania’nın üçüncü sezonuna koca bir filler bölüm gibi davranılması beni rahatsız etti. İtiraf etmek gerekirse yaşanan gelişmeler sizler kadar beni de yeni sezonlar kadar heyecanlandırdı ama bilmiyorum, içimde açıklamanın mümkün olmadığı bir hazımsızlık duygusu yaşıyorum. Doyurucu bir sezon beklerken ufacık bir ara sıcak ile karşılaşmış gibi hissediyorum kendimi.
Baltalı İlah
Püf… Siz yine de yazdıklarımın kafanızı karıştırmasına izin vermeyin zira bu bildiğimiz Castlevania efsanesi. Çok yavaş geçen birkaç bölümün ardından ritmini bulan dizi, hala tüylerinizi diken diken edebilecek pek çok sahneye ev sahipliği yapıyor. Animasyonlar hala biraz hantal görünse de genel çizimler serinin adına yakışır kalitede.
Kısacası dördüncü sezon ile ilgili kafamızda pek çok soru işareti oluşturan üçüncü sezon, izlemeye değer bir Castlevania eklemesi olmuş. Bakalım dördüncü sezon için ne kadar beklememiz gerekecek?
Hectora fazla yükleniyorlar kısmı doğru, bir adam hem bu derece okumuş olup bir de üstüne kandırılma tecrübesini hem dracula'dan hem de carmilla'dan yaşayıp 3. defa gene kandırılması tuhaf olmuş. Bi de Hector için Magician diyorlar, Sypha da Magician ama yapmadığı numara yok ateşler elementler gırla gidiyor gariban Hector'a gelince hiç.
Bir de inanılmaz saçma bir mevzu var, madem cehenneme kapı açıp daha evvelden ölen birini geri alabiliyoruz ki draculayı getirmeye çalıştılar, e koca dracula böyle bir şey olabildiğini bilmiyor muydu? Hikayenin en başında herkesi öldüreyim demek yerine biraz öfke atınca kadını cehennemden almayı niye düşünemedi? En güçlü vampir + büyücü + teknoloji falan filan ama tırt? Hikaye boşa sarıyor yani, sanat eseri bir seri ama senaristleri güncellesinler please.