Bağımsız oyunlarda ne arıyoruz?
Devamını okuZırhlı ellerim kılıcımın kabzasını kavrıyor; neredeyse zifiri karanlık bir mağaradayım. Ortamı azıcık aydınlatan tek kaynak ışıktan bir ağacın halesine sahip. Karanlıkta tökezleyerek taş merdivenleri tırmanıyorum. Önümde dikelen ahşap kapı ben ittirince inleyerek ağır ağır iki yana savruluyor. Tırmanmaya devam ediyorum. Bu soğuk gri yeraltı mezarlığını sarı ışığıyla ısıtan kayıp lütufa dokunuyorum; ışık bütün yorgunluğumu alıyor. Gücümü yeniden kazanmış şekilde çıkışı arıyorum. Biraz ilerledikten sonra merkezinde taştan bir kaide bulunan bir odaya varıyorum. Kaidenin ortasına yürüdüğümde ayağımın altındaki parça yerine oturuyor ve kaide beni yukarıya, bu mezarlığın dışına doğru yükseltmeye başlıyor…
İçgüdüsel olarak yolumu biliyorum artık. Ağır, metal kapı özgürlükle aramdaki son engel olmalı. Eğilip ellerimi kapının altına sokuyorum, kaslarım geriliyor ve nefesimi tutarak kapıyı yukarı doğru tüm gücümle kaldırıyorum.
Temiz hava yüzüme çarparken nefesim kesiliyor. Işıktan oluşan devasa erdağacı göğün sağ yanını göz alabildiğine kaplarken onun gölgesindeki parçalanmış taştan köprüye dikkatim çekiliyor. Ve tabii onun bitişiğindeki koca kaleye de…
Limgrave’e, Elden Ring’i arayışın başladığı noktaya ayak basıyorum böylece. Asırlardır bu anı bekliyormuş gibi…
İşte böyle başladı Elden Ring’in geçtiğimiz ay başında yaptığı Closed Network Test ile olan maceram. Artık Elden Ring’e dair bir şeyler görmeye öyle hasret kalmışız ki, oyunun gerçekliğinden bile şüphe eder olmuştuk.
Dürüst olmak gerekirse özellikle de Demon Souls Remake’in görselliğine tanıklık ettikten sonra Elden Ring’in bir ara nesil oyunu olması ve Dark Souls 3’ün geliştirilmiş motorundan hallicesini kullanıyor olması biraz canımı sıkmıştı. CNT’ye girerken bu can sıkıntısını büyük ölçüde geride bırakmıştım zaten ama bırakmamış olsaydım da Limgrave’e adımımı attıktan sonra fikrim değişirdi herhalde. Evet, grafik motoru biraz ara nesil kalmış ama mekanlar nefis gözüküyor. Demon Souls ve Dark Souls karanlık fantezi temaları üzerine yoğunlaşırken Bloodborne gotik ve Lovecraft-vari fanteziyi temeline alıyordu; Elden Ring’i tek bir tanıma sıkıştırmak zor. From Software’in hem önceki işlerinin hepsinden beslenip hem de onlardan farklı olmayı başarıyor bu açıdan. Alışık olduğunuz yer altı zindanı temalı girişten bir anda açık dünyaya adım atınca bu hissiyatı yoğun bir şekilde yaşıyorsunuz.
Ama Miyazaki çok geçmeden size oynadığınız oyunun bir From Software oyunu olduğunu da hatırlatıyor tabii. Siz “Ehe, zıplayabiliyorum! Dur şuraya atlayayım!” ve “Aa, çiçek falan toplanıyor” arasında gidip gelirken tepenize bir anda Tree Sentinel adındaki ilk büyük tehlike dikiliveriyor. Daha doğrusu dikiliveriyor diyerek yumuşatmayayım, atı ve mızrağıyla literal anlamda içinizden geçiyor. Ben Souls oyunlarında çıkan ilk düşmanın böyle canımıza okumasına alışkın olduğumdan “NOPE!” çekip en yakın korunaklı gördüğüm binanın içine doğru koştum. Tabii ki From Software da oyuncuların bunu yapacağını öngörmüş ve “minik” bir sürpriz hazırlamış bu kilise için: Tree Sentinel kilisenin duvarlarını yıkarak peşinizden gelmeye devam edebiliyor! Neyse ki içeride bir Lost Grace bulunuyor. Sizi adeta kendine çağıran bu ışıltılı Lost Grace’leri Elden Ring’in bonfire’ları olarak düşünebilirsiniz. Açtığınız Lost Grace’ler arasında ışınlanıp hızlı seyahat etmenin yanında büyülerinizi ezberlemek, sandığınızı düzenlemek, Flasklarınızı ve silahlarınızın özel yeteneklerini ayarlamak, seviye atlamak gibi şeyleri hep buradan yapıyorsunuz. Daha önce olmayan bir seçenek de günün “zamanını” ayarlayabilmek. Artık daha serbest bir oynanışa sahip olduğu için günün vakti hem atmosferik hem de oynanış olarak büyük etkiye sahip. Mesela bir düşman kampına girmek istiyorsanız geceleri düşmanlarınızın görüş alanı çok daha kısıtlı olduğu için geceyi beklemek ideal. Aynı zamanda bazı düşmanların sadece günün belli saatlerinde ortalarda olması gibi durumlar da mevcut. Bir de dinamik hava koşulları var ama onun atmosfer dışında bir katkısı varsa da CNT sırasında keşfedemedim. Yine de arada derede kalmış diyarların önceki oyunlara göre çok daha “canlı” hissettirmesinde büyük rol oynuyorlar.
Neyse, Tree Sentinel’den kaçıp sığındığımız Church of Elleh’e geri dönelim. Burası oyundaki ilk duraklarımızdan biri olacağı için aslında bize oyunun tam sürümüne dair birçok ipucu da veriyor. Mesela buradaki ateş başına çökmüş demlenen Kalé’yle konuşursanız size oyundaki birçok sistemi denemenizi sağlayacak kritik bazı eşyalar satıyor. Crafting Kit’i alarak oyunun Craft sistemini açabiliyorsunuz mesela. Sattığı summonları alırsanız Elden Ring’in bolca bel bağlayacağını düşündüğüm ve tanıtım videolarında da sıklıkla gösterilen summonları deneyebiliyoruz. Açıkçası summonların biraz da Soulsborne oyunların o izole havasına zarar vereceğini düşünmüştüm ama düşündüğüm kadar rahatsız etmedi beni. Hem opsiyonel olmaları hem de stratejik kullanmazsanız bossların bir ya da iki vuruşta çat diye hacamat etmeleri yerinde bir karar olmuş o açıdan. Crafting ise gördüğüm kadarıyla yine opsiyonel tutulmuş. Kullanmak işinizi çok kolaylaştırabilse de (Sleep Arrow resmen hile modu gibiydi CNT sırasında) kullanmadan eski usul Soulsborne yeteneklerinize güvenerek de ilerleyebiliyorsunuz. Ancaaaaak…
Kirpi Sonic aradı, artık yuvarlanmamızı istemiyormuş…
Günler geceler boyunca yokuş aşağı bırakılmış bir kaya parçası gibi yuvarlanarak dövüştüğümüz günlerin sonuna geldik arkadaşlar. Nasıl ki Sekiro bizi “Kaçınma kardeşim, vuruşu karşıla” şeklinde oynanış stilimizi değiştirmeye ve yeniden keşfetmeye zorladıysa burada da biraz aynı durum var. Şahsen Dark Souls III’te düşük seviyede girdiğim Dancer dövüşünde boss’un kombosunun içinden taklalar ve parendeler atarak çiziksiz çıkmış biri olarak Elden Ring’de çok dayak yedim başlarda. Bunun sebebi de yuvarlanırken eskiden olan “ölümsüzlük” frame’inin artık olmaması. Kılıç içinizden hasarsızca geçip gitmiyor yani, hörş diye böğrünüze yediğinizle kalıyorsunuz. Onun yerine başka şeyler gelmiş ama tabii. Mesela blok tuşuna basılı tutarken Guard Counter yapmak inanılmaz kolay olmuş. Adeta oyun size bedava Parry hakkı tanıyor bu sayede. Ha, bir de ölümsüzlük frame’i yuvarlanmada yok demiştim ya… onun yerine garip bir şekilde zıplamaya koymuşlar. Özetle Sekiro’da düşmanın tepesine zıplaya zıplaya binmeye alıştıysanız çok rahat edeceksiniz; yok alışmadıysanız şimdiden mental hazırlığınızı yapın. Zira zıplarken çoğu hamleden hasar almadığınız gibi güzel bazı saldırılar da yapabiliyorsunuz. Yine de bunun olumlu mu yoksa olumsuz mu olduğu konusunda çekincelerim var; o yüzden nihai kararımı oyunun son haline bırakıyorum.
Dövüş sistemine kesinlikle olumlu katkısı olduğunu düşündüğüm bir yenilikse Ashes of War sistemi. Bu aslında Bloodborne’dan da hatırlayabileceğiniz Weapon Art mevzusunun bir üst versiyonu. Her silahın yine kendine has bazı özel hareketleri var ancak bu sefer işin farklı olan kısmı bu özel yetenekleri fazlasıyla kurcalayıp kendinize göre çekip çevirebiliyorsunuz. Yani tutup da düz kılıca “Aynı zamanda elektrik dalgası yollasın” diye Weapon Art basabiliyorsunuz. Daha da güzel yanı bazı Weapon Art’ları bir silaha uyguladığınızda silahın hangi yeteneğinizden yararlandığı da değişebiliyor. Bu da “Kılıcımın hasarı STR ile değil de Arcane özelliğimle artsın” gibi farklı seçeneklerin önünü açıyor. (Yalnız söylemeden edemeyeceğim, CNT sırasındaki favori silahım Twinblade adındaki çift taraflı kılıç oldu. Hele Spinning Slash özelliğiyle milleti döne döne biçmek ayrı bir keyif olmuş) Ha, unutmadan Ashes of War yetenekleri FP adında yeni bir kaynak kullanıyor -ki aslında bir nevi mana bu. Eskiden Soulsborne oyunlarında benim gibi daha yakın dövüş ve STR ağırlıklı karakterler oynamayı tercih edenlerin o tarafla pek işi olmuyordu, bu sefer hem Ashes of War hem de Summon’lar gibi özelliklerin bu kaynağı kullanmasıyla herkes için anlam kazanmış; çok da yerinde olmuş bence.
Sıçrayan Midilli yok mu oyunda?
Midilli olarak yok ama “ruhani küheylan” olarak geçen bir sıçrayan bineğimiz var: Torrent. Elden Ring’in uçsuz bucaksız haritası düşünüldüğünde bir bineğimiz olması zaten çok mantıklı (her ne kadar her istediğimizde hâlâ Lost Grace’lere ışınlanabiliyor olsak da). Ama Torrent bizi sadece A noktasından B noktasına taşımaktan fazlasını yapıyor. Eğer büyü yapabilen bir karakterseniz düşmanlarınıza binek sırtından büyü yağdırmak müthiş kolay mesela. Yakın dövüşü tercih ediyorsanız alışması bir tık daha zor ama düşmana silah tutan elinizin olduğu taraftan yaklaşmayı çözdüğünüzde rahatlamaya başlıyorsunuz. Torrent hızlı hareket ettiğinden kontrolüne iyice alıştıktan sonra kalabalık düşman gruplarını şebek etmek çok kolay ama her ne kadar ruhani olsa da onun da bir canı var tabii. Haliyle dikkatsiz davranırsanız düşmanlar tarafından alaşağı edilmeniz işten bile değil. Üstelik Torrent’ten düştüğünüzde uzun bir süre savunmasız kaldığınızdan yerde kurbanlık koyun misali yatarken düşmanlarınızın ağır adımlarla yanınıza gelip sonra sizi kılıcın ucuna geçirmesini izlemek dışında yapacak bir şeyiniz olmuyor pek; hoş değil. O yüzden kendinizi binekli dövüşlere adamak istiyorsanız Flask’ınızı Torrent’i iyileştirmek için de kullanabildiğinizi belirtmiş olayım.
Ama bunların hepsi bir yana, Torrent’le ilgili beni en çok heyecanlandıran şey haritaların dikeyliğini de kullanmaya çok güzel imkân veriyor olması. Closed Network Test sırasında gezebildiğimiz sınırlı alanda bile sadece Torrent’i kullanarak ulaşabileceğimiz çok fazla gizli yer vardı. Havada çift zıplama yapabilen Torrent’le yıkıntıların tepesinde dolaşarak “Acaba buradan oraya zıplayabilir miyim?” denemesi yaparken bol bol öleceğiz yani oyunun tam sürümü çıktığında. Bir yandan Soulsborne oyunlarına farklı bir keşif katmanı kattığı için bundan bile keyif almadım dersem yalan olur ama.
Closed Network Test’ten en çok aklımda kalanlar bunlar oldu ancak emin olun çok daha fazlası mevcuttu aslında. Testin biraz absürt saatlerde açılmasından kaynaklı olarak sadece ilk gününde test edebilmiş olsam da (ki onun da ciddi bir kısmını Margitt yedi zaten) gördüklerim, tecrübe ettiklerim beni Elden Ring’in bir hayal değil gerçek ve üstelik de yakında tüm ihtişamıyla tecrübe edeceğimiz bir oyun olduğu konusunda rahatlattı. Elbette ki aksayan, cilalanması gereken yanları da çarptı gözüme ama onlar da devede kulak gibi kalan şeylerdi daha çok. Sözün özü, gönül rahatlığıyla şubat ayını beklemeye devam edebiliriz. Elden Ring tam rayında ilerliyor ve istasyona ulaşmasına da pek bir şey kalmadı şunun şurasında…