Soğuk bir bahar sabahı telefonuma gelen bildirimle uyandım. “Aramızdaki en cesur kişi olarak sana ihtiyacımız var.” Mesaja tıkladım ve devamını okudum. “Aksiyon, adrenalin ve korku dolu bir gün geçireceğin Dying Light: The Beast etkinliğine katılmak ister misin? Buradaki kimse cesaret edemedi.” Ne kadar yoğun olsam da bu ricaya karşı koyamazdım. Kendimi yalnız hissetmemek için yanıma aldığım peluş oyuncağımı kenara koydum. Gece uyurken gelen öcülere karşı daha hazırlıklı olmak için açık bıraktığım ışığı kapattım. Sonra hemen cevapladım. “Tabii ki!”
Etkinlik günü, oyunu herkesten önce oynamak için farklı ülkelerden gelmiş heyecanlı bir grup olarak Techland ekibiyle buluştuk. Normalde sanat galerisi olarak kullanılan mekanı bu etkinlik için çok fonksiyonlu bir oyun alanına çevirmişler. Oyunun geçtiği eski bir turist kasabası Castor Woods temalı güzel bir ortam yaratmışlar. Her an bizimle ilgilenen ekip de bu temaya uygun giyinmiş. Kasabamızın sevimli tur rehberi pofidik kunduz Bober the Beaver da bizimleydi! Böyle bir temaya böyle tatlı bir maskotla eğlenceli bir zıtlık oluşturmuşlar. Bir ara yanlış yere geldiğimi, bilgisayarda yüklü tek şeyin bir piknik simülatörü olduğunu düşündüm.
Kısa ve eğlenceli bir sunum sayesinde biraz sonra saatlerce oynayacağımız serinin son oyunu Dying Light: The Beast hakkında bilgilendirildik. Başta hikayesi olmak üzere oyun hakkında bazı kritik detayları paylaşmamamız gerektiği, yoksa adrese özel gönderilecek zombilerle boğuşmak zorunda kalacağımız belirtildi. Sonrasında ise 4 ana ve 2 yan görevi oynayabileceğimiz, haritada keyfimizce dolaşıp etrafı keşfedeceğimiz saatler için bilgisayar başına oturduk.
Merhaba Eski Dost
Oyuna başladığımda ormanlık bir alanda Kyle Crane ile karşılaştım. Hikayesinin nasıl devam edeceğini merakla beklediğimiz Crane ile aradan çok zaman geçmemiş gibi kaynaştık. Kontrol tuşlarını öğrenip birkaç zombi patakladığımız ilk dakikalar sonrasında bir yerleşim yerinde kalabalık bir zombi grubuyla baş etmek zorunda kalınca anladım ki zorlu birkaç saat beni bekliyordu. Elimdeki basit aletlerle üzerime gelenleri hallettikten sonra tabii ki kapısı kilitli bir binaya akrobatik hareketlerle tırmanarak girmek zorundaydım. Birkaç deneme sonrasında binaya başarıyla tırmanıp içeriye girmemle kendimi büyük bir aksiyonun ortasında bulmam bir oldu.
İşte bu noktadan sonra bol aksiyonlu, heyecanlı, aralarda ilgi çekici hikaye sahneleriyle oyuna kısa bir süre devam ettim. Daha doğrusu ben kısa bir süre sanıyordum ki bir içecek almak için kalktığımda 2 saat boyunca aralıksız oynadığımı fark ettim. Buna neden olan en önemli nokta ise hikayesi. Bizim oynadığımız bölümlerde öyle inanılmaz enteresan, aklımızı alacak şeyler görmedim. Bu türdeki oyunlarda sıkça rastladığımız klasik görev yapısı korunmuş. A noktasına gidip bir şey araştırdığımız ya da B noktasındaki kişiye yardım ettiğimiz görevler zombi temizleme ve etrafta koşturma aksiyonlarıyla tam dozunda birleştirilmiş. Ne sıkılıp içimiz bayılıyor, ne de bitmek tükenmek bilmeyen zombiler yüzünden yorgun düşüyoruz. Üstelik oynadığımız yan görevlerde de bunu hissettim. Ana hikayeye bir etkisi olmayan, ancak bir karakterin hikayesini paylaştığımız ya da bir başka olaya dahil olduğumuz güzel görevlerdi. Hatta bu yan görevlerden birinin hikayesine dalıp karanlık çöktüğünde kasabanın biraz dışında geceyi geçirebileceğim yerlerden uzakta öylece ortalıkta kaldığımı görünce çok gerildim. Bu planlı bir tuzak mıydı, yoksa keyfim yerinde diye zaman kavramımı mı yitirdim bilmiyorum. Ancak yakınlardaki Eceller yüzünden sessiz ve yavaşça hareket ederek hayatta kalmaya çalışmak etkinlik boyunca yaşadığım en gergin dakikalardı.
Hikayenin yanı sıra böyle bir atmosferde kendinizi kaybetmenizi sağlayan bir başka önemli unsur olan oyunun grafikleri ve sesleri benden geçer not aldı. Özellikle sesler, benim gibi cesur birinin bile zaman zaman ürpermesine neden oldu. Zombi parçalarından yıpranmış kasaba görüntülerine kadar grafik ve dünya tasarımı güzel olmuş. Parçalamak demişken, elimdeki çeşitli ilkel veya ateşli silahlarla zombilere saldırma hissi dengeliydi diye belirtmeliyim. Dövüş ve savaş mekanikleri bir önceki oyunun biraz daha geliştirilmiş ve cilalanmış hali gibiydi. Bu arada, sonrasında konuştuğumuzda birçok kişi oynadığımız kısa sürede bile özel silahlar bulurken ben o kadar şanslı değildim. Tabii her zaman olduğu gibi böyle şeyleri satın alacağımız kişiler olduğu için korkudan giremediğiniz kuytularda bulunan silahların benzerlerini elde edebileceksiniz.
İçimizdeki Canavarla Tanışma Vakti
Gelelim oyuna da adını veren Beast konusuna. Üzerinde gerçekleştirilen deneyler nedeniyle DNA’sında değişmeler olan Crane, bir şekilde (burasını ben de bilmiyorum henüz.) hayatta kalmayı başarıyor. Bu değişimlerin ona getirdiği zorluklar olsa da Beast moduna geçtiğinde kazandığı özellikler, onu diğer insanlardan ayıran güçlü bir seviyeye taşıyor. Bu özelliklerin neler olduğunu veya Beast moduna geçiş şeklini oyun sırasında öğreniyoruz. Bu konuda bize en çok yardımcı olan kişi de Olivia. İlk başlarda hiç beklemediğimiz ya da ihtiyacımızın olmadığı anlarda Beast moduna geçsek de, kazandığımız puanlarla açacağımız yetenek sayesinde bu durumu da kontrol edeceğimizi görmek sevindirici.
Oynanışı eğlenceli hale getiren diğer şey ise gerek sokaklarda gerekse çatılarda koşturduğumuz parkurlar. Gündüzleri başınıza çok dert açmadıysanız oradan buraya sıçramak yerine sakin ve yavaşça gitmeyi de tercih edebilirsiniz, ancak başta gece olmak üzere peşinizden koşan gruplar olduğunda karşılaştığınız parkurlar sizi mutlu edecektir. Sadece bazen çatılarda ne yapacağıma emin olamadığım için durakladığım anlar oldu. Böyle durumlar atmosferi Techland’ın istemediği bir noktaya götürse de yarattığı panik benim için ekstra bir gerilim kaynağı oldu.
Zombilerden kaçamadığımız, birbirinden farklı garip bossların birkaç tanesiyle görevler sırasında tanışma fırsatım oldu. Bu arkadaşları hikayeye güzel yedirmişler diyebilirim. Kendileri misafirperver değil, üstüne birazcık saldırgan! Her kapışmada farklı bir taktikle hareket etmemiz gerekiyor. Karşılaştığım bir tanesiyle yaşadığım enteresan andan bahsetmek istiyorum. Kendi beceriksizliğim nedeniyle defalarca başarısız oldum. Sonrasında oyunun bizi yönlendirmek istediği taktiğin tamamen zıttı bir şekilde tek denemede hakkından gelebildim. Röportaj sonrasında bu durumu Techland ekibine ilettim. Teşekkür niyetiyle gönderilecek olan özel Dying Light: The Beast Deluxe Edition kodumu heyecanla bekliyorum!
Bu kadar sevdiğim, eğlendiğim oyunda negatif şeyler yok muydu? İlk aklıma gelen nokta, benzer yakınmaları oyunu deneme şansı bulan başkalarından da duyduğum tırmanma mekanikleri. Farklı renkler ve işaretler sayesinde nereye zıplayacağınızı veya tutunacağınızı bilseniz bile, bazı noktalarda başarılı olamıyorsunuz. Bu da oyundaki aksiyonun hızına ket vuruyor. Örneğin bir görevde karanlık bir mağarada bir noktada defalarca düştüm. Her düştüğümde acaba başıma birisi saracak mı diye tedirginlik yaşayıp bir noktadan tekrar gizlilik içinde geçerek tırmanışı yeniden denemem gerekti.
Bol zombi, sonsuz aksiyon, klasik ama sürükleyici bir hikaye ve eski dostumuz Crane… Heyecanla bekliyorum. Bu sırada arkadaşımın huysuz şivavasını rica edeyim, gerekirse Leydi beni zombilerden korur.

























"Karşılaştığım bir tanesiyle yaşadığım enteresan andan bahsetmek istiyorum. Kendi beceriksizliğim nedeniyle defalarca başarısız oldum. Sonrasında oyunun bizi yönlendirmek istediği taktiğin tamamen zıttı bir şekilde tek denemede hakkından gelebildim. "
Çok anlaşılır, ne olduğu belirli ve mükemmel bir anlatım. Oyunun yönlendirdiği taktik ne? Sizin denediğiniz zıttı taktik ne? Ne yaptınız da boss'u geçebildiniz?
Oyun yazarlığı kimlere kaldı. Deluxe kodu size değil random birine verseler daha hayırlı olurdu sanırım.