Mad Max İnceleme

Max… My name is Max

V8 motorun o kendine has gürültüsü, egzoz dumanının kokusu, uçsuz bucaksız çöller, benzin ve su için birbirini acımasızca katleden “insanlar,” orasına burasına metal takıştırıp çılgınlar gibi bağıran yağmacılar… ve hepsine karşı tek başına karşı koyan, çıldırmış bir dünyada mantıklı olanı yapmak için çabalayan bir çılgın: Mad Max. Bildiğimiz, sevdiğimiz, özlediğimiz o atmosfer. Avalanche Studios tarafından duyurulduğu ilk günden beri büyük merakla bekliyorduk kendisini. Bu heyecanımız kısmen eski dostumuz Max’i yeniden görecek olmaktan, kısmense serinin Fury Road ile bu yıl tekrar sinemalara dönmesinden kaynaklanıyordu elbette. Peki beklediğimize değdi mi? Karşımızdaki yapım Mad Max ismini taşımayı hak ediyor mu? Yoksa bir başka kötü adaptasyon mu var karşımızda? Gelin, hep beraber bakalım.

Yol Savaşçısı

Oyunumuz Max’in tıpkı Fury Road’taki gibi War Boys’a yakalanmasıyla başlıyor. Ölümsüz Joe’nun (filmde yer almayan ama çizgi-romanında şöyle bir görünen) üçüncü oğlu Scabrous Scrotus’a hizmet eden adamlar kahramanımızın elindeki her şeye, silahlarına, arabasına, hatta kıyafetlerine bile el koyuyorlar. Ama filmin aksine onu esir almayıp çölün ortasında ölüme terk ediyorlar. Filmle oyun arasındaki benzerlikler de burada sona eriyor.

Aç, susuz ve arabasız kalan Max çok geçmeden Chumbucket adında, kambur ve yarı çatlak bir mekanikle tanışıyor. Kendisi motorlar konusunda oldukça yetenekli biri ve her nasılsa Max’i tanıdığını, onun her şeyi değiştirecek Aziz olduğunu iddia ediyor. “Sen O’sun… Sürücü,” diyor ona. Evet, tıpkı eski filmlerde olduğu gibi… Max’in hayatta kalmak için yeni bir arabaya ihtiyacı var, Chumbucket’ın ise doğası gereği bir araba inşa etmeye. Böylece bu uyumsuz ikili beraber çalışmaya ve Magnum Opus adındaki yeni aracımızı neredeyse sıfırdan tasarlamaya koyuluyorlar.

Magnum Opus

Her ne kadar kelime anlamı “başyapıt” olsa da Magnum Opus ilk başlarda dört tekerlek ve bir direksiyondan oluşan, paslı bir araba iskeletinden fazlası değil. Neyse ki yeni yoldaşımız önce ona şase seçebileceğimiz (4-5 modelden istediğinizi seçebiliyorsunuz, ama hepsi paslı ve eski) bir yere yönlendiriyor bizi, sonra da aracımızı güçlendirmek için gereken parçaları bulmamıza yardımcı oluyor.

Magnum Opus’un modifiye seçenekleri oldukça detaylı. Tamponundan tutun da egzozuna, kapılarından kaportasına kadar her yerine zırhlar, metaller ve dikenler ekleyerek onu tam bir yıkım makinesi hâline getiriyoruz. Tabii bunu yapabilmek için bazı görevleri yerine getirmek ve bir de bol bol metalik hurda (scraps) toplamamız gerekiyor. Hurdaları düşman araçlarını patlatarak, üsleri yok ederek, haritada ilgili noktaları keşfederek ve daha pek çok yolla elde edebiliyoruz. Bunun yanı sıra Max’in kıyafetlerini, dış görünümünü ve yeteneklerini geliştirmek için de hurda kullanıyoruz.

Oyun boyunca çorak topraklarda direksiyon sallıyor, Scabrous Scrotus’un üslerini yok ediyor, arabamızla konvoyları dağıtıyor ve War Boys’la Batman: Arkham Asylum mekaniklerini andıran bir sistemle dövüşüyoruz. Tabii Max bir süper kahraman olmadığı için daha ağır ve hantal hareket ediyor dövüşlerde. Yani ekranın bir ucundan ötekine uçan, darbeleri şimşek hızıyla karşılayan birini görmeyi beklemeyin. Bununla birlikte, rakiplerimize hiç darbe almadan arka arkaya birkaç yumruk oturtmayı başarabilirsek Max öfke nöbetine giriyor ve çok daha etkili vuruşlar gerçekleştirebiliyor. Yaralandığımız takdirde ise enerjimizi su içerek, köpek maması yiyerek ve… bir avuç solucanı mideye indirerek (böğk!) düzeltebiliyoruz.

Topladığımız hurdalar aracılığıyla kahramanımızın kıyafetlerini geliştirdikçe dövüşlerde kullanabileceğimiz birkaç yetenek daha kazanıyoruz, ancak hiçbiri oynanışa veya animasyonlara öyle aman aman bir zenginlik getirmiyor. Arabamızla diğer araçlara yandan bodoslama dalmak, tekerleklerini patlatmak, zıpkınımızla sürücüleri şişleyerek ön camdan çekip almak ve benzin depolarını vurmak kesinlikle yumruk yumruğa dövüşten çok daha eğlenceli. Hele bir de Magnum Opus’u iyice güçlendirdikten sonra beş-altı araçlık konvoyların arasına dalıp ortalığı karıştırmak gibisi yok. Kısacası oyunun araç sürme bölümleri, yaya olarak hareket ettiğimiz kısımlara fena hâlde toz yutturuyor. Tüm bu atraksiyonların hepsi bize hurda olarak dönüyor bu arada.

Aracımızı sürerken iki şeyi sürekli göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Birincisi yakıt göstergemiz. Tıpkı filmlerde olduğu gibi oyunda da su ve benzin bu çorak topraklardaki en değerli iki şey. İkisi de zor bulunuyor, ikisi de ölümüne savunuluyor. Neyse ki yakıt depomuz çok da hızlı boşalmıyor. Ayrıca arabanın bagajında yedek bir bidon da taşıyabiliyoruz. İkincisiyse aracımızın hasar göstergesi. Eğer çok fazla darbe alırsak bir yerden sonra motorumuz alev almaya başlıyor ve beş saniye içinde havaya uçuyor. Tam bu noktada devreye yine Chumbucket giriyor ve bir elinde yangın tüpü, diğerinde İngiliz anahtarıyla başlıyor onu tamir etmeye. Ancak bu esnada aracımızı sabit tutmamız gerekiyor. O nedenle çevremiz düşmanlarla kuşatılmışsa dışarı çıkıp sağa sola taklalar atarak üstümüze süren manyaklardan kaçmamız, pompalı tüfeğimizin mermisi varsa birkaçını Valhalla’ya postalamamız gerekebiliyor. Düşmanlarımızı yendikten sonra üzerlerini arayarak hurda stokumuzu arttırabiliyoruz.

Chumbucket da çok geçmeden sadece tamiratta değil, pek çok farklı işte de oldukça yetenekli olduğunu kanıtlıyor bize. Çevreyi biliyor, araziyi tanıyor, nerede ne bulunacağını gösteriyor, çok uzaklaştığımız vakit arabamızı yanımıza getiriyor ve… neredeyse hiç durmadan, kimisi komik kimisi zırva bir sürü laf ediyor. Bir yerden sonra sürekli aynı şeyleri tekrar etmeye başlasa da ilginç bir karakter kendisi. Onun dışında bir de mayınların yerini bulabilen, zeki bir köpeğimiz var.

Chumbucket oyun boyunca her biri kendi üssüne sahip, pek çok önemli kişiyle tanışmamıza da yardımcı oluyor. Bu insanların her biri Magnum Opus’u bir adım öteye taşıyabilecek kaynaklara sahip. Fakat hiçbir şey bedava değil elbette. Kimse başlangıçta size güvenmiyor ve onlar için bir şey yapmanızı istiyorlar. Bir rakibi ortadan kaldırmak, belli bir kaynağa erişim sağlamak, Scabrous Scrotus’un üslerini ve adamlarını yok etmek bunlardan sadece birkaçı… Bunları başardığınız takdirde sadece arabanızı güçlendirecek parçalara erişmekle kalmıyor, aynı zamanda geliştirebileceğiniz yeni bir üssünüz de oluyor. “Projeler” denen şeyleri tamamladıkça üssünüzde size bedava mermi, benzin, sağlık vs sağlayan şeyler açılıyor.

Tanığım Ol!

Oyunun geçtiği çorak topraklar tüm viranlığına rağmen gerçekten de muazzam görünüyor. Arazi kimi zaman alabildiğine kum, kimi zaman kayalık, kimi zamansa tuz çöllerinden oluşuyor ve geçişler o kadar yumuşak ve doğal bir şekilde gerçekleşiyor ki hiç sırıtmıyorlar. Arada sırada kurumuş bir okyanus yatağında dolaştığımızın ipuçlarını veren mağaralarda ve mercan kayalıklarının arasında geziniyoruz. Bazen ufukta bir uçak enkazı ya da gemi iskeleti çarpıyor gözümüze ve tüm bunlar oldukça hoş bir görsel şölen oluşturuyor bizler için.

Arada bir de kulaklarımızı sağır eden, muazzam derecede güçlü kum fırtınaları geçekleşiyor. Böyle zamanlarda hemen kendimize bir sığınak bulmamız gerekiyor, aksi takdirde etrafta uçuşan enkazlara hedef olup öbür tarafı boylamamız işten bile değil. Bununla birlikte güvenli bir yer bulup fırtınanın dinmesini dışarıda beklediğimiz takdirde de rüzgârın sürüklediği paha biçilmez kutulara erişim hakkı kazanabiliyoruz da. Bu kutuların her birinden 200-300 adet hurda çıkıyor, ki oyun için bu cidden büyük bir rakam.


Kapısından içeri bodoslama dalıp ortalığı darmaduman ettiğimiz üsler de görsel anlamda oldukça çeşitli. Kimi zaman eski bir gemi enkazı, kimi zaman okul otobüsüyle oluşturulmuş bir duvar karşılıyor bizi buralarda. Her üssün önem derecesine göre farklı savunma sistemleri oluyor. Bazıları sadece duvarlarının gücüne sığınırken bazılarıysa keskin nişancılar, bomba atarlar, alev makineleri, dikenli kapılar gibi şeylerle korunuyor. Dilersek Allah ne verdiyse saldırıp ortalığı birbirine katabiliyoruz (aracınız patlamazsa tabii), dilersek de çevrede gizlenip üssü gözetleyen siyahi hatunlardan birini bularak mekânın zayıf yönlerine dair ipucu alabiliyoruz. Her üssün içinde yok edilmesi gereken bir şey var. Atıyorum, benzin depoları vs…

Bunun yanı sıra hem üslerde hem de haritaya dağılmış pek çok noktada toplayabileceğimiz ekstra hurdalar, geçmiş günlerden kalan hatıratlar, müttefiklerimizin üslerini geliştirmekte kullanabileceğimiz projelerin parçaları ve parçalamamız gereken klan sembolleri de bulunuyor. Hepsini tamamladığımızda o bölge için %100 ibaresi alıyor, Scabrous Scrotus’un nüfuzunu zedeliyor ve haritanın o kısmındaki tehdit seviyesini düşürüyoruz. Tehdit seviyesi ne kadar düşerse müttefiklerimiz o kadar rahat hareket ediyor, biz de o kadar ünleniyoruz.

Harita demişken, hatırı sayılır büyüklükte bir oyun alanı var karşımızda ve içinde şimdiye dek saydıklarımın yanı sıra yapılabilecek bir sürü şey bulunuyor. Mesela yarışlar; zor durumdaki kişilere su vermek; aracınızla atlayabileceğimiz rampalar; havaya uçurmamız gereken, yer altında bulunan esir tüccarı mağaraları; yıkmamız gereken totemler ve keskin nişancı kuleleri; temizlememiz gereken mayın tarlaları; Top Dog lakaplı küçük liderlerle boss savaşları… Bunların bir kısmı bize hurda kazandırıyor, bir kısmıysa Griffa adlı gizemli şahsın yanında kullanabileceğimiz ve yeteneklerimizi arttırmaya yarayan puanlar elde etmemizi sağlıyor.

Neyin nerede olduğunu görmek ve hızlı seyahat (fast travel) özelliğini açabilmek için araziye dağılmış uçan balon noktalarını bulmamız, ardından balonu kullanarak göğe yükselmemiz ve dürbünümüzle çevreyi taramamız gerekiyor. Gördüğümüz tüm ilgi alanları haritamıza otomatikman ekleniveriyor. Buralarda bazen balona yakıt doldurmak, sepeti tutan kabloları kesmek, jeneratörü çalıştırmak gibi ufak bulmacalar da oluyor. Bazen de içerideki herkesi pataklayıp hurdaları toparlayabiliyoruz ekstradan.

Bunun yanı sıra tıpkı Arkham Knight gibi 3GB ekran kartı istemesine ve Warner Bros tarafından dağıtılmasına rağmen optimizasyonu çok çok iyi. 20 saate yakın oyun sürem boyunca tek bir hataya, kötü kaplamaya ve çökmeye rastlamadım. Teknik anlamdaki yegane sıkıntısı arada bir mouse imlecinin alakasız bir şekilde ekranda belirivermesi. O da ESC’ye basınca hemen düzeliyor zaten.

Varlık İçinde Yokluk

Peki… buraya kadar okudunuz. Dikkatinizi çeken bir şey oldu mu? Sürekli aynı şeyi tekrarladığımı fark ettiniz mi? Hurda toplamak… Üssü yok et, hurdaları topla; araç konvoylarını dağıt, hurdaları topla; kampları bas, hurdaları topla; görev tamamla, hurdaları topla; fırtınadan kurtul, hurdaları topla; kuleleri yık; hurdaları topla; adamları döv, hurdaları topla… Hurda, hurda, hurda. Topla, topla, topla. İşte oyunun fena hâlde çuvalladığı nokta tam olarak burası.

Mad Max genel anlamda bakıldığında çok zengin bir görev ve aktivite çeşitliliğine sahip. Son yılların başarılı açık dünya oyunlarındaki her şeyi almışlar neredeyse. Batman’in dövüş sistemi, Far Cry 3’ün kule yıkma sistemi, Burnout’un araba sürüş mekanikleri… Ama tüm bu çeşitliğin getirisini tek bir noktaya, hurda toplamaya bağlamak çok çok yanlış bir hareket olmuş. Çünkü bir yerden sonra başka hiçbir şey yapmıyormuş gibi hissetmeye başlıyorsunuz kendinizi. Üssü bas, hurdaları topla. Kuleleri yık, hurdaları topla. Arabaları patlat, hurdaları topla… Bu kısır döngü oyunu çok hızlı bir şekilde kendini tekrara sürüklüyor maalesef.

Boss’ların sadece iki tip olması bir diğer keyif kaçıran etmen. Sadece savaş boyaları farklı olan bu elemanlardan bazıları yavaş ve güçlü, bazıları da hızlı ve çevik hareket ediyor. Bunlardan biriyle bir kez karşılaştınız mı hepsini görmüşsünüz demektir. Max’in hareketlerinin odunluğu da gözlerden kaçmıyor elbette. Bir kere zıplama yeteneği saçmalık derecesinde kısıtlı. Hızlıca koşup önümüzdeki ufacık bir boşluğu zıplayarak aşmak veya küçük bir kaya parçasının üstüne sıçramak gibi bir seçeneğimiz yok. Sadece önceden belirlenmiş bazı yerlere tırmanabiliyoruz. Yüksek bir yerden düşerken de kollarımızı bir penguen edasıyla iki yana açıp yere odun gibi, iki ayağımızın üstünde indiğimizi görmek pek bir komik kaçıyor doğrusu.

Bir de çoğu aksiyonu ilgili düğmeye basılı tutarak gerçekleştiriyoruz niyeyse. Mesela arabaya binmek, merdivene çıkmak, hurda toplamak, konuşmak… Ha, bir de bunları her yapışınızda aynı animasyonları tekrar tekrar izlemek zorunda kaldığımızı da ekleyeyim. Neredeyse hepsi aynı tuşa atanmış üstelik. Belki çok büyük bir şey değil ama bir noktadan sonra merdivene tırmanmak isterken Max’in durmadan elindeki şeyleri yere attığını görmek sinir bozmaya başlayabiliyor.

Uzun lafın kısası karşımızda açık-dünya oyunlarında çığır açan, muhteşem bir yapım yok. Ama yerin dibine sokulacak kadar kötü bir oyun da değil kesinlikle. Özellikle araba kovalamaca sahneleri ve görsel atmosferi cidden çok iyi. Ama dediğim gibi, kendini çok fazla, hatta aşırı derecede tekrar ediyor Mad Max. Ve 10 saate yakın bir sürenin sonunda sıkıldığınızı hissediyor, başka oyunları düşünmeye başladığınızı hissediyorsunuz, ki bu hiç de iyiye işaret değil.



 

Oyunu, Türk Telekom faturanıza 12 ay taksit ile, Playstore'dan satın alabilirsiniz.

YORUMLAR
Parolamı Unuttum