1950 Kanada Ulusal Fuarı’na katılan konuklar büyük bir sürprizle karşılaştı. Her tarafı mekanik aksamlar ve elektron tüpleriyle dolu, üzerinde “Bilgisayar beyni insan beynine karşı” yazan ve onlara meydan okuyan 4 metrelik bir dev vardı karşılarında: Bertie The Brain.
Bertie acımasızdı. Üç taş oyununda (tic-tac-toe) önünde sıraya girmiş yüzlerce insan rakibini büyük-küçük demeden dize getiriyordu. Üstelik ilk hamleyi o yapmış, yapmamış fark etmiyordu. Böylesi bir ‘kompüter’ zekâsı karşısında şaşkına dönen rakiplerinin yüz ifadelerini Bertie’nin yaratıcısı Dr. Josef Kates ise büyük bir zevk ve gurur içerisinde izliyordu. Tıpkı Dr. Frankenstein gibi.
Çok çalışmıştı Dr. Kates. Ömrünü radar ve radyo sistemlerine adamış, elektron tüpleri artık oyuncağı haline gelmişti kendi tabiriyle. Bertie’yi de buradan ilham alarak yaratmıştı zaten. Bu kocaman sistemi elektron tüpleriyle yapmış, oyuncular oyunu görebilsin diye monitör, hamlelerini girebilsinler diye de dokuz tuşlu ve ışıklı bir tuş takımı eklemişti. Bir de zorluk ayarı düğmesi eklemişti ki ona da doktordan başka kimse elini bile süremiyordu.
İlk atari salonu oyununun tarihi aslında Pong’tan bile çok daha uzun yıllar öncesine dayanıyor. Peki video oyunları diye bir kavram bile yokken arcade oyunu nasıl olacaktı?
İki hafta boyunca fuardakilerin canına okumaya devam etti Bertie. Dr. Kates zorluk ayarını düşürmedikçe de neredeyse hiç kaybetmiyordu. Hatta dönemin ünlü oyuncusu Danny Kaye’yi de gazetelerin önünde defalarca yenerek rezil etmişti. Ta ki Dr. Kates yıldızın karizmasını kurtarmak adına zorluğu düşürene dek.
Bu inanılmaz iki haftanın sonunda acımasızca her kablosu tek tek söküldü Bertie The Brain’in. Çünkü bu kadar büyük ve ağır bir mekanizmayı taşımak pek de kolay olmadığı gibi zaten “video oyunları piyasası” diye bir kavram henüz doğmamıştı. Basit bir eğlencelikti Bertie ve amacına hizmet etmişti. O gün ellerinde tornavidalarla Bertie’ye girişenler, söktükleri şeyin tarihin ilk arcade oyunu olduğundan haberdar bile değildi…
