Draugen - İnceleme

1920'lerin Norveç'inde geçen bir gizem hikayesi

Uzun zamandır bir oyunun başından bu kadar büyük bir hayalkırıklığıyla kalktığımı hatırlamıyorum. Elbette bunda benim de hatam olabilir, sanırım Draugen’den beklentilerimi fazla yüksek tutmuştum. Ancak işin içinde The Longest Journey gibi tüm zamanların en iyi adventure oyunlarından birinin, Dreamfall ve Dreamfall Chapters oyunlarının da yazarı olan Ragnar Tørnquist olunca, daha fazlasını beklediğim için beni suçlayabilir misiniz?

Ama maalesef “sizlere Dreamfall Chapters’ı getiren stüdyo Red Thread Games ve The Longest Journey ve The Secret World’ün arkasındaki yaratıcı ekibin yeni oyunu” olarak lanse edilen Draugen için dağ fare doğurdu demekten fazlasını yapamıyorum. Kötü bir oyun değil belki ama beklediğim kadar iyi bir oyun da değil Draugen.

1920’li yıllarda geçen Draugen bir Fjord Noir, yani Norveç’in fiyortlarında geçen bir gizem ve gerilim hikayesi. Edward Hallen rolünde, yardımcımız Lissie ile birlikte bir kayıkla varıyoruz Graavik kıyılarına. Graavik dağların eteğine kurulmuş, uzak bir Norveç köyü. İkili, Edward’ın kız kardeşi Elizabeth’in peşinde Hannover’dan kalkıp buralara kadar gelmişler, çünkü Elizabeth kayıp.

Oyun ilk dakikasından itibaren bize Elizabeth’in başına neler geldiğini bulma hikayesi anlatacakmış gibi yapıyor ama kısa süre içerisinde hem kendimiz, hem de köy hakkında öğrendiklerimizle hikayenin aslının çok daha farklı olduğunu görüyoruz.

Draugen’i bir yürüme simülasyonu olarak adlandırmak mümkün, hem de ekstrem seviyede. Oyunun tanıtımında türün en güzel örneklerinden isimler okuyup da alıştığımız adventure türüyle alakası olmayan bir oyunla karşılaşmak haliyle benim için biraz can sıkıcı oldu. “Ekstrem” kelimesini kullanmamın sebebiyse oyunda tek bir bulmaca bile olmaması.

Oyun boyunca tek yaptığımız bize verilmiş sınırlar içerisinde Graavik köyünü dolaşmak, “tıklanabilir” şeylere tıklamak ve Lissie ile konuşmak. Sadece Lissie diyorum, çünkü köyde bir başkası yok, oyun boyunca da öyle resmen yalnız başımıza takılıyoruz. Zaten köye adım attığımız andan itibaren buraların terk edilmiş olduğunu görüyor ve geride bırakılmış ipuçlarını takip ederek neler olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Mektuplar ve gazete kupürleri okuyoruz, fotoğraflara bakıyoruz, geride kalan birkaç eşyayı inceliyoruz. Bunun dışında etkileşim kurabileceğimiz bir canlı yok oyunda. Böyle olunca da tek arkadaşımız olan Lissie (ya da diğer adıyla Alice) daha bir değer kazanıyor.

Lissie son derece canlı, yerinde duramayan bir kız. Sürekli olarak bir yerlere koşuyor, ağaçlara tırmanıyor, perende atıyor. Edward ise somurtuk, hayattan bıkmış gibi davranan ve kardeşi Elizabeth’ten başka bir şey düşünmeyen bir tip olarak çıkıyor karşımıza. Alice bize sürekli “moruk, ihtiyar, Teddy Bear” gibi hitaplarla sesleniyor (başlarda güzel olsa da bir noktadan sonra kulak tırmaladığını söylemeliyim). Lissie ile konuşurken yaptığımız açıklamalar, aslında bize hikaye hakkında bilgi vermek için kullanılmış. Ayrıca Lissie hikayede bizi yönlendiren isim, “şuraya bakalım” diyor, peşinden koşuyorsunuz falan. İkili arasındaki ilişki aslında Draugen’in en güçlü yanlarından biri ve içinde ciddi bir de sürpriz barındırıyor.

Oyun işte tamamen bundan ibaret. Ölü bir köyde dolaşmak (gezebileceğiniz yer sayısı son derece sınırlı) ve geride bırakılmış olan ekmek kırıntılarını takip ederek hikayeyi anlamaya çalışmak. Ancak Draugen burada hiç de iyi bir iş çıkaramamış ve özellikle de hikayenin ikinci kısmı son derece muallakta kalmış.

Öyle ki oyun bittiğinde “hadi canım, daha bitmemiştir” dedim çünkü hikaye hiçbir yere bağlanmadı. Diyelim ki bir film izliyorsunuz, katil ya A, ya B. Tüm film bunun üzerine kurulu ve film katilin kim olduğunu söylemeden bitiyor ve ne düşüneceğinizi tamamen size bırakıyor. Belki bu tarz bir hikaye anlatımını sevenler vardır ama ben onlardan biri değilim. Üstelik oyun yaklaşık 2,5 – 3 saat gibi oldukça kısa bir süreye sahip ve bu süre içerisinde soruların cevapları havada kalınca hiç hoş olmuyor.

Draugen’in en güçlü yanı hiç şüphesiz görselleri. Oyunun sanat yönetimi olağanüstü. Seçilen renk paleti çok iyi ve kendinizi çoğunlukla bir yerde durup fiyordların eşsiz manzarasını izlerken buluyorsunuz. Arkaplanda çalan müzikler eşliğinde bir yerde oturup etrafa bakınmak, hakikaten oyunu oynamaktan çok daha keyifli.

Seslendirmelerin de çok iyi bir iş çıkardığını düşünüyorum, Lissie'nin tezcanlılığını sesinde bile duyabiliyorsunuz, tabii ki Edward’ın sıkıcılığını da. Oyundaki çoğu metin Norveççe ve Edward bunları okurken bir yandan İngilizceye çeviriyor. Bu çeviriler sırasında takıldığı yerler, okurken bazı kısımları atlaması falan çok doğal olmuş. Lissie ile aramızdaki diyaloglar oyunun önemli bir kısmı ve bunlar da duygu yoğunluklarını gayet iyi aktarmış. Hatta diyaloglar sırasında şaşırtıcı şeylerle de karşılaşmak mümkün, örneğin Lissie ile bir konuyu tartışırken farklı bir tarafa baktığımda bana “lütfen benimle konuşurken yüzüme bak” deyiverdi. O an ciddi bir şaşkınlık yaşadığımı itiraf etmeliyim.

Draugen’in hikayesi içerisinde akıl sağlığıyla ilgili de bir şeyler işlenmeye çalışılmış ama bunun başarılı olduğunu düşünmüyorum. Celeste veya Hellblade: Senua’s Sacrifice gibi oyunlarda depresyonun, zihinsel hastalıkların, kayıplara verilen tepkilerin nasıl işlendiğini bir hatırlayın. Draugen'deki 'söz konusu' sağlık kısmı da bir yere bağlanmıyor aslında. Oyun bir yandan Edward ile Lissie’nin ilişkisini, bir yandan Edward, Lissie, Elizabeth üçgenini, diğer yandan ise Graavik köylülerinin başına gelen olayı anlatmaya çalışsa da bunlardan hiçbirine tam odaklanamıyor. Kendinizi tüm halkı kayıp bir köyde bulsanız yine de sürekli olarak Elizabeth, Elizabeth diye mi sayıklardınız mesela? Yani sırf Lissie'yi değil, beni bile bıktırdı Edward bu tuhaf davranışlarıyla.

Oyunun hikayesi altı gün içerisinde anlatılıyor ama bir sonraki güne “acaba neler olacak” diye merak ederek başlamıyorsunuz. Yani oyunda ciddi bir heyecan eksikliği de var. Özellikle oyunun ikinci yarısı (ilk yarının nerede bittiğini ‘o olay’ olduğunda anlayacaksınız) sanki aceleye getirilmiş gibi.

Zaten en ilginç olan da bu aceleye getirilme hissi. Draugen 2013 yılında duyurulan ve 2015 yılında çıkması planlanan bir oyun. Ertelene ertelene 2019’u bulduk ama bu kadar süre neye harcanmış, gerçekten belli değil. Dediğim gibi ortada sadece 3 saat süren ve tam olarak cevaplanmayan bir hikaye var ve bir oyuncu olarak beni tatmin etmeyi başaramadı.

Oyun bittiğinde ekranda “Edward ve Alice geri dönecek” yazıyor ve bu da Red Thread Games’in Draugen ile aslında bir şeylerin temelini atmak istediğini gösteriyor. Böyle bir durumda daha baştan bunun belirtilmesi, Draugen’in yalnızca bir ‘önsöz’ olduğu söylense belki bakış açım değişirdi. Bu iki karakteri başka oyunlarda da görmek isterim ama bu şekilde değil, sadece etrafta gezinmek değil bulmacalar da çözerek, başkalarıyla da etkileşimler kurarak. Ya da oyunu tanıtırken açık açık bunun bir ‘etrafı keşfetme oyunu’ olduğunu söylemeleri gerek ki baştan beklentilerimizi belli bir seviyede tutalım.

SON KARAR

Draugen hikayesinin bir noktasında oyuncuyu şaşırtmayı başaran ama gerisini bir türlü toparlayamayan bir ‘keşif’ oyunu. Kısa, sakin ve manzaralarıyla dinlendirici bir oyun arıyorsanız hoşunuza gidebilir ama gerçek bir macera oyunu beklerseniz hayal kırıklığı yaşayacaksınız.

Draugen
İdare Eder
6.0
Artılar
  • Oyunun manzaraları gerçekten nefes kesici
  • Lissie'nin karakteri hareketlerine de, sesine de çok iyi yansıtılmış
  • Müzikler oyunun atmosferini tamamlıyor
  • Ortada merak uyandıran bir hikaye var
Eksiler
  • Hikayesi net bir çözüme ulaşmıyor, merakımız havada kalıyor
  • Görünmez duvarlar çok can sıkıcı, bir ayak boyu taşa takılıp ilerleyemiyoruz bazı yerlerde
  • Oynanışı inanılmaz tekdüze, tek yaptığımız ekrandaki tıklanabilir şeylere tıklamak
  • Hiç bulmaca yok
  • Sanki tek başına bir oyun değil de başka bir oyunun giriş kısmı gibi
YORUMLAR
Feyling
23 Haziran 2019 14:23

Sadece yürüme simülasyonu olarak baksaydık puanı artar mıydı? Gone Home'da da bulmaca yok, Dear Esther'de etkileşim bile yok ama çok güzel oyunlar yine de. Walking sim türünü seven biri olarak soruyorum.

SevişenBoğa
8 Haziran 2019 12:06

Bro öyle bir inceleme yazmışsın ki, tıklamadan önce "oynarım yeaa" diyordum, şimdi bu yorumu yazıp, bu oyunu direkt unutacağım. :P

Decypher
SevişenBoğa
9 Haziran 2019 11:24

Oynadıktan sonra pişman olup unutmaya çalışmaktan iyidir :D


mit1980
30 Mayıs 2019 20:31

Bu aralar hayal kırıklığı üstüne hayal kırıklığı geliyor. Bu üçüncü oldu. Ben de seninle aynı sebeplerden ötürü heyecanla bekliyordum bu oyunu. Sıfır bulmacalı bir yürüme simülasyonu olduğunu öğrenince bayağı üzüldüm. Yine de her şeye rağmen senin yorumunu bekliyordum kiiii... Eh, hayırlısı :(

Monthius
mit1980
8 Haziran 2019 11:04

Hayal kırıklığına uğrayanlara beni de ekleyin. :(


Decypher
mit1980
30 Mayıs 2019 21:27

1 bulmacaya bile razıydım, o yüzden bitince bir süre inanmakta güçlük çektim :)

E-VrL
Decypher
3 Haziran 2019 11:07

Beni de aranıza alın a dostlar. Neden bu yıl böyle oldu yahu? Halbuki ne ümitlerle beklemekteydik diğer pek çok oyun gibi. Ne yapalım, artık önümüzdeki oyunlara bakacağız.


MSelm
30 Mayıs 2019 18:14

[Bu yorum kullanıcı tarafından silinmiştir]

Parolamı Unuttum