Geçtiğimiz yılın son günlerinde Gris adlı bir oyun ziyaret etmişti ekranlarımızı. İspanyol oyun geliştirici Nomada Studio’nun ilk oyunuydu ve gayet etkileyici bir deneyim yaşatıyordu oyun severlere. Neden böyle bir giriş yaptığımı merak edebilirsiniz. Bu sefer de Barselona’dan bir başka stüdyonun, Altered Matter’ın benzer bir tecrübe sunmak için yola çıktığını ve bizleri Etherborn ile buluşturduklarını görüyoruz. Hem oyunların benzer yapısı hem de her iki stüdyonun İspanya’dan olması nedeniyle kıyaslama kaçınılmaz görünüyor. Etherborn adına iyi mi kötü mü oldu bu durum, hep beraber görelim…
Varoluşun anlamı nedir? Ben kimim?
Etherborn, ağırlıklı olarak yerçekimine meydan okuduğumuz bulmacalarla bezenmiş bir macera. Oyunda tek karakter yer alıyor, o da yönettiğimiz varlık. Sonsuzluk ağacının dalları arasında dolanıyor, zirvesine doğru yol almaya çalışıyoruz. Yegâne amacımız varoluşumuzu anlamlandırmak, kendimizi tanımak. Karakterimizi dışında herhangi biriyle karşılaşmıyoruz, dolayısıyla bir diyalog yok, etrafta yazılı metinler de yok. Bu yönüyle Gris’e benzetebiliriz. Ama bir farkı var, bu sefer bölüm aralarında dış sesten bazı açıklamalar işitiyoruz. Bu açıklamalar ışığında da maceramızın amacını öğreniyoruz.
Sembolizmin oyunlaştırılmış hali olarak değerlendirilebilecek örneklerin sayısı artmaya başladı gibi, ne dersiniz? Bu oyun da kendisini listeye yazdırmak üzere yola çıkmış belli ki. Ama çok derinlikli bir hikâye akışı beklentisine girmezseniz iyi olur, zira neredeyse göz açıp kapayıncaya kadar bitirebildiğimiz bir oyun bekliyor bizleri.
Döndürün dünyayı, düşecek var!
Oynanışa geçtiğimiz vakit, artık Gris’ten ziyade Monument Valley gibi oyunlarla kıyaslanabilecek bir yapımla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Sonsuzluk Ağacının zirvesine doğru yol alırken yerçekimini alt etmenin yollarını arıyor, üzerinde bulunduğumuz mekanın altını üstünü, sağını solunu kontrol edip ışık parçalarını topluyor ve onları ait oldukları yerlere yerleştirip yeni yolların açılmasını sağlıyoruz.
Esasen zevkli bulduğum bir bulmaca tarzıdır bu, ‘yeter tembellik ettiğin, millet işinde gücünde, sen ne diye miskin miskin duruyorsun böyle’ diyerek beyninizi biraz çalışmaya teşvik edeceğiniz oyunlar oynamayı severim. Ama burada ufak bir soruna işaret etmeden geçemeyeceğim. Oyunun bazı bulmacaları normalde olduğundan daha zor gelebilir. Bunun en temel sebebi de kamera açılarına ilişkin tercihler. Kamerayı serbest yönetemiyoruz, yapabildiğimiz tek şey kamerayı uzaklaştırıp bulunduğumuz yeri geniş açıdan görmek. Haliyle sizin bulunduğunuz yere göre ters bir noktada kalan ışık huzmesini veya onları yerleştireceğiniz yeri göremiyorsunuz. Bunun için izleyebileceğiniz en temel formül mekanın mümkün olan her köşesine gidip geniş açıdan bir bakmak. Tabii bazı kısımlar da siz bulmaca parçalarını çözdükçe erişilebilir olacak. Doğal olarak bu durumlarda etrafı kontrol etme işini de tekrar etmeniz gerekebilir.
İkinci bir nokta da oyunun sonlarına doğru örneğine denk geldiğim bir bulmaca türü ile ilgili sıkıntı. Işık parçalarını yerleştirip bulunduğunuz yere ek kara parçalarının gelmesini sağladığınız bir bulmaca türü var ve bunu belirli bir sıra ile yapmak durumundasınız. Hangi parçayı önce getirmeniz gerektiğini deneme yanılma yöntemiyle bulabiliyorsunuz ve haliyle aynı şeyleri birkaç defa tekrar etmek durumunda kalıyorsunuz. Aşağıdan yukarıya, bulunduğunuz parçanın bir köşesinden diğer bir köşesine koşturup duruyorsunuz. Bu da bir noktadan sonra sıkıcı bir hal almaya başlıyor.
Görüldüğü üzere her iki örnek de bizleri tekrara iten durumlar. Bana kalırsa bu tamamen tasarım tercihi ile ilgili bir mesele. Oyun süresi kısa olunca muhtemelen bu şekilde oyalanmamızı istemiş yapımcılar :)
Geldik varoluş yolculuğumuzun da sonuna...
Oyunun kısa oluşunu bu kadar vurgulamamın nedenini açıklayayım. Eğer hikâyenin bizlere aktarımı ile bölüm tasarımları arasında kuvvetli bir ilişki kurabilseydim (yine zikretmiş olacağım ama bkz. Gris) veya oyun bittiğinde hikâyenin bir çırpıda sona erdiğini düşündürten bir hisse kapılmasaydım inanın bu kadar üzerinde duracağım bir konu olmazdı. 3-5 dakikada biten ve ne güzel yapmışlar dediğim oyunlar da var zira. Buradaki mesele sanki hikâye biraz daha devam edecekmiş de bir anda sona ermiş gibi gelmesi, finale gidene kadar hikâyenin içine tam anlamıyla girdiğimizi hissettirememesi. Yanlış anlaşılmasın, oyunun hikayesi kötü gibi bir tespit değil benimkisi, daha çok bir serzeniş diyelim; daha iyi sunulabilirmiş, ama olmamış.
Bence Etherborn’un talihsizliği Gris gibi kendi adıma muhteşem olarak değerlendirdiğim bir örneğin ardından gelmesi ve onunla kıyaslanabileceği noktaların bulunması. O noktalarda da Gris çıtayı biraz yukarılara yerleştirdiği için Etherborn ortalama bir performans gösterse de bir eksiklik varmış gibi düşünmeden edemiyoruz.
Dolayısıyla, haksızlık etmek istemem, bu oyun da güzel bir görsel tarza sahip, müzikleri gayet hoş, (her ne kadar çok etkileyici bir şekilde sunulmasa da) ilgi çekebilecek bir hikâyesi var. Kusurları hafızalara kazınacak bir oyun olmasının önüne geçiyor ve sonunda elimizde ortalama bir oyun kalıyor. Şans verip vermemek size kalmış...
Başlıklar
Grafik tarzı hoş, bulmacaları çözünce yaşanan tatmin hissi güzel, müzikleri ruhu okşuyor. Ama kamera açıları gibi tasarın sorunlarıyla zorlaşan bulmacaları ve kısa oyun süresiyle ağızda biraz buruk bir tat bırakıyor. Şans verecekler bu noktayı da göz önünde bulundurursa iyi olur.
Hikayesi
Grafik tarzı
Müzikleri
Tasarım hataları (kamera açıları vs.) nedeniyle bazı bulmacalar gereksiz zorlaşıyor
Kısa