Ateş etmeli, zıplamalı 2D platform oyunları denince Contra’dan tutun da Bionic Commando’ya kadar pek çok güzide yapım gelir akıllarımıza. Ama onlardan biri vardır ki hem görsel tarzı hem de esprili yapısıyla diğerlerinin arasından güdümlü bir füze gibi sıyrılıverilir: Metal Slug.
Marco ve Tarma’yla birlikte Genaral Morden’ın zevzekler ordusuyla ilk savaşımızın üzerinden 29 yıl geçmiş. Ama kurtardığımızda bize iç çamaşırlarını hediye eden savaş esirleriyle, teknelerin üstünde güneşlenen düşman askerleriyle, orijinal bölüm sonu düşmanlarıyla ve hâlâ muhteşem görünen arka plan çizimleriyle bugün bile pek çok kişinin severek oynadığı bir seridir Metal Slug.
Gelgelim modern zamana yenik düşen, yapımcısının bütün çabalarına rağmen bir türlü dirilemeyen serilerdendir aynı zamanda. Mobil oyun yaptılar, tutmadı. Kule savunma yaptılar, tutmadı. F2P sürümünü yaptılar, o da tutmadı. Şimdiyse şanslarını bambaşka bir alanda deneme vakti: Sıra Tabanlı Strateji.
Mission Start!
Metal Slug Tactics, adından da anlaşılacağı gibi bir strateji oyunu. Yapımcılar Metal Slug evrenini alıp onu Final Fantasy Tactics tarzında, izometrik bir sıra tabanlı stratejiye dönüştürmüş ve içine bir tutam da rogue-like elementler serpiştirmişler. Oyuna Marco, Eri ve Fio üçlüsüyle başlıyor ve toplam 4 ana kısımdan oluşan haritamızdan çöl bölgesini seçiyoruz. Sonrasında da Slay the Spire başta olmak üzere pek çok rogue-like oyunda görmeye alıştığımız, nasıl ilerlemek istediğimizi seçebildiğimiz dallı budaklı bir yol haritası çıkıyor karşımıza. Buraya kadar her şey alıştığımız gibi.
Ama işler bu noktadan sonra farklılaşmaya başlıyor. Bir kere yol haritasındaki her noktayı ziyaret edemiyoruz; iki-üç noktaya uğrayıp buradaki görevleri tamamlar tamamlamaz (bütün düşmanları öldür, konvoya refakat et, belirli hedefleri yok et gibi gibi) düşmanlar alarm veriyor ve Metal Slug serisinden alışık olduğumuz kocaman, dev gibi bir savaş makinesiyle kapışmaya başlıyoruz. Kazanırsak sonraki bölüme geçiyoruz, ölürsek de her şeye baştan başlıyoruz.
Oynanış da bildiğimiz strateji oyunlarından epey farklı. Bir kere siper alıp bir duvarın arkasından vs düşmana ateş etmek bu oyunda hemen hemen hiçbir işe yaramıyor. Onun yerine sürekli yer değiştirmeli ve gidebildiğiniz kadar uzağa gitmelisiniz. Ne kadar ileri giderseniz o kadar fazla “kaçınma” ve “adrenalin” puanı kazanıyorsunuz çünkü. Kaçınma puanları bir tür zırh görevi görüyor ve düşmanların size verdiği hasarı ya sıfırlıyor ya da azaltıyor. Adrenalin puanlarıysa özel yeteneklerinizi kullanmanızı sağlıyor; bir tür mana yani. Görevleri tamamlayıp haritada ilerledikçe tecrübe puanı kazanıyor, bunlarla da yeni yetenekler edinebiliyoruz. Ancak ölüp başa döndüğümüzde bunların hepsi sıfırlanıyor.
Tabii bir de “senkronizasyon” yeteneğimiz var. Düşmanlardan birine ateş ettiğimiz sırada o askeri başka bir karakterimiz daha görüyorsa otomatikman bizimle beraber o da ateş ediyor. Bu sayede karakterlerimizi haritada doğru konumlara yerleştirerek aynı düşmana üç karakterle birden aynı anda ateş edebiliyoruz. Çoğu güçlü düşmanı yenmenin ve bölümleri ölmeden tamamlamanın yolu da buradan geçiyor zaten.
Heavy Machine Gun!
Oyunda Marco, Eri ve Fio’nun yanı sıra yıllar içerisinde seride zaman zaman başrol oynayan Tarma, Nadia, Trevor, Ralf, Clark ve Leona da yavaş yavaş ekibe katılıyor. Bir seferinde sadece 3 karakter seçebiliyorsunuz. Hepsinin farklı farklı özel yetenekleri ve savaş stilleri var. Her birinin 4 farklı ekipman seti bulunuyor. Örneğin Marco ilk başta sadece tabanca ve makineli tüfek kullanırken kazandığımız tecrübe puanlarını harcayıp ekipmanını lazer tüfeği ve piştovla değiştirebiliyoruz. Oyunda hangi ikiliyi seçtiğinize bağlı olarak ufak hikâye parçaları (eşittir başarım) da açabiliyorsunuz.
Oyuna adını veren Metal Slug ve Slugnoid adlı araçlarımız da emrimize amade elbette. Bu zırhlı süper savaş araçları bazen bölümlerin ortasında karşımıza çıkıyor, bazen de biz destek kuvveti çağırıp savaş alanına bunlardan bir tane indirebiliyoruz. Ancak yakıtları bitebiliyor, o yüzden idareli kullanmak gerekiyor kendilerini.
Her ne kadar buraya kadar anlattıklarım kâğıt üzerinde heyecan verici gözükse de iş uygulamaya geldiğinde pek de öyle olmuyor ne yazık ki. Bir kere oyun çok yavaş açılıyor. Bu da sizi ilk birkaç el boyunca belli bir yere kadar gidip ölmeye mahkûm ediyor. Çünkü ilk başlarda elinizin altında çok az yetenek ve kaynak oluyor. Rumi’nin dükkânını ve Margaret’ın eğitim sahasını açtıktan sonra işin rengi biraz değişiyor. İlk bölüm sonu canavarınızı yenmeyi başarıp diğer karakterleri de teker teker ekibe kattıkça daha fazla eğlenmeye başladığınızı hissediyorsunuz. Ama işte… o noktaya gelinceye kadar birkaç saat boyunca ölüp ölüp baştan başlamak zorunda kalıyorsunuz. Yani, evet, bu dediklerim tüm rogue-likelar için geçerli, biliyorum. Fakat nedense burada bir olmamışlık hissi var.
Beni bir parça hayal kırıklığına uğratan bir diğer şeyse oyunun içeriğinin çok kısıtlı olması. Toplamda sadece 4 tanecik harita var ve incelemenin başında da belirttiğim gibi buraları keşfederken yalnızca 3 noktaya gidebiliyorsunuz. Hatta ilk bölümü tamamladıktan sonra direkt General Morden’ın bulunduğu haritaya geçip oyunu birkaç saat içinde tamamlamak bile mümkün. Evet, oyunun daha üst bir zorluk seviyesi var. Evet, rogue-like olduğu için sürekli aynı yerlerden geçmiyorsunuz. Evet, bütün düşmanlarla kapışıp General Morden’ın yanına ondan sonra giderseniz farklı bir son görüyorsunuz. Ama bütün bunlar aynı dört bölümü tekrar tekrar, tekrar tekrar oynayıp aynı düşmanlarla veya biraz daha gelişmiş türleriyle savaşıp durduğunuz gerçeğini değiştirmiyor. Bu döngüye kendinizi kaptıracak kadar bağımlılık yapmayı başaramıyor oyun.
Oyunun en güçlü yanı Metal Slug serisinin tarzını aynen koruyan pikselli grafikleri, esprili yapısı ve kulağınızın pasını silen müzikleri hiç şüphesiz. Nostalji damarınıza basmayı iyi başarıyor yani. İçerik olarak biraz daha dolu olsaymış, rogue-like yerine senaryolu bir görev yapısı kullansaymış tadından yenmez olabilirmiş. Bu hâliyle birkaç el atıp sonra unutulacak bir yapım olarak kalmış ne yazık ki.
Başlıklar
Metal Slug serisinin ruhunu aynen koruyan pikselli grafikleri, esprili dünyası ve tanıdık karakterleriyle gönlünüzü çelmeyi başaran MST kısıtlı içeriği, çok geç açılan mekanikleri ve bağımlılık yapıcı olmaktan uzak oynanışıyla insanı biraz üzüyor. Yeni eklenecek içeriklerle daha iyi bir oyun olabilir.
- Metal Slug evreni
- Şahane piksel grafikler
- Akılda kalıcı müzikler
- Kısıtlı içerik
- Çok geç açılıyor
- Bağımlılık yapıcı değil
- Rogue-like olmasaymış da olurmuş