Sid Meier's Civilization VII - İnceleme
Karanlık çağdan korkmayın, o sadece altın çağların habercisi
Tarih kaç yerinden kırılabilir? Civilization VII’nin bu soruya basit bir yanıtı var: Üç. Aslında bunun bir yanıt olmadığını, zaten sorunun da anlamlı bir soruya benzemediğini biliyorum ama oyunu oynarken eski Civilization’lardan özlediğim uygarlık simülasyonu tadını yakalayabilmek için böyle sorulara ihtiyaç duyuyorum. Tam da yerine oturmayan ama bir şekilde dolgu işlevi gören bu küçük sorular oyunu bir nebze dengeliyor, ayaklarının yere basmasını sağlıyor. Eski günlerdeki gibi M.Ö. 4000’den alıp uzay çağına taşıyacağım o kabileyi sahiplenmemi kolaylaştırıyor. Halkıma “Yıl olmuş 350, hâlâ dereye giremiyorsunuz” diye çemkirebilmek, 1500’lü yıllarda dünya haritasını aşağı yukarı çözmüş olmak, 1900’leri artık savaşın kimse için iyi bir seçenek olmadığını bilerek tamamlamak gibi dünya tarihine paralel bazı detayları kaybetmemek için orada olmayan bir şeyler eklemem gerekiyor hikâyeye. Çünkü görsel açıdan alabildiğine etkileyeci bir detay seviyesine ulaşan Civilization, artık kavramsal olarak o kadar da detaylı değil, elimizde ortamı kalabalık gösteren ama oyunu derinlemesine geliştirmeyen pek çok yenilik var.
GANDHI’YLE NÜKLEER ŞOV!
Her yeni Civ’de olduğu gibi hangi liderler, hangi ülkeler eklenmiş, hangisiyle oynarsam daha çok şehir kurarım, kim bilimi destekliyor, nasıl bir haritada oynamak lazım gibi sorulara yanıt bulmak için küçük bir keşif turuyla başlıyor oyun. Ama bir gariplik var… Benjamin Franklin’i alınca Amerika’yı, Isabella’yla İspanya’yı ya da Cathrine’le başlayınca Rusya’yı seçmiş olmuyorsunuz. Oyunun mantığına göre antik çağda henüz bu ülkeler ortada olmadığı için liderinizi Mısır, Yunan, Roma, Maya gibi eski uygarlıklardan biriyle eşlemeniz gerekiyor. Peki ama modern çağın liderleri niye var o zaman antik çağda? “Liderler ölümsüzdür” gibi bir şey mi bu? Ölümsüzlük ileriye doğru çalışan bir sistem, geriye uyumluluğu yok diye biliyorduk ama… Neyse, sonuç olarak tuhaf da gelse Benjamin Franklin’i Yunan uygarlığıyla eşleyip başkenti Atina olan bir ABD’nin temellerini atarak, fantezi futbol mantığında bir oyuna başlıyorum…
Gwendoline Christie şu koca metnin sadece ilk cümlesini seslendirip bırakıyor. Buna biraz bozuldum.
Lider ve uygarlık seçimi yaparken dikkatimi çeken bir şey daha var. Eski Civ’lerdeki “deniz savaşlarında +2 hamle hakkı”, “dünya harikalarında %25 inşa gücü” gibi her bir uygarlığa / lidere belli bir konuda özel avantajlar veren basit sistem elden geçirilmiş, avantajlar dezavantajlarla dengelenmiş, tek bir alana odaklanmak yerine bilim, kültür, üretim, ekonomi vs hemen her konu, her bir lider için özelleştirilmiş. O yüzden oyuna hop diye girmek mümkün değil, önce uzun uzun okuyup kıyaslamanız gereken dev listeler var. Bir yandan güzel çünkü burada yapacağınız seçim oyundaki stratejinizi komple değiştirebilir, her oyunda yeni bir yol deneyebilirsiniz. Diğer yandan o eski, basit sistem daha tanımlıydı, kim hangi konuda iyidir bir bakışta görebiliyorduk. Şimdi “ama”lı, “eğer”li, bol maddeli ve daha az tanımlı bir başka dünyadayız. Özellikle oyuna yüzlerce saatini gömmeye niyeti olmayanlar bu seçimleri biraz daha rastgele yapacak ve muhtemelen oyuna başladıktan sonra zaten pek de hatırlamayacak en başta verdiği stratejik kararları.
Bağımsızlar eski şehir-devletlerin yerini alıyor ama çağ sonunda esrarengiz şekilde haritadan siliniyorlar.
Son olarak “liderler” deyip duruyorum ama ülkenin tepesinde oturmuş siyası liderlerden ibaret değil bu küme. Filozof Konfüçyüs’ü de seçebilirsiniz, halk kahramanı Jose Rizal’ı da, aktivist Harriet Tubman’ı da… Asıl merak ettiğiniz şeyi de yanıtlayayım madem, hayır Gandhi yok. Zaten şimdilik çok az sayıda lider var, onların da çoğunun bugüne dek sadece ismini duymuşsunuzdur en fazla. Tabii bunu derken Vietnam’ın Han Hanedanlığı’na direnişinde önemli rol üstlenen kızkardeşlerden Trung Trac’ı ayrı tutuyorum, onu da tanımıyorsanız ne işiniz var Civilization’la… Öyle değil mi? Dalga geçtiğime bakmayın, bu kimmiş diye bakıp öğrenmek için sebep veriyor oyun, bulmuşken hemen bir Wiki sayfasını açıp öğreniyoruz biz de.
DÜNYANIN GÜZEL YÜZÜ
Hadi lider seçme işinde çok oyalandık, artık oyuna geçelim. Demiştim ya görsel açıdan oyun yeni bir seviyeye gelmiş diye… Belki Civilization VI’nın karikatürümsü tarzını sevenler bayılmayacak ama Civ V’teki sade ve görece gerçekçi grafikleri VI’ya bin kez tercih eden benim gibileri bile daha hiçbir şey görmediğimiz o ilk turn’den cezbetmeyi başaran bir çekiciliği var yeni Civ’in. Kıvrıla kıvrıla gelip denize dökülen akarsular, çölün üstünde uçuşan kum taneleri, her biri ayrı güzel görünen dağlar, ağaçlar, geriden gelen tıngır mıngır bir ut sesi, yanında köpeğiyle uzakları keşfetmeye hazırlanan bir tanecik izcimiz ve hatta o uzakları sembolize eden karanlık altıgenler… Bu kadarını hedeflemişler miydi bilmiyorum ama oynamak yerine durup “böyle kalsın ya, çok güzel” diyebileceğiniz bir harmoni içinde her şey. Ama tabii bu sadece başlangıç. Biz bu dünyaya çivimizi çakmaya geldik, bakıp mutlu olmaya değil!
Zararsız gibi görünen bir izci… Birazdan kılıç kalkanlı abileri gelir.
Nihayet ilk settler’ımızla (artık oyunda “founder” olarak geçiyor, bütün settlerlar değil ama sadece ilki) başkentimizi kurduysak oynamaya, pardon okumaya başlayabiliriz. Okumak, çünkü bu aşamada oyun üstünüze bir yığın yeni kavram ve oynama şekli atacak ve bunları dikkatlice okuyup az çok anlamadan ilerlemeye çalışmak, son derece sıkıcı bir deneyimi baştan kabullenmek demek. O yüzden her ne kadar tam tersi için yanıp tutuşuyor olsanız da şimdilik oynamaya değil, önünüze zırt pırt çıkacak olan metinleri, seçenek kutularını anlamaya odaklanmalısınız. Hemen öğrenmeniz gereken şeylerden biri “Legacy Paths”, yani bir çağdan diğerine geçerken kültürel mirasınızın ne olacağı. Antik Çağ, Keşifler Çağı ve Modern Çağ olmak üzere üç kısma ayrılan oyunda bir çağdan diğerine şehirlerinizi, birimlerinizi, diplomatik ilişkilerinizi falan değil, mirasınızı taşıyorsunuz çünkü.
Gerçekten böyle. Yüzyıllardır biriktirdiğiniz ordularınız yeni çağ başlarken yok olacak. Yıllardır hamiliğini yaptığınız şehir devletler haritadan silinecek. Başkentiniz dışındaki tüm şehirleriniz bir anda kasaba (town) seviyesine geri dönecek. Birikmiş paranız uçup gidecek. Bu nasıl çağ atlamak, Yeni Türkiye Yüzyılı mı bu diye soracaksınız. Değil neyse ki… Sizinle birlikte diğer ülkeler de yeni çağa geçerken birikimlerini kaybedecek çünkü. Elinizdeki tek şey önceki çağ boyunca biriktirdiğiniz miras puanlarınız. Bunları belli avantajlar elde etmek üzere yeni çağın başında dağıtacaksınız. Miras puanlarını biriktirmenin yolu da işte “Legacy Path”leri öğrenmek ve bilim, ekonomi, kültür ve askeri güç olmak üzere dörde ayrılan bu yolların kilometre taşlarını çağ bitmeden tamamlamaya çalışmak.
Askerlerinizi ortalık yere park etmeyin. Şimdi bir kum fırtınası çıksa hepsi hasar alacak.
Diyelim Antik Çağ başında ekonomiyi “miras yolu” olarak önceliklendirdiniz (ekonomiyi seçtiniz diye diğerlerinden feragat etmeniz gerekmiyor, aynı anda birden fazla legacy path izleyebilirsiniz, ayrıca seçtiğiniz yola bağlı kalmanız da gerekmiyor, istediğiniz noktada bu kadar ekonomi yeter biraz da bilim mirası biriktireyim diyebilirsiniz, yani kafanızda yapıyorsunuz seçimi). Oyun diyor ki ekonomik miras kazanmak için ilk kilometre taşın yediden fazla hammaddeye sahip olmak. Yani demir işle, ipek yap, yün doku vs… Bunu başarırsanız bir sonraki çağ olan Keşifler Çağı için 1 ekonomik miras puanı koyuyorsunuz cebe (ayrıca hemen kullanmak üzere 1 de ekonomik yapı puanı kazanıyorsunuz ama şu an konumuz o değil). Bir sonraki kilometre taşınız kullandığınız hammadde sayısını 7’den 14’e çıkarmak. Onu da sağlarsanız 1 ekonomik miras puanı daha geliyor (bir de Antik Çağ’da geçerli olmak üzere tüm ticaret yollarınız fazladan altın kazandırıyor). Üçüncü ve son aşamaya geldiniz. Çağ kapanmadan 20 hammaddeyi işlemenizi istiyor oyun. Bunu da başarırsanız altın çağ seviyesine ulaşıyor, diğer oyuncular için de Antik Çağ’ın sonunu getiriyor ve tabii cebinize 1 ekonomik miras puanı daha atıyorsunuz. Buradaki bonusunuz da önceki kilometre taşlarında kazandıklarınızdan çok daha kıymetli: Hani demiştim ya çağ kapanırken başkent dışındaki şehirleriniz tekrar kasaba oluyor diye (ve siz de içinizden köy ne, kasaba ne, Civilization’da öyle şeyler yok, ne saçmalıyor bu demiştiniz hani…). İşte Ekonomik Miras yolunu tamamladıysanız tüm şehirlerinizi yine şehir olarak taşıyabiliyorsuz sonraki çağa.
Oyundaki yeniliklerden sadece birini örneklemeye çalışırken bile daha önce seride hiç karşılaşmadığımız ne çok şey girdi işin içine fark ettiniz değil mi? Konudan konuya atlarken hiçbir şey anlatmayı başaramayan, “bir de şey vardı” deyip duran, başı sonu belirsiz bir hikâyenin içinde debelenen bir sese dönüşme riskini sırf bu değişimi fark edin diye alıyorum çünkü.
BU ŞEHRE KAYYUM ATANMIŞ
Sadece yeni şeyler öğrenmiyor, bildiklerinizi de unutmaya çalışıyorsunuz oyunun kafasını anlamak için. Örneğin yollar, madenler, tarlalar için Civ VI’da da kısmen gördüğümüz üzere pek bir şey yapmanız gerekmiyor. Şehrinizi genişletmek için seçtiğiniz altıgen tarım için uygunsa otomatikman oradan yiyecek almaya başlıyorsunuz, madenler için, ağaç kesmek için de aynı durum geçerli. Diğer yandan bir bina dikeceğiniz zaman bu zahmetsiz üretim noktalarını feda etmek gerekebiliyor, yani tarım arazisine kütüphane yapmak, ormanın yerine AVM dikmek serbest. Yollarsa eskiden olduğu gibi kullanıldıkça kendiliğinden gelişiyor, tek istisna demiryolu yapabilir hale geldiğinizde şehirlere istasyon koymak gerekmesi. Tren garı olan şehirler otomatikman demir ağlarla birbirine bağlanıyor.
İbretlik bir kare. Neden? Yukarıdaki sekmelere bakın, kaç çeşit şey var öğrenmeniz gereken…
Bazı özel tesisler de birkaç ayrı binanın birleşimden oluşan kompleksler olarak düşünülmüş. Dolayısıyla tam işlevini yerine getirmek için aynı altıgen içine (bazen de komşu altıgenlere) tek tek inşa edilmeleri gerekiyor. Ayrıca çağ atlayınca işlevini kaybeden binalar var, bunların üzerine yeni çağın getirdiği yeni tesisleri kurabiliyorsunuz. Gel gör ki bu kararları planlı bir şekilde, ne yaptığınızı bilerek vermenin bir yolu yok, varsa da ben bulamadım (yok çünkü yok). Bir bakışta şehrinizin neresinde ne olduğunu göremediğiniz için gayet körlemesine bir yerlere bir şeyler koymak durumundasınız. Şehir yönetimini oyunun önemli bir parçası olarak görüyorsanız geçmiş olsun, tepeden bakınca çok güzel görünen ama ne derece verimli kullandığınızı asla bilemediğiniz, verilerini doğru düzgün okuyamadığınız şehirleriniz oluyor.
Zaten Civ VII’nin en büyük eksiği bir kapalı kutu gibi olması. Bir şeylere karar verirken sonraki hamleler için ipucu vermiyor, oyun sırasında bilgi kutucuklarını okusanız da açıklama içinde geçen, konuyla ilişkili diğer kavramların açıklamalarına hızlı erişemediğiniz için yarım yamalak bir fikir edinebiliyorsunuz sadece… Otuz yıllık Civilization macerasının en faydalı parçalarından biri olan Civiliopedia’yı resmen fırlatıp bir kenara atmışlar, gidip özellikle arama yapmazsanız hiçbir noktada devreye girmiyor. Halbuki Civilopedia sayfalarına link atsalar, böylece ben bir şeyi okurken metinde geçen bilmediğim kavramlara da zıplama şansım olsa işler kolaylaşacak, oyuna daha hakim olacağım. Onun yerine “sen OK’e bas gerisini dert etme” diye ittiren bir sistem var sanki. Bir yandan sizi bir sürü metne boğuyor ama bu metinler tüm sorularınızı cevaplamadığı gibi yeni soru işaretleri de ürettiği için bir noktada ipin ucu kaçabiliyor. Gerçekten de “eyyh tamam ya, bi sonraki oyunda çözerim artık burasını da” diye he deyip geçtiğim bir sürü şey oldu şu ana dek. Ama işte bu da çözüm değil, ince ince uğraşmak yerine ilk kez Civ görmüş acemi gibi hızlı hızlı turn geçmek insanı yaralıyor.
PUANIN KADAR DİPLOMASİ YAP
Diplomatik ilişkiler… Evet araya bağlama cümlesi bulamadığım için direkt giriyorum ama zaten yeterli “influence” puanımız varsa oyunda da aynen böyle kafadan giriyoruz muhabbete. Oyuna tıpkı kültür, bilim, para gibi her tur biriken bir “etki puanı” gelmiş. Bunu hem diğer liderlerden bir şeyler isterken (ya da onların taleplerine yanıt verirken) hem de “şehir devletler” olarak bildiğimiz, ama artık “bağımsızlar” ismiyle geçen tek şehirlik toplulukları kolonileştirmek için kullanıyorsunuz. Özellikle oyunun başında diğer her şeyden daha kıymetli etki puanları. Çünkü gelişip gelişemeyeceğinizi komşu devletler ve bağımsızlarla ilişkileriniz belirliyor. Siz bir kenarda masum masum “önce tapınağımı yaparım, yanına da 30 turda falan bitecek bir piramit dikerim, kimselere bulaşmam” diye planlar kurarken, uzaktan bakınca hiç de korkutucu görünmeyen bir bağımsız iki komutanıyla kapınıza dayanınca o piramidi hiçbir zaman bitiremeyeceğinizi anlıyorsunuz…
Roma’nın neresine ne dikmişim ben nereden hatırlayacağım? Şehirler bir noktadan sonra kontrolden çıkıyor.
Diğer ve mantıklı olan seçenekse kendi halinizde takılmamak. Özellikle her bir çağın başında bağımsızları çok çabuk etkiniz altına almak önceliğiniz olmalı. En çok etki puanını nasıl biriktirebildiğinize bakacak, haritada bağımsızların yerlerini acil olarak tespit edecek ve bulur bulmaz arkadaşlık isteği atacaksınız! Diğer ülkelerle ilişki kurmaktan çok daha kritik bu çünkü oyunun bu aşamasında onlarla bir yarış halindesiniz, herkes bağımsızları kafalama peşinde. Bağımsızların sayısı da çok değil, her kıtada dört beş tane oluyor en fazla. Dolayısıyla vaktinde davranmazsanız bunların tümünü başka ülkelere kaptırdığınızı ve bu yolun dönüşü de olmadığı için (bir kez başka devletin kanatları altına giren bağımsızı çevirmek mümkün değil) geriye düştüğünüzü göreceksiniz. Bağımsızlar neden önemli? Çünkü nasıl bir topluluk olduklarına bağlı olarak askeri, bilimsel, kültürel, ekonomik alanlardan birinde fark yaratan bonuslarla geliyorlar. Hem size yük değiller, hem de oyunda hızlı yükselmenizde ya da kriz anlarında büyük katkıları oluyor.
Devletlerle ilişkiler ise daha karmaşık. Etki puanı neyse veririm, ilişkilerimi istediğim seviyede tutarım diye bir hesap yapamıyorsunuz. Çünkü her lider kendi özel ajandasıyla geliyor. Kimi yayılmacı; kendi sınırına yakın olsun olmasın, sizin bir yerlere şehir kurmanızı istemiyor. Kimi ideolojik; farklı bir yönetim biçimi benimseyeni düşman görüyor. Kimi hümanist; eğer halkınızın mutluluk seviyesi düşükse sizinle ilişkisini bozuyor… Elbette hepsinin tek tek kaprisini çekecek değiliz, bu ajandaları bir yere kadar umursuyoruz. Ama bizim için tehdit unsuru olan, güçlü, sınırımıza yakın liderlerin gönlünü kazanmak için de sadece ajanda değil, çeşit çeşit iletişim imkanı veriyor oyun. Bu açıdan gerçekten takdir ettim. Yıllardır göstermelik seviyeyi bir türlü aşamayan diplomatik ilişkiler ilk kez oyuna bir şeyler katıyor. Hem de yeni bir şey deneyeceğiz derken eldekini bozmadan yapmış bunu Firaxis, ki Civ VII’nin en çok eleştirebileceğim tarafı tam da bu: Her şey yenilenmiş ama bu sırada oyuna karakterini veren bir şeyler de kurban edilmiş yenilik uğruna. Neyse konuyu dağıtmayalım… İletişim imkânları derken neyi kastediyorum? Örneğin bir lideri çok sinirlendirmiş de olsanız “hadi birlikte küçük bir fuar yapalım” diyorsunuz mesela, orada bir kaynaşılıyor… Biraz sonra “bende bayağı kaynak var, ticari ilişkileri geliştirelim istersen” diyorsunuz, sonra “hadi sınırları açalım” oluyor, sonra “ya şu bilim projesi için bizim takımlar birlikte mi çalışsa” oluyor… Bir bakmışsınız husumet bitmiş, “Dostum Benjamin” olmuşsunuz… Tabii zaman ve etki puanı isteyen işler bunlar, eldeki puanları komple bir lidere yatırdıysanız bir diğeriyle iletişim şansınız olmuyor. Ayrıca karşı taraf sizden bir çıkarı olduğunu düşünmezse (örneğin teknolojide sizden ileri durumdaysa ve siz araştırma projesi için ortaklık teklif ediyorsanız) reddi yiyorsunuz. Gerçi bu benim başıma gelmedi hiç, genelde sıcak bakıyorlar işbirliğine ama çok kritik anlarda puanım yetmediği için sınır anlaşması yapamadığım ve haritada savunmasız dolaşan birimlerimi kurda kuşa yem ettiğim oldu.
Meşhur çağ haritası. Zafere giden yol buradaki görevleri tamamlamaktan geçiyor.
Dünya haritasıyla ilgili de söylenecek çok şey var ama burada çok detaylı bahsetmeyeceğim, hem spoiler olmasın (cidden sürprizler var çünkü) hem de artık yazsam da okumayacaksınız diye korkuyorum çok uzadı diye… Şurası kesin: Bütün dünyayı, ama her köşesini diyorum, keşfetmeden oynamayı denemeyin oyunu. Deneyim zenginliği ve keyif açısından çok şey kaybedersiniz. Oyun zaten dediğim gibi size çok hareket alanı tanımıyor, üstüne siz de en çok işinize yarayacak şeylerden biri olan haritayı açma işini ihmal ederseniz kısır bir döngüye hapsolup kalabilirsiniz. İspanya’yla oynadığım bir oyunda, biraz da talihsizlikler sonucu ilk çağı böyle küçük bir kıtada sıkışıp kalarak bitirdikten sonra ikinci çağda şansıma Kolombus’un “deha” olarak topraklarımda doğması ve bir anda tüm dünya haritasını önüme sermesi oyunun gidişatını komple değiştirdi mesela. Dünyayı görmek size farklı hedefler kazandırıyor, yapacak yeni işler veriyor, değerlendirilecek fırsatlar sunuyor…
Oyunda Türkiye şirin ve antik ilçemiz Tarsus’la temsil ediliyor (bir şekilde).
Civ VII’nin oynanışı ne kadar sadeleşmişse grafikleri o kadar detaylanmış. Bunu incelemenin girişinde söylemiştim ama bu cümleden fazlasını hak ediyor oyundaki sanat dokunuşu. Oyun sadece göze güzel görünmekle kalmıyor çünkü. Animasyonlar, sesler, sinematik anlar, savaşlar, kamplar, su baskınları, patlayan yanardağlar, dünya harikaları… Her bir öğe için ayrı bir sanatçı çalışmış sanki. Şu mesela nasıl mümkün olabilir: Bir savaşta epey hırpaladığım düşman ordusu birkaç kare geri çekilip askerleri iyileşsin diye kamp kurdu, yukarıdan bakınca çok değişik bir şey yok gibi ama dur bir yakından bakayım dedim, zoom in yapınca derme çatma banklarda yaralı askerlerin oturduğunu, bir tanesinin bitkin şekilde koluna bandaj yapmaya çalıştığını falan gördüm. Gözüm yaşardı resmen ya… Sırf şu detayı görmek için gereksiz yere savaşa girilir, öyle diyeyim.
Arkadaşlar bu yazı artık bitmek zorunda. Çat diye bitirmeden önce esas duymak istediğiniz kısma geleyim: Oynanır mı?
Sid Meier’ın yaşam projesi, bu yıl 30’una giren Civilization, serinin kaderini etkileyecek önemli değişikliklerle, keşfedecek çok fazla özellikle geliyor. Bunların tümü için oyunu zenginleştiriyor diyebilmeyi çok isterdim, aksine daha kolay oynansın, oyuncu (konsol oyuncusu) ekranlar arasında kaybolmasın diye ince işler budanmış. Diğer yandan tek oyun içinde üç ayrı oyun bitiriyormuş gibi hissettiren, üç çağa ayrılmış tarihsel süreç gerçekten radikal bir karar, oyuna yeni bir çehre kazandırdığı, serinin uzun zamandır itiraf etmekten çekindiğimiz o yıpranmışlığını ortadan kaldırdığı kesin. Bunu yapabilmek için elbette bir şeylerden ödün verilmesi gerekmiştir, anlaşılır bir durum. O nedenle biraz iç çekerek de olsa, kalan sağlar bizimdir diyerek kaldığımız yerden oynamaya devam edeceğimiz, yenisi gelene kadar bilgisayardan kaldırmayacağımız bir Civilization’ımız daha oldu. Evet, oynanır.
Başlıklar
Strateji açısından yüzeysellemiş olsa da, keşfedilmeyi bekleyen yepyeni bir oyuna dönüşmüş Civilization. Saatlerinizi harcayacak ve pişman olmayacaksınız.
- Görsel olarak çok etkileyici, sesler, seslendirmeler de öyle
- Keşfedecek çok fazla yenilik var
- Her lider apayrı bir oyun stratejisi sunuyor
- Yapay zekâ ne yaptığını biliyor
- Stratejik derinliğini kısmen kaybetmiş
- Şehirler üzerindeki kontrolümüz sınırlı
- Lider – ülke eşleşmeleri başarısız
- Zaman çizgisindeki kopmalar oyunun bütünlüğünü bozuyor