Previously on Witcher…
Devamını okuSoul Hackers 2 - İnceleme
Senin ruhun benim ruhumun önünde diz çöker!
Shin Megami Tensei (bu inceleme boyunca Megaten ya da SMT olarak da bahsedeceğim bolca) genel olarak kaotik bir seri. Özellikle seriye bir şekilde girip insanlara oyunları önermeye çalıştığınızda hissediyorsunuz bu kaosu. Shin Megami Tensei olarak geçen bir ana seri var, bir de bunun yığınla spin-off’u var. Hatta o spin-off’un bile spin-off’u var. Çoğunuz biliyorsunuzdur ama son 5 yılda popülerliği iyice tavan yapmış Persona bile aslında bir SMT spin-off oyunu olarak çıkmıştı PlayStation 1’de.
Soul Hackers da öyle doğmuş bir oyun işte. Orijinalinde Megaten’in Devil Summoner serisinin bir parçası olan Soul Hackers (tam adıyla Shin Megami Tensei: Devil Summoner: Soul Hackers ve evet, dalga geçmiyorum), bundan 25 yıl önce Sega Saturn’e çıkmış bir Dungeon Crawler oyunuydu. Soul Hackers 2’ye kadar Devil Summoner serisinde iki oyun ve bir tane de 3DS portu dışında pek büyük bir şey de olmamıştı doğruyu söylemek gerekirse. Hatta Megaten spin-offları uzunca bir süredir yoktu. Gerek Persona gerek ana SMT serisi gibi biraz daha popüler olan seriler ve Atlus’un dağıtımını sağladığı Vanillaware oyunları Atlus’un karnını bayağı bir doyurmuş olsa gerek diye düşünüyordum haliyle ben. Hiç beklenmedik bir hamle olarak, Atlus bu yılın başında Soul Hackers 2’yi duyurunca bir hayli şaşırmıştım. Özellikle PC ve Xbox’a Playstation’la aynı gün geleceğini görünce de şaşkınlığım iki katına çıktı. Bayağı bir şaşkınlık söz konusu yani benim tarafımda.
Durum böyle olunca, Soul Hackers 2’nin üstünde de bayağı bir yük oluşmuştu bir anda. Yıllar sonra gelen ilk Megaten spin-off oyunu olması, hem genel oyuncu kitlesinin Atlus algısını test edecek hem de Megaten spin-offlarının geleceğini belirleyec-… Tamam, biraz abarttım. Ama Shin Megami Tensei 5 çıktığında da insanların “Persona” beklediğini görünce Soul Hackers 2’nin de aynı muameleyi göreceğini düşünüp korktuğum gerçeğini de gizleyecek değilim. Şimdi gelin, Persona’yı bir kenara koyalım ve şu oyuna bir bakalım beraber.
Her ölüm bir başlangıç…
Oyunumuzun hikâyesi, ana karakterimiz Ringo’nun “yapay zekâ akışı” olan Aion’da doğması ve Dünya’nın sonunu getirecek olayları başlatan cinayetlerden birini görmesiyle başlıyor. Aion dediğimiz bu varlık, normalde Dünya’daki olayların akışına karışmazken bu seferlik Ringo ve Figue’i bu olayları durdurması için insan biçimine çevirip Dünya’ya yolluyor ve ilginç bir şekilde iki cinayeti de durduramıyorlar. Bu noktada “Soul Hack” dediğimiz olay devreye giriyor ve Ringo öldürülen karakterlerin ruhuna girip bunları tekrar hayata getirebiliyor ve partiyi topladıkça olaylar gelişiyor.
Ana senaryoyu fazla deşip sizi spoiler yağmuruna tutmak istemiyorum ama karakterlerin ve senaryonun gerçekten oyunun en ilgi çekici yanlarından biri olduğundan da bahsetmem lazım. Partideki her karakter apayrı bir dünyada yaşıyor teknik olarak. Yatagarasu ve Phantom Society adında iki farklı Devil Summoner çetesinin kavgasının ortasına düşüyoruz ve partimizi Phantom Society’ye gizli ajan olarak girmiş bir Yatagarasu ajanı, ana kötü karakterimizin sevgilisi, serbest olarak çalışan bir Devil Summoner ve Dünya’ya daha yeni gelmiş bir karakter olan Ringo (biziz bu) oluşturuyor ve hem karakterlerin arasındaki hem de senaryonun içindeki diyaloglar ve çatışmalar gerçekten ilgi çekici. Hepsinin olaylara bakış açıları, yaşadıkları ve tecrübe ettikleri şeylerden dolayı apayrı ve Ringo’nun her şeyden habersiz ve haliyle de tarafsız bir şekilde olaylara dahil olması evreni ve karakterleri oyuncuya çok iyi bir şekilde sunuyor. Genel olarak Soul Hackers 2’nin üstünde durduğu konular ağır haliyle. Ölüm ve adalet algısı gibi konuların yanı sıra en azından benim bağ kurabildiğimi düşündüğüm yarım kalan işler, geçmişte yapılan tercihler ve pişmanlık duyguları gibi daha birçok konu da karakterlerin hikâyelerinde bolca kendilerine yer ediniyor. Bunlarla özellikle oyunun ana hikayesinin yanı sıra “Soul Matrix” dediğimiz kısımlarda da karşılaşıyoruz.
Ruhum daraldı
Soul Matrix, oyunun zindanlarının bir kısmını oluşturan bir mekân. Burada partimizdeki karakterler için üç ayrı zindan bulunmakta ve bu zindanlarda ilerledikçe hem karakterlerin hikâyesini öğrenip hem de o karakterler için yeni yetenekler kazanabiliyoruz. Eğer Persona 3 oynadıysanız biraz ucundan Tartarus’a benzetebilme ihtimaliniz var benim gibi. Ama Tartarus’u sıkıcı buluyorsanız, Soul Matrix’i görünce ne düşüneceksiniz bilemiyorum gerçekten.
Her ne kadar oyun için işlevi iyi olsa da görsel tasarımdan da bölüm tasarımından da sınıfta kalan bir bölüm Soul Matrix. Sadece mavi, gelecek temalı küplerden oluşan koridorlar içinde yürüyüp, zindanda ilerlememiz için gereken kapıyı ya da öldürmemiz gereken boss’u aradığımız bir konsept kendisi. Herhangi büyük farklılıklar yok, genel olarak üç zindanın da işleyişi aynı. Ve bu maalesef oyunun genel zindan tasarımına da yansıyan bir şey. Genel olarak oyunun zindan anlayışı tekdüze, kaybolmanızın ya da bir şey kaçırmanızın imkânsız olduğu koridorlar. Oyunun asıl olarak renkli ve ilgi çekici dünyasının yanında saatlerinizi karanlık, gerek keşfetmesi gerek de bakması sıkıcı zindanlarda geçirmek insanın cidden içini bunaltıyor.
Bu sıkıcı zindanlardan kaçmak için yan etkinlikler ve yan görevler yapmak isterseniz de bu görevler genellikle sizi zaten keşfettiğiniz zindanlara geri atıyor. Verdikleri ödülleri bir kenara koyarsak, hepsi de sadece oyunun zindanlar dışında en büyük problemi olan zorluk sıkıntısını bir şekilde çözmeye çalışmak için var olan ve oyuna ek bir şey katmayan etkinlikler. Partimizdeki karakterlerle takılmak için yaptığımız “Hangout” etkinlikleri dışında gerçekten ilgimi çeken yan görev bulamadım, hatta bir noktadan sonra konuşmaları ve ara sahneleri atlamak ya da hızlandırmak için kullanılan R1 tuşu en yakın dostum oldu.
“Zorluk sıkıntısı” diye bir şeyden bahsedip de üstünde birazcık durmamak saçma olacak tabii. Soul Hackers 2 bazı JRYO’ların hâlâ çözüm bulamadığı “uygun seviye” problemine maalesef bir çözüm getirememiş. Eğer biraz yan etkinlik yapıp, Soul Matrix’lerde takılayım derseniz hikâye kısmında seviyenizin çok yüksek olma ihtimali bir hayli yüksek. Ya da tam aksine hikâye odaklı bir şekilde oynayıp yan etkinlikleri yapmazsanız bu sefer de seviyenizin düşük kalma olasılığı bir hayli yüksek. Atlus kendince bazı içerikleri hikâyede belirli noktalara geldikten sonra açılacak şekilde bir çözüm üretmeyi denemiş fakat (en azından Normal zorlukta) pek de bir işe yaradığını söyleyemem. O yüzden kendinizi sonraki bossa ya da zindana hazırlamak için bir Walkthrough’dan en azından düşmanların seviyesine bakarsanız sizi yargılamam, hatta yargılayanı döverim.
Işığı görüyorum!
Soul Hackers 2’nin biraz değişik bir şeyler yapmak için uğraştığı bir alan varsa, o da sıra tabanlı çatışma mekanikleri. Yine çoğu modern Megaten oyunundan hallice bir sıra tabanlı çatışma mekaniği olduğunu belirtmem lazım tabii. Persona’daki “All-Out Attack” gibi burada da yine düşmanların zayıf olduğu saldırıyı yapınca Demonları “Stack”leme gibi bir mekanik var. Ama oyunun Command ve Sabbath yetenekleri adındaki iki ek özelliği diğer JRYO’lardan farklı ve canlı tutmayı başarıyor. Command yetenekleri Ringo’nun takıma gerek Demon değiştirme gerek düşmanın zayıf noktasına vurulunca gelen Stack sayısını arttırma gibi belirli emirler vermesini sağlıyor ve hepsini de aynı çatışma içinde tekrar kullanabilmek için belirli bir tur beklemeniz gerekiyor. Sabbath yetenekleriyse belirli Demonlar seviye atladığında onlara gelen bir özellik. Bu özellik sayesinde eğer o Demon Stack saldırısına dahilse partinin canını doldurmak gibi ekstra bir yeteneğe sahip oluyor.
Eğer zindanları bir kenara koyarsak, oyun görsel olarak da inanılmaz görünüyor. 3D modeller gayet iyi, karakterlerdeki ve oyunun evrenindeki renk kullanımı ve tasarımları inanılmaz tatlı ve Atlus’un o klasik 2D portre çizimleri hala çok hoş görünüyor. Ama bunların pek de büyük bir haber olduğunu düşünmüyorum, çoğumuzun oyun gösterildiğinden bu yana fikrinin böyle olduğuna neredeyse eminim. Keza oyunun müzikleri de bir o kadar iy. Gerçi çoğu Megaten fanı ilk Soul Hackers’ın bestecisi olan Ryota Kozuka’yı bekliyordu fakat Tekken, Drakengard ve spin-off’u Nier’in müziklerini yapmış, Keiichi Okabe önderliğindeki MONACA ekibi de gayet oyunun atmosferine uygun, başarılı işler çıkarmışlar.
Kısaca Soul Hackers 2 gayet iyi bir oyun. Gayet iyi bir karakter kadrosu, insanı oynamaya devam ettiren bir senaryosu ve bunlara gayet iyi eşlik eden görselliği ve müzikleri var. Megaten acayip potansiyeli olan, büyük bir seri ve Soul Hackers 2 de ilerde gelebilecek olan spin-off oyunları için gayet umut verici bir oyun. Evet, oyunun zindanları gerçekten çok sıkıcı ve eğer bir tane daha “rıhtım” ya da “yeraltı metrosu” görürsem birilerine kafa atacağım gerçeği de hâlâ değişmedi, FAKAT (kocaman bir fakat) bu zindanlardaki ufak karakter etkileşimleri ve hikâye kısımları bana uykumu kırıp zindanları bitirmem için gereken olan enerjiyi verdi. Bir de enerji içecekleri verdi, evet. Boooolca enerji içeceği…
Başlıklar
Atlus’un Persona harici bir Megaten spin-off’una yıllar sonra dönüşü gerçekten mutluluk verici ve bekliyorduysanız rahatlıkla önerebilirim. Ama bu Soul Hackers 2’nin potansiyelini tam olarak erişemediğini ve çok daha iyi bir oyun olabileceği gerçeğini de değiştirmiyor.
- Sanat tasarımı konusunda klasik Atlus doyuruculuğu
- Konsept ve karakterler genel olarak başarılı işlenmiş
- Sabbath sistemi sıra tabanlı bir oyuna hoş bir tat katmış
- Senaryo ilerledikçe daha fazla merak uyandırıyor
- Zindanlar abartı bir şekilde sıkıcı, oyunun dış dünyasından kopuk
- Yan görevler ve etkinlikler sırf oyunda olsunlar diye varmış gibi hissettirebiliyor
- Oyunun zorluk anlayışı çok mantıksız gelebilir
Aga o kadar da yorum yazdım ama nedense site tüm paragrafları birleştirdi ben de yorumu sildim. Düzeltmeye çalıştım ama olmadı ben de boşverdim. Ben bile o halde mesajı okumazdım. :)
O sıkıntı olunca ben düzeltiyorum ya, keşke silmeseydin :D Ben okurdum valla.