Ay em dı hileci
Devamını okuOynanışın arka plana atılıp hikayenin öne çıkarıldığı oyunlara karşı yavaş yavaş bir ön yargı oluştuğunu düşünüyorum. Hele ki oyun bir de FPS’yse… “Aha yürüme simülasyonu! Alın meşaleleri! Yakmaya gidiyoruz!” tarzı tuhaf bir toplu linç dalgası oluşuyor ki sormayın gitsin. SWtD’e dair ilk videolar belirdiğinde de benzer bir etki oluştu, bir kısım insan “vaay süper duruyor” derken bir kesim ise dişlerini gıcırdatıp İskoç aksanıyla “FAKİN WEALKIN’ SIM AYE?” demeye başladı. Yapımcı koltuğunda da bu yürüme simülasyonu furyasına bayrak tutan Dear Esther’in yapımcısı The Chinese Room olunca, oyunu takip eden herkes ne beklediğini az buçuk kestirir hale geldi.
Fakat Still Wakes the Deep öyle bir oyun ki… Ne tam bir yürüme simülasyonu, ne de AAA kalitesinde dehşet bir gerilim-korku oyunu… İkisinin ortasına mevzilenmiş, parıl parıl parlıyor vallahi.
Şefim ortaya karışık bir şeyler yap sen
Gelin oyunumuzu biraz tarif etmeye çalışalım… Jeff Lemire’ın Sualtı Kaynakçısı’nı bilir misiniz? Tamam edebiyattan tam gaz devam edelim, onun üzerine Lem’in Solaris’ini ekleyin. Atmosferi anladınız. Şimdi bir tutam Dead Space çaresizliği koyalım oradan, üzerine de Amnesia ve Outlast tipi bir oynanış çakalım. Tamaaam, şimdi biraz da platform ögeleri ekledik mi, bu iş tamamdır. SWtD servise hazır! Peki tamam çok kötü anlattığımın farkındayım, o zaman uygulamalı anlatıma geçiyorum hemen. :)
1970’ler, İskoçya… Polisle başı belada, iki küçük kızına ve karısına bakmaya çalışan genç emekçi kardeşimiz Cameron Mcleary’i (yani kısaca Caz’i) oynuyoruz. Başı kısmen belada olan ve İskoçya’dan hafif hafif uzaklaşması gereken bu mavi yakalı kardeşimiz, bir aile dostunun vasıtasıyla ana kara açıklarında bir petrol platformunda iş bulur. İşi kabul ederse uzunca bir süre evine dönemeyeceği için, eşiyle bu konuda ciddi bir şekilde tartışır, eşi eğer oraya giderse bu işin ayrılığa kadar gideceğini söyler. Ama Caz başka bir çare bulamaz, birazcık da problemleriyle yüzleşmek yerine onlardan kaçmayı tercih eder ve ailesinden ayrılarak platformda işe başlar.
Hayat bu ya, tam da Caz’in çalışması sırasında platformda tuhaf bir kaza yaşanır; bir anda dünya altüst olur ve platform tam anlamıyla bir can pazarına dönüşür. Garip bir varlık platformu sarmaya başlar, insanların beyinlerine bir hastalık misali bulaşıp herkesi çılgına çevirir ve kendi garip uzaylı dokusuyla dört bir yana adım adım yayılır. Eh, bizler de aklı selim kalan üç beş kişiden biri olarak, buradan kaçmaya ve neler olup bittiğini anlamaya çalışıyoruz.
Öncelikle ön yargılarımızı bi’ kıralım
Dediğim gibi, oyun uzaktan yürüme simülasyonu gibi dursa da bundan çok daha ötesi bizleri karşılıyor. SWtD ile haşır neşir olurken tam bir gerilim filmi kıvamında ilerleyip patlamalardan kaçıyor, sağa sola tutunarak ilerlemeye çalışıyor, tansiyonu bir anda zıbamlatan çok acayip kovalamacalar yaşıyor, yağmurdan kaçarken doluya tutuluyor, bulmacalar çözüyor ve nefes nefese kalıyoruz. Yani evet, bu bir yürüme simülasyonu değil. Oyunda herhangi bir savaş mekaniği yok, dövüşmüyoruz, savaşmıyoruz, saldırmıyoruz fakat sürekli hareket halindeyiz ve hayatta kalmaya çalışıyoruz. Onun için oyun ilginizi çekiyorsa ama “aman kim şimdi yürüye yürüye hikaye dinleyecek pff” diyorsanız endişelerinizi bir kenara bırakabilirsiniz.
Oyunun tansiyonu (özellikle oyunun ikinci yarısında) neredeyse hiç düşmüyor ve sürekli oyuncuyu diken üstünde tutuyor. Bunu sağlayan en önemli etmenlerden biri de oyunun hikayesi tabi. Yalnızca Caz değil, diğer karakterler de ilgi çekici yazılmış. Tıpkı Dead Space’teki gibi sürekli ekiple iletişim halinde olup ters giden bir şeyleri düzeltmek için platform içinde oradan oraya koşturuyoruz.
Size şöyle söyleyeyim, oyundaki bazı aksiyon sekansları o kadar iyi kurgulanmış ki tıpkı bir film izliyor gibi kenetleniyorsunuz, ama hareket kabiliyeti sizin parmaklarınızda olduğu için etki çapı çok daha yüksek oluyor ve benzersiz tecrübeler ortaya çıkabiliyor. Bir yandan da inanılmaz tekinsiz ve iyi kurgulanmış atmosfer sayesinde oyuna iyice dalıp gidiyorsunuz… Yani şakasız söylüyorum, oynarken kendinizi kaptırırsanız kan ter içinde kalmanız oldukça mümkün.
-İskoç aksanıyla bir şeyler söylenir- Altyazı nereden açılıyor ya?
Atmosfer demişken, ona da değinmeden geçemeyeceğim. İskoçlar ile İngilizler arasındaki gergin atmosfer, buram buram İskoç aksanı (buram buram diyorum aye meyyt?), denizin sonsuzluğu, tekinsizliği, yalnızlığı, petrol platformunun korkutucu depresifliği, borular, ateşler, yangınlar, çığlıklar, karanlık… Bunların hepsi (İskoç aksanı hariç) oldukça dozunda kullanılmış. İnsan yer yer gerçekten de buz gibi havada o platformda, sürekli birilerini kaybediyormuş gibi hissedebiliyor. Bir de üzerine çok çok başarılı bir seslendirme ekibini koydunuz mu, işte budur diyorsunuz.
Bunun dışında oyun Xbox Series S’te nadiren FPS kayıpları yaşatsa da yağ gibi aktı gitti. Ara sıra oldukça sinir bozucu buglar karşımıza çıkabiliyor; ama yine de teknik anlamda fena olmayan bir oyun var karşımızda. Grafikler muhteşem olmamasına rağmen göz kamaştırıcı, ses yönetimi bir Dead Space değil ama oldukça iyi. E tamam işte, her şey dört dörtlük? Yoksa öyle değil mi?
Bir oyuncu kabusu: 2024 yılındaki görünmez duvarlar
Evet doğru okudunuz: Görünmez duvarlar… Ya kardeşim şunu organik bir şekilde yaparsanız kimse size benim yaptığım gibi carlamaz, herkes efendi efendi oyununu oynar. Ama benim peşimde ne olduğunu bilmediğim bir yaratık varken, kocaman bir kapıya doğru yöneldiğimde o kapıya gitmeme engel olan bir görünmez duvar koyarsan oraya… İşte orada çıngar çıkartılır yani. Bu bir veya iki kere denk gelse, tasarımda düşünülmemiş sonradan da çözüm bulunamamış ufak bir pürüz der geçeriz, ama 5 saatlik oyunda onlarca kez oyuncuların görünmez duvarlara toslamasına sebep olursanız, işte o zaman çat diye eksi geliverir Sayın The Chinese Room. Oyun gerilim-korku-hayatta kalma klasmanında olmasa belki yine bir şekilde eyvallah diyebilirdim ama yok yani, böyle bir oyunda böyle bir tasarım tercihi maalesef çok talihsiz bir hata bence.
Bunun dışında bazen irili ufaklı hatalar da oyunun akıcılığına zarar verebiliyor. Yaldır yaldır koşarken aniden Caz’in kilitlenmesi, bir şeylerin soluğu ensemizdeyken açılması gereken bir kapının açılmaması, basılı tutma mekaniklerinin çalışmayı bırakıvermesi gibi şeyler ara ara yaşanabiliyor. Ama dediğim gibi, çok sık olmadığı için öyle çok da can sıkmıyor bunlar.
Gelelim en büyük günaha…
Birkaç eksi saydım, benim canımı en çok sıkan kısmıysa en sona bıraktım: Platform mekaniklerinin tekdüzeliği… Yahu arkadaş, yüksek bütçeli Hollywood filmi gibi oyun yönetmişsiniz. Film tadında sahnelerle oyununuzu taçlandırmışsınız, iyi bir senaryoyla oyuncuyu ekranın başına çivilemişsiniz. Eklesenize birkaç farklı mekanik daha, çeşitlendirsenize mis gibi oyunu.
Oyun yaklaşık beş saat sürüyor ve oyunun ikinci saatine doğru tüm mekanikleri tam olarak oturtmuş oluyorsunuz. Birkaç örnekle anlatmaya çalışayım: Caz’in uzun bir mesafeye atlaması mı gerekiyor? Tamam oraya atlayacağız, sonra Caz’in eli kayacak, LT’ye basılı tutacağız ve kurtulacağız. Yolumuzun devamında yangın mı var? Tamam yakınlarda bir yangın söndürme tüpü var kesin, bulup söndüreceğiz. İlerledikçe sağda solda elimize alıp fırlatabileceğimiz çer çöp eşya ve saklanabileceğimiz dolap vb. şeyler mi var? Tamam birazdan bir yaratık gelecek ve ilerlememize engel olacak, biz de bir şeyler fırlatıp dikkatini dağıtarak kaçacağız vb. vb…
Gördüğünüz gibi, bunları fark ettiğinizde oyunun neşesi biraz kaçıyor, görünmez duvarlarla çevrili bir dünyada böyle tekdüze mekanikler de işin içine girince, bir parça hayal kırıklığı da oluyor.
Bir sürü artı birkaç eksiyi döver
Her şeye rağmen SWtD çok benzersiz bir tecrübe. Bu tarz oyunlara ilgisi olan herkesin denemesi gerektiğini düşünüyorum. Alttan alttan işleyen hikayesi, Caz’in ana karadaki bocalamaları ve platformdaki ruh hali, tekinsiz ve etkileyici atmosfer, film tadındaki aksiyon kurguları, demir yumruk gibi insanın boğazına inen oyun sonu derken… Gerçekten çok iyi bir oyun bu. Ah bir de yukarıda bahsettiğim diğer noktalarda fire vermese, onlarca yıl sonra bile adından bahsettiren dehşet bir oyun olacakmış demek ki…
Başlıklar
Atmosferi, hikayesi, oynanışı, kurgusu, gerilim hissi ve şahane finaliyle, herkesin tecrübe etmesi gereken bir deneyim.
- Tekinsiz atmosfer
- Film tadında sahneler
- Gerilim hissiyatı
- Başarılı senaryo
- Seslendirme kalitesi
- Görünmez duvarlar
- İrili ufaklı bug’lar
- Tekrar eden mekanikler