The Dark Pictures Anthology - House of Ashes - İnceleme

Sümer korkusu sevmeyen bizden değildir

Benim Supermassive Games oyunlarıyla adeta bir aşk-nefret ilişkim var, inişli çıkışlı, tümsekli, yokuşlu. Hayranlıkla sıkılmışlık arasında gidip geliyorum bazen. Kendileriyle ilk defa Until Dawn sayesinde tanışmış ve hayran kalmıştım mesela. O zamanlar bende PS4 yoktu, sırf bu oyunu oynamak için bir Bursa’ya gittiğimde Erce’nin PS4’üne çökmüştüm. Bir haftasonunda bir kez ben bitirdim, Erce’yle Bahar verdiğim kararlara karışıp durdu, bir kez de Bahar bitirdi, Erce’yle ben karışıp durduk, kızın elini ayağına dolaştırdık, olmayacak yerlerde hata yaptırdık. Ama yine de en çok kişiyi o kurtardı her nasılsa.

Sonra benim de PS4’üm oldu ve tüm kupalarını alıncaya kadar oynadım. Yani The Dark Pictures antolojisini duymanın bendeki etkisi çok farklı oldu dostlar ama o etki Man of Medan’ı oynayınca yerini ‘bu muydu yani?’ sorusuna bıraktı. Man of Medan bence çok ortalama bir oyundu, karakterleri de öyle pek ilgi çekici değildi bana göre. İkinci oyun Little Hope ile biraz toparladılar, QTE öncesinde haber vermek gibi enteresan şeyler yaptılar. Will Poulter de son derece iyi iş çıkardı, ama hala daha bir şey eksikti: tekinsizlik ve korku öğesi.

İşte o eksiklerin tamamlandığı oyuna biz halk arasında House of Ashes diyoruz.

Pazuzu sarması yaptım oğlum, yer misin?

Sümer mitolojisi benim oldum olası ilgimi çekmiştir, tanrıları da, Lamashtu ve Pazuzu gibi şeytanları da çok çeşitlidir. Hatta Necronomicon içerisinde bir çok Sümer metni barındırır, Cthulhu mitosundaki eski tanrıları dünyaya çağırmanın yolu çoğunlukla Sümerce bilmekten geçer. House of Ashes bu mitolojiyi sevenleri bir kere daha baştan ihya ediyor. Sonuçta ortada Sümerlerin yeraltı dünyası, ölülerin yaşadığı yer Kur var; içerisinde ölümlüleri yeraltı dünyasına çeken iblisler Gallu’lar var, dev Pazuzu heykelleri… Tüm bunlar bu oyunun korku öğesini ortaya çıkarak unsurlar ve House of Ashes hayatta kalma dürtüsünü tetikleyen tehlikeleri sürükleyici bir hikaye içine güzelce yediriyor.

Yıl M.Ö. 2231. Akadlar ve Gutilerin savaş halinde olduğu bu dönemde bir Guti olan Kurum, bir Akad olan Balathu tarafından kurban edilmekten son anda kurtuluyor. Kurum ve Balathu isimleri önemli, yoksa zaten anlatmaya buradan başlamazdım. O dönemde Akadların başındaki hükümdar Naram-Sin (gerçek kişilik) tanrıları kendi yanlarına çekmek için kurbanlar verilmesini savunan ve her fırsatta bunu yapan bir herif. Yine öyle kurban peşindeyken işler ters gidiyor, güneş tutulmasının başlamasıyla birlikte tapınağın derinliklerinde kötü bir şey uyanıyor. O kaos ortamında Balathu ve Kurum taht odasında karşı karşıya geliyor ve ölümün pençesinden kaçabilmek için aralarındaki husumeti unutup birlik oluyorlar. Ancak yaratıkların saldırısından kurtulamadıklarını görüyoruz…

…ve hop yakın geçmişe, Saddam dönemine geliyoruz.

Bir diktatör geçti o topraklardan

Irak’taki bir Amerikan askeri birliğinde görev yapan yarbay Eric Edmund King, CIA’de görev yapan karısı Rachel King, Rachel’ın gizli sevgilisi çavuş Nicholas Kay, teğmen Jason Kolchek ve birkaç asker daha. Bir istihbarat üzerine kahramanlarımız Saddam’ın gizli kimyasal silahlarının saklandığı yere baskın yapıyor ve avuçlarını yalıyorlar. Burası aslında yeraltı dünyasına açılan bir geçit, öyle bir geçit ki bu dünyada bundan binlerce yıl önce kurbanlar verilmiş ve bir güneş tutulması sırasında şeytanlar prangalarından kurtulmuş. Gerisi tüm Supermassive oyunlarından alışık olduğumuz üzere sürekli farklı bir karakterle oynadığımız bölümler izlediğimiz, , kimi karakteri erkenden kazara öldürüp kaybettiğimiz, kimilerinin ilişkilerine karıştığımız, ensemizde şeytanların nefesini hissederken bir yandan toplanabilirlerin peşine düştüğümüz bir oyun işte.

Bu sefer oyunda beş oynanabilir karakter var; yukarıda saydığım Amerikalılara ek olarak bir de Iraklı Salim Othman’ı oynuyoruz. Yine bolca QTE, yine bolca ölüm, “ama, ama, ama, o karakter ölmesin” diye bolca bölüme baştan başlama eşliğinde devam eden House of Ashes, Supermassive’in Until Dawn’dan beri geliştirdiği en korkulu oyun olmuş diyebilirim. Bir kere QTE sahneleri öncekilere göre daha başarılı geldi bana, karar verme anlarının da çoğu insanı ciddi biçimde ikilemde bırakan ve “diğer seçeneği seçsem ne olacaktı acaba” diye içini kemiren cinsten olmuş. Bu tür oyunların zaten tekrarlanabilirlikleri yüksek ama ilk iki oyunu tekrarlamak içimden gelmemişti, bunda ise yerimde duramadım.

Bir aşk hikayesi olarak House of Ashes

House of Ashes ‘aptal’ bir oyun değil. İşlediği konu her ne kadar fantastik olsa da satır aralarını okumayı becerenler için Amerika’nın Irak Savaşı’ndaki rolüne dair güzel tespitler var. Karakterlerin birbirleri arasındaki ilişkileri, çekişmeleri ve çekememezlikleri oldukça iyi tasarlanmış; iplerin elinizde olduğu türden bir aşk kısmı bile mevcut ama bu hikaye içerisinde sırıtmayan, aksine iyi yedirilmiş biçimde çıkıyor karşımıza.

Ben oyunun Ahlak Pusulası kısmının yeni halini de beğendim, pusula mantığından sıyrılıp Until Dawn’ın o nefis kelebek etkisini andıran biçimde bu sefer karga teması kullanılmış. House of Ashes’ın önceki oyunlardan farklı olduğunu hissettirmek için bu tür detayları da atlamamış geliştirici ekip. Ayrıca sabit kameralar yerine 360 derece kameraya geçilmiş olması da değişik bir tasarım tercihi olmuş. Ben sabit kameraların yerine göre gerilime büyük katkısı olduğunu düşünüyorum ama bu yeni sistemi de beğendim.

Tabii ki Doğu cephesinde her şey yolunda da diyemeyiz. Özellikle de başlarda işin güzel aksiyon kısmına gelene kadar iyi bir miktar süre geçiyor ve eğer insan ilişkilerini umursamayanlardansanız bu kısımlar sizi ister istemez sıkacaktır. Yeraltı dünyasındaki dar koridorlarda kameranın da çok iyi bir iş çıkaramadığını söylemem lazım. Etraf zaten yeterince karanlık, zaten yeterince klostrofobik, bir de karakterimiz ekranın büyük kısmı kaplayınca görüş açısı epey bir azalıyor. Bir de ben hızlıca nişan almalı kısımları pek beğenemiyorum, sonuçta gamepad ile oynarken farenin o hızı olmuyor hiçbir zaman.

House of Ashes sonuç olarak verdiği hissiyat bakımından Until Dawn’a en çok yaklaşan oyun olmuş. Ha yine bazı modellemelerde duyguyu tam verememe, bir kütüklük falan hakim ama grafiksel açıdan da öncekilere göre daha başarılı buldum ben. Antolojinin bundan sonraki bölümlerinde de bu artan grafiği sürdürebilirlerse ilk iki oyunu unutmaya da hazırım, buradan saygıyla beyan ederim.

The Devil In Me

Dark Pictures Anthology’nin dördüncü, birinci sezonun ise son oyunu The Devil In Me olacak. Oyunun sonunda izlediğimiz ufak fragmanda bir adamın ‘katil olmanın ne anlama geldiğini’ açıkladığını duyuyoruz. Kendisini bir sanatçı olarak adlandıran bu adam “hayatın akan kanlar eşliğinde vücudu terk etmesini izlemek, gözlerindeki korkuyu görmek, yalvardıklarını duymak… işte bu gerçek sanat” diyor. Bu bölümün başrolünde İrlandaki aktris Jessie Buckley yer alacak.

SON KARAR

House of Ashes antolojinin gelecek oyunlarına da umutla bakmama sebep oldu. Aksiyonlu korku öğesini biraz daha ön plana çıkaran hikayeler Supermassive’e çok daha fazla yakışıyor.

The Dark Pictures Anthology - House of Ashes
Çok İyi
8.0
Artılar
  • Bu sefer karakter kadrosu son derece başarılı
  • Korku öğeleri oldukça yerinde kullanılmış, yaratıkların tasarımları güzel
  • Oyuncuların sergilediği performans harika
  • QTE bakımından erişilebilirliğin artırılması iyi olmuş
  • Yeraltı dünyasının iç sıkıcılığı başarıyla yansıtılıyor


Eksiler
  • Yüz animasyonları ve modellemelerde hala sıkıntılar mevcut
  • Başlangıcı biraz yavaş
  • QTE anları dışında haliyle pek bir aksiyon yok
  • Diyalog seçenekleri her zaman tam olarak anlaşılır değil


YORUMLAR
Parolamı Unuttum