Oyunları oynarken acaba renkler gibi detaylara dikkat ediyor muydunuz?
Devamını okuParadox stratejileri için “güzelleştirilmiş Excel dokümanları” derler malum. Çoğu oyunlarını bu kafadan çıkaran bir sürü dokunuş vardır aslında. Hearts of Iron’ın ve Europa Universalis’in haritayı kendi renginize boyama tatmini, Crusader Kings’in çılgın rol yapma öğeleri, Surviving Mars’ın gerçekçi bilimkurgu kafası, Stellaris’in farklı oynanışlar sunan uzaylı ırkları... Ama bu Excel dokümanı tabiri Vicky’e hakikaten çok yakışıyor!
Evet farklı ülkelerin farklı dinamikleri olaya renk katıyor, evet yine askeri hamlelerle topraklarınızı genişletebiliyorsunuz falan filan ama bunlar bu oyunun oturup “hangi malı nasıl ne kadara üretirim de o malı nerede kullanıp ne kadar vergilendiririm de sonra o malı kullanan insanları memnun edip de nasıl istediğim kanunları çıkarıp ülkemi modernleştiririm şeklinde” düşünmenizi gerektiren yapısının önüne geçmiyor. Bu oyun elinizi çenenize dayayıp saatlerce rakamlara, yüzdelere, tablolara bakıp ekonomik, sosyal ve politik kararlar verdiğiniz, güzelleştirilmiş bir Excel dokümanı ve bu kulağa geldiğinden çok daha keyifli bir şey!
Cesur da bir şey bana kalırsa. Paradox stratejileri zaten nispeten niş sayılırlar, bu yapısı Vicky 3’ü daha da niş yapıyor. CK’den şundan bundan daha az insana hitap ediyor Vicky 3 ve Paradox’un az sayıdaki Vicky severin yıllardır süregelen “Vicky 3 wen?” yakarmalarına geç de olsa yanıt vermesi ve zamanını ve enerjisini Vicky 3’e yatırması takdir edilesi. Umarım o kadar niş olarak kalmaz da yıllarca desteklenecek kadar para kazandırır firmaya çünkü on numara bir oyun olması için biraz daha yol alması gerek. İyi bir çıkış yaptı ama mükemmel olmanın uzağında. Ama oralara sonra geliriz, biraz nasıl bir oyuna bakıyoruz onun hakkında üç beş lakırdı edeyim.
Merhaba Dünya
Oyuna başlarken karşınıza birkaç seçenek çıkıyor: Oyunu Öğren, Ekonomik Baskınlık, Hegemonya, Eşitlikçi Toplum ve Serbest Oyun.
Ha evet bu arada, oyunun Türkçe desteği de var. Özellikle böyle karmaşık oyunların Türkçe desteğine sahip olması ekstra güzel bir şey. Mükemmel olmasa da başarılı da bir Türkçeye sahip, yüz üzerinden 85-90’ı hak ediyor.
Neyse, oyuna başlıyorduk en son. Yukarıda saydığım seçeneklerin hangisini seçtiğinizin oyuna direkt bir etkisi yok. Atıyorum Ekonomik Baskınlık seçerseniz oyun size “şu binayı dik, şu teknolojiyi araştır” falan gibi görevler veriyor ve bu görevleri yaptığınızda herhangi bir şey kazanmıyorsunuz, sadece işte biraz yönlendirilmiş oluyorsunuz. Dolayısıyla oyunu biraz öğrendikten sonra Serbest Oyun’dan yürümek daha mantıklı.
Oyunu Öğren seçeneğinden başlamak en doğrusu tabii. Arayüzü, mekanikleri vs. güzel öğretiyor. CK3’te bu yeni oyunculara oyunu öğretme işini harika kıvırmışlardı, buradaki ondan birazcık daha yetersiz ama yine de bayağı faydalı. CK3’te İrlanda’yla oyunu öğrendikten sonra nispeten başarıyla devam etmiştim, burada Belçika’yı bir batırdım ki sormayın :D Paradox’un Youtube kanalındaki yayınları biraz izlemek taşları daha bir yerine oturttu, ikinci oyunumda İsveç’i dünyanın süper gücü yapmayı başardım. Siz tabii yine de oyuna Osmanlı’yla falan başlamayın, aman diyeyim. Seçtiğiniz ülkeye göre oyunun zorluğu inanılmaz değişiyor.
Eskiden buralar hep dutluktu
Oyuna başlıyorsunuz, yıl 1836 ve yüz yıl boyunca koca dünya emrinize amade! Fabrikalar kurun, ürünler üretip dünyaya satıp zengin olun, topraklarınızı genişletin, gidip alakasız kıtalara koloniler kurun! Eğer Büyük Britanya falansanız tabii... Aksi takdirde işe biraz odun kesmekle veya buğday ekmekle veya hangi temel kaynağınız eksikse onu üretmekle başlayabilirsiniz mesela.
Kankam Norveç’i isyancılardan korumak boynumun borcu elbette.
Öncelikle bir Pazar ekranını açalım. Burada neyi ne kadar üretip tükettiğimizi açık ve anlaşılır bir biçimde görebiliyoruz. Kahve, içki, tütün vesaire çok pahalıysa önemli değil. Bu tip lüks tüketim ürünlerini daha fazla üretip daha fazla para kazanmak güzel fikir ama daha önemlisi temel ihtiyaçlar. Bunlarda sorun varsa halkınız kaş çatmaya başlar. Tahılın talebi arzdan fazlaysa birkaç buğday veya çavdar tarlası yapmak mantıklı olabilir örneğin. Veya yaptığınız her türlü sanayi girişimi alet gerektirecektir, biraz alet atölyesi yapmaktan da zarar gelmez.
Yalnız çok dikkatli olmalısınız. Bu, “ha demir sıkıntısı var, demir madenimi geliştireyim o zaman” şeklinde düz mantıkla yaklaşmamanız gereken bir oyun. Belki de evet, madenin kapasitesi bütün talebi karşılamaya yetmiyordur, o durumda elbette elinizdeyse madeni geliştirmek gerekir. Ama belki de sorun başka bir yerdedir. Belki de demir madeninin çalışmak için ihtiyacı olan aletlerden yeterince üretmiyorsunuzdur, aletler pahalıya alındığı ve üretilen demirler ucuza satıldığı için işletme zarar etmeye başlamıştır. Bu durumda madeni geliştirmek hiçbir işe yaramaz, alet atölyelerine öncelik vermelisiniz. Ama belki de çözüm alet atölyesini geliştirmek de değildir, alet atölyesinin kullandığı odunlar çok pahalıdır, tomrukçuluk kamplarına el atmanız gerekir. Belki de sorun hiçbiri değildir, belki de madenin çıkardığı demirleri kullanan herhangi bir sektörünüz olmadığı için demirler elde kalmış, maden zarar etmiş ve işçilerini kovmuştur. Bu durumda demir tüketen bir yatırım yapmak ekonominizin dönmesini, halkınızın iş sahibi olmasını sağlar. Bütün bunlar da değildir belki, sadece demir madeninin üretim yöntemini değiştirmek sorununuzu çözebilir. Kazma-kürek yerine gerekli teknolojiniz ve kaynağınız varsa atmosferik motor pompası veya yoğuşmalı motor pompası veya dizel pompa kullanabilirsiniz. Veya elle delmek yerine nitrogliserin veya dinamit kullanabilirsiniz. Veya belki de ekonominizin verimli dönmemesinin sebebi topraklarınızda olmayan bir kaynaktır, onu ithal edebilir veya gerekli kanunları çıkarmışsanız gidip o kaynağın olduğu bir yere koloni kurabilirsiniz.
Demek istediğim, oyunun ekonomisi direkt “sorun şu, çözüm şu” gibi net bir şekilde ilerlemiyor ve ekonomide aksayan dişlinin ne olduğunu doğru tespit etmek, değişen üretim tekniklerine ve taleplere mantıklı yanıtlar vermek gerekiyor. Tabii böylesine hızlı değişen bir tarihi dönemde mükemmel işleyen ve işlemeye devam eden bir ekonomi kurmak imkansıza yakın, her zaman yeni talepler ve arzlar olacaktır. Bu döngünün dışına çıkıp üniversiteler, sanat akademileri, devlet binaları, askeri üsler gibi ekonomiye direkt etkisi az olan ama dolaylı olarak büyük fayda sağlayan binaları da aralara bir şekilde sıkıştırmanız gerekiyor.
Petrol var diye gidip Kanada’nın ortasını alan ama ticaret yollarını kontrol etmek aklına gelmediği için o petrolle bir şey yapamayan İsveç’in dramı...
Oyundaki en büyük tuzak da bu bu arada. Bazen tam ayarlayamayıp inşaat sektörünü gerektiğinden fazla büyütüyorsunuz ve sürekli bir binaya ihtiyacınız oluyor, biliyorsunuz ki o binayı kurduğunuzda ekonomiye büyük katkı sağlayacak ama cepteki para kısıtlı. Kredi alıp sonra ömrünüzü faiz ödeyerek geçirmek istemiyorsanız o çok gerekli binayı kurmayı durdurmanız, gerekirse inşaat sektörünü küçültmeniz gerekiyor. Ülkeniz iflas bayrağını çekerse o çukurdan bir daha kurtulamıyorsunuz (yaşadım bunu ben). Aman kendinizi durdurmayı, hazineniz biraz dolana kadar sabretmeyi bilin.
Böyle anlatınca ne kadar karışık geldi bilmiyorum ama oyun içerisinde bu dediğim sorun-çözüm odaklı yaklaşımı uygulamaya koymak hiç de zor değil. Genelde süreç ülkenizin pazarına girip neyin sıkıntısının çekildiğini görüvermek ve bu sıkıntıyı nasıl çözeceğinizi anlamak için onun üretiminin yapıldığı binaya gidivermekten geçiyor. Kullanıcı dostu, kullanışlı bir yapı var.
Arayüz tasarımı pek mükemmel diyemeyeceğim aslında. Bazı şeyler olması gerektiğinden daha karmaşık, bazı şeylerse olması gerektiğinden daha basit. Örneğin ithalat olsun ihracat olsun, uluslararası bir ticaret yolu kurduğunuzda Bürokrasi kapasitenizi kullanıyorsunuz. Ve bazen daha fazla Bürokrasi’ye ihtiyacınız olduğu için az kâr getiren ticaret yollarını iptal etmek istiyorsunuz. Kolay gelsin, her ürüne tek tek girip ticaret yollarını kontrol etmeniz gerek, ki elli tane mi ne ürün var. Bu tip basit işlemleri gereksiz hantallaştıran tasarım tercihleri var arayüzde. Ama özellikle oyunun bu ekonomi kısmında arayüzün çoğunlukla gayet iyi tasarlandığını, gayet anlaşılır olduğunu ve gayet iyi işlediğini söyleyebilirim (sözünü ettiğim örnekteki gibi birkaç detay hariç).
Milletin suyuna gitmece simülasyonu
Biraz da politikadan konuşalım, politikadan konuşmanın tarihte kime ne zararı olmuş? Dediğim gibi oyunda bütün çarklar birbirine bağlı. Politikayı da ekonomiden bağımsız düşünmeyin. Yani millete yiyecek ekmek üretmiyorsanız ve hadi diğer kültürlere kapımızı açalım, kadınlara seçme seçilme hakkı verelim, monarşiden parlamenter cumhuriyete geçelim, ha arada vergileri arttırdım ehe falan derseniz kucağınızda sevimli bir iş savaşla kalakalırsınız. Ama ekonomi bir kenarda dursun şimdi.
Ülkenizde çeşitli çıkar grupları bulunuyor: Toprak Sahipleri, Aydınlar, Sanayiciler, Din Adamları, Silahlı Kuvvetler, Kırsal Kesim, Küçük Burjuvazi ve Sendikalar. Ve bütün bu çıkar gruplarının bir tesir seviyesi var, ki ne kadar kalabalık olduklarıyla çok da doğrudan ilişkili değil. Örneğin toprak sahipleri nüfusun yüzde 1’ini oluştururken politik tesir seviyesi %40 olabilir. Ve bütün bu çıkar gruplarının az veya çok desteklediği, az veya çok karşı çıktığı kanunlar var. Eğer yüzünü moderniteye dönmüş, endüstrileşen, okuma yazma oranı artan bir ülke kurmak istiyorsanız toprak sahipleri gibi gelenekselci çıkar gruplarının güçlü olmasını istemezsiniz örneğin. Ama bir yandan onları kızdırmak da istemezsiniz çünkü çok kızarlarsa hop iç savaş. Her şeyi dengede tuta tuta istediğiniz yöne yavaş yavaş gitmeye çalışmanız gerek.
Örneğin Osmanlı’yla modernleşmek istiyorsunuz diyelim ama toprak sahipleri %46 tesire sahip ve adamlar dibine kadar muhafazakâr, dolayısıyla gelenekselci ekonomik sistemden tarımcılığa, planlı ekonomiye falan geçmeniz çok zor ama geçmeniz de gerek çünkü gelenekselciliği bir kenara bırakmadan bir yere kadar gelişebiliyorsunuz. Bu kadar tesire sahip olmalarına rağmen onları hükümetin dışına atıp otoritenizi kullanarak baskılamaya başlayabilir, ama çok da kızmamaları için hoşlarına gidecek 1-2 dandik kanun çıkartabilirsiniz belki. Aydınları ve sanayicileri destekleye destekleye bunların daha fazla tesire sahip olmalarını sağlayabilir, zaman içerisinde belki monarşiyi bırakıp başkanlık sistemine veya daha da çağdaş olan parlamenter cumhuriyete geçebilirsiniz.
Ama bunların birkaç yılda olmasını beklemeyin tabii. İlk Belçika oyunumda param vardı, hayat standardım yüksekti, okuma yazma oranım yüksekti, istediğimi yaparım bir şey olmaz dedim, “her şey iyi gidiyordu ya, iç savaş nereden çıktı şimdi” diye ekrana bakakaldım. Sözün özü, çıkar gruplarını, özellikle de güçlü çıkar gruplarını kızdırmak pahasına modernleşmek pek de mantıklı değil. Denge, her şey denge.
Bu arada temel yönetim ve ekonomi biçimlerine dair etkisi yüksek olan kanunlardan örnek verdim ama bunlarla sınırlı sanmayın çıkarabileceğiniz kanunları. Din ve devlet işlerinin ne kadar iç içe olduğundan çocuk işçi çalıştırma iznine, sosyal güvenlikten ordunun profesyonel mi devlete bağlı mı olacağına, polis-okul-hastane sistemlerinden kolonileşmeye açık veya kapalı olmaya sürüsüyle şey var ve kanunlarınız oyun yapınızı, mutlu ettiğiniz çıkar gruplarını komple değiştiriyor. Örneğin dini okul yapısındayken eğitim sistemini geliştirirseniz din adamlarını güçlendirmiş oluyorsunuz ama özel okullara veya devlet okullarına geçiş yaparak din adamlarının güçlenmesini yavaşlatabiliyorsunuz.
Bu arada çok detaylandırmadığım, çok detaylandırmak istemediğim ve istesem de nereden başlayacağımı bilemediğim bir Nüfus sistemimiz var. Nüfus detay ekranından atıyorum kaç tane esnafım var, bunların kaç tanesi hangi dinden ve milletten, kaç tanesi tam olarak nerede çalışıyor, kaç tanesi hangi politik görüşü destekliyor gibi detaylara ulaşabilir, bu detayları kullanarak belli kesimlerin güçlenmesini ve zayıflamasını sağlamaya çalışabilirsiniz. Çok min-maks yaparak oynamadım şahsen oyunu itiraf etmek gerekirse ama derinlere dalmak isterseniz bu nüfus sistemini kullanıp ciddi faydalar sağlamak elinizde.
İç itinayla, dış olduğu kadar
Şu ana kadar bahsettiğim oyunun içişleriyle ilgili kısmıydı genelde. Diğer ülkelerle ithalat-ihracat haricinde diplomatik ve askeri olarak da etkileşime geçebiliyoruz elbette. Diplomasi çoğunlukla iyi işliyor, askeri eylemlerse eh işte. Ama oyunda dışişlerinin içişleri kadar rafine olmadığını kabul etmek lazım yine de.
Diplomatik olarak aklınıza gelebilecek neredeyse her şeyi yapabiliyorsunuz. Ticaret anlaşmaları, savunma paktları, askeri ittifaklar imzalayabilir, nüfuzunuzu kullanarak (nüfus değil) ilişkilerinizi geliştirebilir veya onlara zarar verebilirsiniz. Ambargo uygulayabilir, başkasının gümrük birliğine katılabilir veya başkasını kendi gümrük birliğinize katabilirsiniz. Elbette ilgi ilan ettiğiniz bölgeleri fethetmek veya vasallaştırmak da elinizde, sonucunda elde edebileceğiniz kötü nam ile dünyayı kendinize ne kadar düşman etmek istediğinizi de düşünmeniz gerek tabii.
Anadolu’da yaşayan okurlarımız kusuruma bakmasınlar, bundan sonra Mısır’a bağlısınız.
Yine de bazen seçenekler yetersiz geliyor. Örneğin “bak moruk, benim topraklarda kauçuk yok, sende var, bak param var, istediğin kadar para vereyim, sen bir kauçuk plantasyonu kur, ben istediğin fiyattan alacağım” diyebilmeyi çok isterdim. İlla ya fethedeceksin ya da bir yerlere koloni kuracaksın.
Askeri konudaysa oyun biraz zayıf. Elbette bu oyunun askeri değil de ekonomi ve politika odaklı olduğunun, Hearts of Iron ayarında bir şey beklememek gerektiğinin farkındayım ama hani... bir garip ya...
Çok mantıklı dokunuşlar var aslında. Bir savaş çıktığında aslında önce savaş çıkmıyor. Öncelikle her iki taraf da savaşı kazandığı takdirde karşı taraftan neleri talep ettiğini belirliyor, ki nispeten güçlüyseniz ve nispeten makul talepleriniz varsa karşı taraf geri adım atıp direkt istediğinizi size verebiliyor da. Bu sürecin ardından diplomatik süreç başlıyor ve diğer alakalı ülkelerin ne tarafa meyilli olduğunu görüyorsunuz. Bazıları direkt kendine çeşitli hedefler belirleyip savaşa dahil olabiliyor, bazılarını “gel yanımda yer al, sana yükümlülük borçlanayım” gibisinden yanınıza çekmeye çalışabiliyorsunuz.
Arada yaklaşıp trenleri, martıları falan izleyince daha bir keyfi çıkıyor oyunun.
Bayağı enteresan olaylara yol açabiliyor bu sistem. Mesela İsveç’le bir eyaletini almak için Hollanda’ya savaş açtınız diyelim ve Prusya sizin tarafınızda, Rusya ve İngiltere diğer tarafta yer aldı diyelim, ufak bir toprak parçası için ver elini birinci dünya savaşı.
Bu diplomatik süreç de sonlandıktan sonra iki taraf da geri adım atmazsa savaş başlıyor. Bundan sonrası işte biraz sıkıntılı. Asker sayınız ve teçhizat kalitenizin yanı sıra savaştığınız bölgedir, komutanın karakteridir, arazidir, savunmada mı saldırıda mı olduğunuzdur, bir dünya etmen var gidişatı belirleyen ve işler yolunda gittiğinde neden yolunda gittiğini, yolunda gitmediğinde neden yolunda gitmediğini anlamak gerçekten çok zor. Seksek tane menü arasında dolaşıp sebebi bulmak tam bir ölüm. Savaş arayüzü çok kullanışsız. Bunun haricinde birimleri sembolik de olsa animasyonlu bir şekilde savaş alanında görmemek de biraz tat kaçırıyor, önceki Paradox oyunlarındaki tatlı görsel öğeleri arıyor insan.
Bir de garip garip şeyler oluyor. Örneğin Afrika’daki bir koloni nedeniyle Avrupa’nın iki büyük gücü arasında savaş çıktı diyelim. Hem Avrupa’da hem Afrika’da cepheler var. Avrupa’da bir cephede savaş kazanan bir general hemen yanındaki diğer cepheye geçmektense Afrika’ya gitmeyi tercih edebiliyor, illa bu saçmalığı durdurmak için müdahale etmeniz, orduyu oradan geri çağırmanız gerekebiliyor. Veya Osmanlı’yla oynarken Suriye için Mısır’la savaşa girdim. Üç tane büyük ordum vardı, ikisini Suriye sınırına yolladım, birini de Mısır’ın dengesini şaşırtayım diye gemilerle Afrika’ya indirmeye karar verdim. Günler günleri, haftalar haftaları, aylar ayları kovaladı yok. Ordum inmedi oraya. Tıklıyorum, yolda diyor. Ne yolmuş! Donanmalar savaşıyor desek o da değil. Sonunda emri iptal edip o orduyu da Suriye’ye gönderdim, kara yolundan birkaç haftada gideceği yere ulaşıverdi mis gibi.
Kısacası bu savaş mevzularının hem arayüz anlamında hem de işleyiş anlamında elden geçmesi şart. Oyunun savaş odaklı olmaması pek de bahane değil.
Çağa ayak uydurmak
Oyun çok detaylı ve geniş olduğu için bahsedilmeyi bekleyen çok şey var ama kendimi durdurmam gerek. Bir tek şu arayüz meselesine tekrar değineyim. Bir sevgi-nefret ilişkim var oyunun arayüzüyle. Çoğu şey okunaklı, anlaşılır, kullanışlı ama bazı şeylere de anlam veremiyorsunuz. Ne bileyim, üretim görünümüne giriyorum, balıkçılık rıhtımları seçeneğine tıklıyorum, bana balıkçılık rıhtımlarımı sıralıyor. Güzel. Bu ekrandan bu binaları geliştirebiliyorum ama yahu neden o binaların detayına bu ekrandan gidemiyorum? Bu görünümde Makedonya’da bir balıkçılık rıhtımım olduğunu görüyorum ama o rıhtımı görmek için Makedonya’ya gitmem, binalar sekmesine tıklamam, sonra binaya tıklamam gerek. Neden? Bu tip garip garip tasarım hataları canını sıkıyor insanın.
Bir derdim de küçük ülkelerle ilgili. Küçük bir ülke alayım, dünya devi olmaya kasayım mantığıyla zor ama keyifli olacağını düşündüğüm bir Kore oyunu oynadım mesela, inanılmaz sıkıcıydı. Oyuna Çin’e deli gibi haraç verir halde başlıyorsunuz. Gelişeyim deseniz paranız oraya gidiyor, gelişemiyorsunuz. Büyük güçleri yanıma çekip Çin’e isyan edeyim deseniz kimse alakasız bir yerdeki alakasız bir yarımadayı sallamıyor. Çin’de iç karışıklık çıksa da istifade etsem diye bekledim bekledim bir şey olmadı. Çok fazla sizin dışınızda gelişen olaylara mahkûm oluyorsunuz küçük ülkelerle oynarken ve üretim kapasiteniz de sanki olması gerektiğinden çok daha düşük oluyor. Sanki biraz daha fazla hareket alanı sağlanabilir küçük ülkelerle oynayanlara.
Osmanlı’yla modern kanunlar çıkartmak için kırk takla atmak lazım
Ha bir de önemli ve güzel bir detay: Birçok ülkenin kendine ait ilginç görevleri oluyor. İsveç’le oynarken İskandinavya’yı birleştirmek, ABD’yle oynarken kölelik karşıtları ve taraftarları arasındaki yükselen gerilimi yönetmek, Osmanlı’yla oynarken Avrupa’nın Hasta Adamı olmaktan çıkmaya çalışmak gibi. Oyun doğası gereği diğer Paradox stratejilerinden daha az tekrar oynanabilirliğe sahip. Sonuçta dünyanın nispeten birörnekleşmeye başladığı, benzer şekillerde modernleşmeye çabaladığı bir dönem. Crusader Kings 3’teki gibi keş sarhoş bir kral olayım, kendime din kurayım, canımı sıkanlara işkence yapayım gibi çılgınlıklar yok. Dolayısıyla Vicky 3’teki bu tip ülkelere özel mekanikler tekrar oynanabilirliğe pozitif katkı yapıyor. Keşke daha fazla olsalar.
Pozitif bitireyim. Müzikler nefis. İnsanda hakikaten “kalkıp endüstrileşsem mi ya iki dakka” hissi yaratıyor. Kültürlere özel müzikler fena olmazdı aslında ama olsun, yüz saatten fazla oynamışımdır sanıyorum, hiç kapatıp kendi müziğimi açma gereği duymadım.
Vicky 3 genel olarak beklediğimize değdi diyebilirim. Daha kusursuza yakın çıkış yapan Paradox oyunu gördü bu gözler, Vicky 3’ün o noktaya gelebilmesi için biraz daha desteklenmesi gerek ama şu anki halinde var olan sorunlar, göz ardı edilebilecek, çok da hayati olmayan sorunlar. Victoria dönemi tarihin en ilginç, en hareketli dönemlerinden biri ve bu dönemin ekonomik ve politik dünyasında yer edinmeye çalışan bir ülkeyi kontrol etmek gerçekten keyifli.
Osmanlı İmparatorluğu Seçtiğiniz ülkenin 1836’daki durumuna ve oyundaki özel görevlerine göre oyun tecrübeniz bayağı bir değişiyor ve, taraflı konuşmuyorum, Osmanlı İmparatorluğu’yla oynamak hakikaten aşırı zor ve aşırı eğlenceli. Oyuna bol bol verimli toprakla, az bir şey sanayiyle, az bir şey orduyla, uzak vilayetlerinizdeki asabi halklarla, modernleşmeye karşıt güçlü çıkar gruplarıyla ve size diş bileyen Mısır ve Rusya gibi komşularla başlıyorsunuz. Hiç kolay değil ama yine de yönetilebilir bir durummuş gibi geliyor başta. Ama bir detay daha var, oyuna Avrupa’nın Hasta Adamı diye bir özellikle başlıyorsunuz. Bu sebeple prestijiniz, bürokratik gücünüz ve askere alım potansiyelleriniz benzer güçteki ülkelere nazaran çok daha düşük. Daha da kötüsü var: 20 yıl içinde 6 Tanzimat görevinden 4’ünü başarıyla tamamlamazsanız Avrupa’nın Ölü Adamı oluyorsunuz. Bu da şu demek: Padişah ölüyor, Tanınmayan Güç statüsüne düşüyorsunuz ve de Eflak, Boğdan, Sırbistan, Trablusgarp ve Tunus’u direkt kaybediyorsunuz. Ve o tanzimatları gerçekleştirmenin, hele hele sadece 20 yıl içinde Osmanlı İmparatorluğu gibi zaten çöküşteki bir ülke olarak gerçekleştirmenin ne kadar zor olduğunu anlatamam. Bunlar içinde Suriye’yi Mısır’dan geri almak, ordunuzu bilmemkaç kat güçlendirmek, bir sürü vilayetinize yatırımlar yaparak buraları kentleştirmek, okur-yazarlık oranını deli gibi arttırmak falan var. Sadece 20 yıl içinde! Şahsen ben ilk denememde beceremedim. Ama bir dahaki sefere kesin! Yani muhtemelen... Belki... Bilmiyorum... |
Başlıklar
Her dişlisi bütün diğer dişlilere etki eden, dev, karmaşık bir makine gibi. Biraz bakım yapılması lazım ama.
- Ana odaklarından olan ekonomi sistemi çok detaylı, etkileşime geçmesi çok keyifli
- Çıkar gruplarını ve halkın tepkilerini odağa alan politik kararlar vermeye çalışmak zorlu ve eğlenceli
- Güzel tasarlanmış ve (çoğunlukla) aradığınız kolayca bulabildiğiniz arayüz
- Müzikler direkt atmosfere girmenizi sağlıyor
- Birçok ülkenin sahip olduğu özel görevler oynanışı renklendiriyor
- Askeri hamleler hem tasarımsal sebeplerle hem de bug’lar sebebiyle doğru işleyemeyebiliyor
- Diplomatik seçenekler bazen yetersiz kalıyor
- Arayüz genel olarak kullanışlı ama bazı noktalarda anlamsızca kullanışsız hale gelebiliyor
- Küçük ülkelerle oynamayı keyifli kılacak bazı dokunuşlar lazım