İlk Bakış: Assassin's Creed: Mirage Oynadık!

İzninizle ben heyecanlanıyorum TŞK

Mirage konusunda karışık hisler içerisindeydim hatırlarsanız. Ağustos sayısını Murat Palta’nın Assassin’s Creed’in geçmişine saygı duruşunda bulunan sanat çalışmasına ayırdığımızda, ben de Mirage konusundaki beklentilerimden ve umutlarımdan bahsetmiştim.

Bu yazıyı ise Ubisoft’un bize sağladığı Assassin’s Creed: Mirage demo tecrübesinden hemen sonra yazıyorum ve size hiç değilse şunu kendimden emin bir şekilde söyleyebilirim: Ben Mirage için gerçek anlamda heyecanlanmış bulunmaktayım.

Lafı hiç uzatmayayım. Neler gördüm, biz ondan konuşalım.

Bir kendini bulma hikayesine hazırlanın

Mirage’ın Basim’in gençlik yıllarına odaklandığını zaten biliyorduk. 9. yüzyıl İslam’ın Altın Çağı, Bağdat’ın eğitim ve öğretimin kalesi olduğu, “dünyanın ortası” olarak adlandırıldığı dönemler. Hem eğitim hem de ticaret için gelenler aracılığıyla Bağdat’ın zengin olduğu ve çeşitli kültürlere ev sahipliği yaptığı bir zaman dilimi.

Fakat bu zenginlik elbette, her dönemde de olduğu gibi, toplumun her katmanına ulaşmıyor.

Demoda da oyunun en başı olduğunu tahmin ettiğim bir bölümde, Basim’i yakın bir arkadaşıyla küçük hırsızlık işlerine karışırken buluyoruz. Fakat içinde bulundukları bu durum haşarılıktan ziyade dönemin ekonomik eşitsizlikleri tarafından körükleniyor, ve Basim de bu konuda Robin Hood’luktan fazla bir şeyler yapmaya kararlı.

Bu kararlılığı da onun yolunun, yardımcı olduğu küçük işler vesilesiyle, Roshan’la kesişmesine sebep oluyor. Ve elbette Basim için Brotherhood yolu açılıyor.

Fakat Basim’in üstüne daima düşen bir gölge var: O da gördüğü kabuslar.

Alamut’a hoş geldin! Kusura bakma, etraf biraz dağınık. Yeni inşa ediyoruz da…

Kısa bir tanışmadan sonra demo bizi Basim’in Alamut kalesindeki eğitim günlerine götürüyor. Kalenin inşasının devam ettiği dönemler. Fakat aynı zamanda, Brotherhood’un da kuvvetli olduğu, seriyi başlatan Brotherhood olduğu dönemler. Burada dolaşırken gerçekten keşke demo için biraz daha vaktim olsaydı diye düşünmeden edemedim. Diğer çırak suikastçilerle konuşmak, kalenin etrafını kurcalamak istiyorum gerçekten.

Ama demo incelememin bu kısmında nostalji bombasından değil, fark etmeye başladığım bazı teknik elementlerden bahsetmem gerekiyor.

İlk olarak, gerçekten Mirage’daki parkur elementleri çok daha bol ve akıcı. İstediğim ve beklediğim kadar hızlı ve keskin hareket edemiyoruz, bu da bir gerçek. Ama Alamut’ta sadece parkur elementleriyle ulaşılabilecek yerler var ki bu Brotherhood’un ana sığınağı için çok doğal ve güzel bir dokunuş olmuş.

Ve bu yerler, gitmek zorunda olduğunuz yerler. O parkuru önünüze seriyor Mirage.

Bir diğer bahsetmek istediğim nokta da şu: Assassin’s Creed: Mirage siz dövüşün istemiyor. Ve bu iyi bir şey.

Ustamız Roshan’ın da dediği gibi, bir suikastçi olarak her silaha aşina olmamız gerekiyor. Fakat bu demek değil ki Basim olarak 3-5 korumaya ha deyince hodri meydan diyebilesiniz. Bu, oyunun ruhuna da uyuyor. Valhalla’da Eivor, özünde bir Viking savaşçısıyı. Odyssey’de Kassandra bir misthios’tu. Onların savaşıyor olması gayet doğaldı elbet.

Fakat Basim olarak bir şehirde korumaların arasında kalırsanız, işiniz yaş. İmkansız değil elbette. Ama çok daha yavaş, gelen saldırıları karşılama ve bu saldırılardan kaçınmaya yönelik olan kombat mekanikleri sizi çok üzer, haberiniz olsun.

Çünkü Mirage istiyor ki sessiz ve ağırdan gidin, düşmanlarınızı birbirinden koparıp tek tek avlayın.

Aynen bir suikastçi gibi.

Bu noktada yaptığımız bilgi toplama görevi beni tatmin etti. Girdiğimiz kamp içerisinde hiç yere inmeden hareket etmek mümkün. Tavanlardan hoplaya zıplaya hiç sesimizi duyurmadan kaçma şansımız da var. Umarım bu bölüm dizaynı oyunun geneline yedirilmiş bir şeydir. Şimdilik gördüğüm kadarıyla öyleymiş gibi duruyor.

Ayrıca bu sefer kuşumuz Enkidu’yu da öyle kafamıza göre kullanamıyoruz. Bu kuşların bize yardım ettiğini biliyor düşmanlarımız, ve onlara saldırma eğiliminde olan kuş avcıları var. Bu avcıların var olduğu bölgelerde kuşla her yeri incelemek istiyorsanız önce gidip o avcıyı indirmeniz lazım.

Oyunun görece başından olması sebebiyle yetenek ağacından bir şeyler kullanma fırsatım olmadı. Fakat yetenek ağacı da çok büyük değil, ve değişik yeteneklerin farklı puan ücretleri var. Tüm ağacı açabiliyor muyuz, yoksa bir noktada bir karar vermek gerekiyor mu? Bunu ben de merak ediyorum.

Ve topladığımız bilgiler ışığında… Gelsin ilk gerçek düşmanımız. Hadi pazara!

ANNEEE! Bİ’ ADAM TENTELERİN ÜSTÜNDE GEZİYOOO!!

Umudum, oyundaki diğer görevlerin de demoda oynadığımız görevi andıracağı. Çünkü ben bu görevin elini sıkarım!

Ben pazar alanına geldim, baktım korumalar her yerde. Önceki görevden kaçarken biraz kötü şöhretim olmuştu. Hemen meydandaki çığırtkanın eline bir iki sikke tutuşturdum. Dedim güzel kardeşim, de ki hani o herkesin peşine düştüğü kapşonluyu halletmişler. Tamam abi dedi, o iş bende.

Bu rüşvetler için özel bir para birimi kullanılıyor. Onu da görevlerde bulmak mümkün anladığım kadarıyla.

Sonra başladım pazarda dolanmaya. Biliyoruz ki bizim hedef bir Çin işi saç tokasının peşinde. Toka da mezata çıkacak. Bir şekilde hem tokanın hangi toka olduğunu, hem de mezata girmenin yolunu bulmamız lazım. Gidip sağda solda biraz dikiz, biraz gizlice dinleme; ilk olarak tokayı satacak tüccarı buluyoruz.

Sonra da önceki görevde edindiğimiz bilgiler doğrultusunda parfüm işiyle uğraşan birisini arıyoruz ki bizim ana hedef hakkında biraz bilgi edinebilelim. Ki ediniyoruz da, üretilmesi zor bir parfüm hakkında konuşan iki kadından biri bizi ayağına götürüyor. Artık kimin peşinde olduğumuzu biliyoruz.

Açık artırma zamanı. Burada, yanımızda yeterli para olduğu takdirde biz de katılabiliyoruz bu satın alma yarışına. Ha olmadı, elimiz çabuk. Gider çalarız. Ki ben öyle yaptım, demo Basim çulsuzun tekiydi çünkü.

Ve suikast vakti. Burada ara sahneli suikastler geri dönmüş. Kuş tüyünü görmek de bir nostalji havası yarattı açıkçası. Çok anlatmayacağım buraları. Ama şunu söyleyebilirim ki iş kaçmaya geldi mi tek başınızasınız. Ve bu hissi seviyorum ben.

Çıktım tavanlara, korumalar, “Oha ölmüş, nerede?!” falan derken zaten kapıya kadar sıvışmıştım. Oradan sonra da tabanlara kuvvet. Ki duman bombası ile bu kaçış çok daha olaysız olacaktır, bende oyuna alışmamış olmanın acemiliği de vardı.

Savaşmayı da seçebilirsiniz pek tabii ama dediğim gibi, Mirage öyle yapın istemiyor pek. Ve ben de bir suikastçi olarak oynamayı tercih ederim doğal olarak.

Neye benziyor derseniz, bence eski oyunlardan ziyade Valhalla’nın Siege of Paris DLC’sini andırıyor. Bu iyi bir şey aslında. Hatırlarsanız o DLC hakkında konuşurken de oynanışını ve kara kutu görevinin gidişatını çok çok beğendiğimi söylemiştim. Ha DLC’nin hikayesel dağınıklığına ve bir yere bağlanmıyor oluşuna çok sövmüştüm, o ayrı.

Fakat gördüğüm hikaye parçalarından çıkardığım kadarıyla Mirage çok daha derli toplu olacak, o da bu kara kutu görevlerini tadına vara vara oynayabileceğiz demek olacak umarım.

Büyük buluşmaya 1 aydan az kaldı!

Mirage konusunda hem çok heyecanlı, hem de çok endişeliydim şu demoya kadar. Bütün yazdıklarımın bir toplamı olarak, artık pek de endişelenmediğimi söyleyebilirim. Hikayenin gidişatı, Assassin’s Creed dünyasını ne tarafa götüreceği gibi konuları konuşmak için çok erken elbette.

Fakat teknik açıdan Mirage’ın biraz üstüne titrendiğini fark etmek mümkün, ve bunu görmek güzel.

İnsanın hemen gözüne çarpmayan değişikliklerden biri mesela, bir çok animasyonun gerçekten yeniden yapılmış olduğu. Bunu daha önceki duyurularda falan dillendirmişlerdi ama ben de görmeden inanmam demiştim. Ama çevrede gezinirken bir değişiklik olduğunu sezinliyordum. Konuştuğum NPC’lerden biri elindeki süpürgeyi sallayana kadar çakmadım, o noktada dedim, “Aaa böyle bir animasyon yoktu önceki oyunlarda,” ve oradan sonra değişiklikler spesifik olarak dikkatimi çekmeye başladı. Gerçekten taze bir hava katmış ve geliştiricilerin çabaları hissediliyor.

Şu noktadan sonra en büyük umudum, Mirage’ın Assassin’s Creed hikayesine bazı cevaplar getiriyor olması. Hikayeyi dallandırıp budaklandıran oyunlar ve yan medyalar sağ olsun, her şey arap saçına döndü. Çöz beni arap saçı!

Ama kavuşmamıza bir aydan az vakit kaldı. 5 Ekim’de geliyor Assassin’s Creed: Mirage. En son, tarihi açıdan çok sevdiğim bir dönemde geçtiği için Odyssey’e heyecanlanmıştım, onunla da buluşmamız biraz buruk olmuştu. Şimdi de, serinin köklerine dönmeyi vaadeden Mirage için heyecanlıyım. Ve tek düşünebildiğim şu: 15 sene sonra hala heyecanlanacak bir şey bulabiliyor olmak ne güzel!

YORUMLAR
Parolamı Unuttum