Bu, zamanında televizyon açıkken ders çalışmayı huy edinmiş, sonra aynı geleneği bilgisayarda oyun müzikleri açıkken saçmalamak yoluyla devam ettirmiş iki adamın deneysel çabasıdır... Saatlerce konuşup bir türlü konuya girememekten büyük haz duyan bu iki şabalak, oyun müziklerinin verdiği ilhamla her şeyden bahseder ve en sonunda hiçbir şey anlatmazlar… Tüh, bak yine sonunu söyledik!
Sevgin: Daha şarkıyı duyduğunda kendini bu kadar bozuyorken bi de hala “Ben neden beş kuruşsuzum?” diye mi soruyorsun?
Atıl: Arap sermayesi bana sponsor olmaya kalksa hiç düşünmem reddederim. Ben öz kaynaklara inanırım, özümde de “Almanya’dan getirilen pahalı gurbetçi çikolatası” gibi çocuğum. Hem ne derler bilirsin; “Bir kitabı kapağı ile yargılamamak lazım.”
Sevgin: İyi de, sen daha çok kuponla alınmış Meydan Larousse gibisin. Zamanında iyiydin ama şimdi dekorasyon namına bile bir tehditsin.
Atıl:“You met me at a very strange time in my life”. Yani demem o ki, siz beni esas gençliğimde görecektiniz. Herkesi peşimden koştururdum; bakkal, manav, ev sahibi. Hepsi benim sayemde form tuttu, ömürlerine ömür kattı.
Sevgin:“Borç sizin ve çevrenizdekilerin sağlığını korur. Borç alın, vermeyin; bakkala can verin.” Kamu Spotu, TVC, 45”
Atıl: Çok borcum vardı, bu yüzden gençliğimde hep koştum. Gençken bir düzenim olmadı, bir aile kuramadım, hep bir koşuşturmaca. Yani demem o ki bu sevdalar boşuna le bu sevdalar boşuna.
Sevgin: Aslında bence onlar da gönülden istememişler, bakma. Gönülden isteyen adam araya kurt sokar, kurtla aranıza da nifak sokar. Hop, oldu mu sana bir hayatta kalma mücadelesi. İşte bunlar hep adrenalin.
Atıl: Kaldı ki kaçan kovalanır da derler. Belki de dursam mevzu kendiliğinden tatlıya bağlanacaktı. Şimdi yok yere kimselere bağlanamayan, savaş sonrası sendromu yaşayan bir çiçek çocuğa döndüm… Çok karışığım abi bu aralar.
Sevgin: Durduk yere “Valla bozukluk yok abi!” diye bağırmalarından, aybaşının cumartesiye geldiğini gördüğünde hıçkırıklara boğularak ağlamandan dolayı bizler de endişeliyiz. Hadi o eski, efsanevi günlerine dön şampiyon.
Atıl: Bir şampiyonun yüreğini asla hafife almayın. Ayrıca bir dipnot, siz daha iyilerine değil bana layıktınız.
Sevgin: İşte seni bağlayamayınca, biz de LeBron’a sorduk. Müsaitmiş, atladı geldi sağolsun.
Atıl: Gösteriş olsun diye üstünüzden smaç basıp gelmiştir o. Ah işte bizimkiler zamanında oradan bir arsa kapatacak… Pardon, bu değil. Hah, bizimkiler zamanında beni dışarı salacaklardı, işte o zaman parkelerin gerçek kralı kimmiş, herkes görecekti.(Bir halt olamadı.)
Sevgin: Yeşil sahalar desen yerdim ama parke evde de var. Aynısı evde var, oynamıyosun! Yeme bizi.
Atıl: Bir dönem şansımı saha dışında denemek istedim, voice over olarak. Orada da “EA Sports to the game” diyen abi önüme çıktı... To the game… To do game… Du du… Dudu dillim… Bilemiyorum.
Sevgin: Zaten çok yanlış biliyormuşsun. Böyle daha iyi olmuş. Allah’tan ateşe falan olmamışsın, selam veriyim derken ültimatom verirmişsin falan.
Atıl: Ben nota verirdim, “Çekilin bakayım oradan, ayrılın, vallahi kızıyorum ha!” notası.
Sevgin: Dünya barışı için kesinlikle senin gibi bir lidere ihtiyacımız var. Yoksa bunlar böyle bütün gün birbirlerini yerler. Ay ben bunlara hiç söz dinletemiyorum Atıl. Kız bunlara sen.
Atıl: Burada kavga etmeyin, çok toz kalkıyor.
Sevgin: O kadar mı? Olmadı Atıl. Bu umursamaz, halden anlamaz tavrın gücüme gidiyor. Ben de gölgelerin gücü adına Sam’i çağırmak zorunda kalıyorum. Sinsi yılansı Sam. Ama işte nabarsın. El mecbur.
Atıl: Öyle olsun, yazdım bunu bir kenara. Unutma, unutulanlar unutanları asla unutmazlar by İbrahim Erkal.
Sevgin: Piuu, bi anda buralar hep Neo-Erzurum esintisiyle doldu. Teşekkürler fil hafızalı gönül dostu, bam telimizi gümlettin.
Atıl: Hayat bir remix Sevgin. Oysa eskiden her şey daha sade ve kendinceydi. Bana bunu ustam Ersen ve Dadaşlar öğretti. Bu öğretiyle çok şey başardım. Ama Ersen meğersem dadaş değilmiş, babası Selanik göçmeniymiş. O gün doğru bildiğim her şeyin bir yalan olduğunu anladım.
Sevgin: Bilemiyorsun ki Atıl. Hiç bilemiyorsun. Mutlu sona koşar adım ilerlerken prensesin o kalede de olmadığını hatta seni kale bile almadığını öğreniyorsun. Annesinin evine döndüğünü, liseden arkadaşlarıyla buluşmaya başladığını, hakkında atıp tuttuğunu, sana kısmet olmadığı gibi kısmetini de kapadığını duyuyorsun. Sana yapılır mı lan bu?! Kaç para lan bi flüt?
Atıl: Hayat insana her zaman istediğini vermiyor Sevgin. Zamanında bana ne sözler verdi, “Dünya tersine dönse yine vazgeçmem” dedi, çiğ köfte yiyorduk. Sonra ne yaptı? Kaleye gitti. Ben ne yaptım? Gerçek vücut ölçülerinde dev posterini yaptırdım. Sonsuza dek benimle artık. (Ambulans)
Sevgin: Ayıptır sorması yengenin 300 dpi görselini nerden buldun? Ya da bulamadın da “Yükseğini isteyelim.” mi dedin? Onlar da hemen ftp’ye yükleyip link mi paylaştılar? İşte bunları aklım almıyor doğrusu.
Atıl: Hepsini kendim buldum. Ben sevdiğimi kimseyle paylaşıma açmam.
Sevgin: Kusura bakma ama yenge hep piksel piksel olmuş. Bi de intikam senaryoları üstünde çalışırken dart falan atmışsın, duvarda iz çıkmış hep. Ev sahibiyle sen konuşucaksın artık. Ben karışmam.
Atıl: Bu saatten sonra oklar konuşur Sevgin. Kalkanına güvenmeyen kiraya gelmesin. Bir de hazır kendimi gerçek bir intikamcı gibi hissetmişken onunla ikimizin parçasını da buradan paylaşmak istiyorum, “Gelevera deresi iki dağın arası, silinmesin yüzünden bıçağımın yarası”. Teşekkürler.
Sevgin: O zaman sana şöyle karşılık vermek istiyorum: “Bilirsin yavan olur sentorun eti, eksilmesin üzerinden Zeus’un laneti.”
Atıl:“Sana lanet olsun. Çünkü sen de annene lanet etmiştin.” Ya da aman, olmasın. Artık oyunları bile mutlu sonla bitirmiyorlar Sevgin. Bu yüzden canım okurlar en azından mutlu bir kapanışı hak ediyorlar. Ha bir de elbet söylenmemiş çok söz kaldı ama sana bir galon yemin içerim ki şu an aklıma hiçbir şey gelmiyor… Ha, Neşet Ertaş’ı çok özledim, bi o işte.