Bekledik, bekledik ve biraz daha bekledik… Elbette bu bekleyiş herkes için geçerli değildi ama eğer bir Bayonetta hayranıysanız beklemek kelimesinin ve o bekleyişin sonundaki ödülün anlamını gayet iyi biliyorsunuz demektir. İkinci oyunun çıkışından tam 8 yıl sonra arz-ı endam eden Bayonetta 3 tüm bu beklentileri karşıladı mı? Yoksa direkt olarak çöpe mi atalım ne edelim bu oyunu? Cevaplar, daha çok soru ve bolca drama ilerleyen sayfalarda seni bekliyor okuyucu.
Gözlüklerim şekil önümden çekil
Bayonetta alanında neredeyse sadece Devil May Cry’la (ki onun da yaratıcısı Hideki Kamiya zaten) başa baş olarak anılabilecek nev-i şahsına münhasır bir seri ve kimse ilk oyundan sonra ona sahip çıkmamışken Nintendo’nun kol kanat germesiyle devam edip bu günlere gelebildi. O yüzden “Ah bu oyun PS5’te niye yok!” “vay efendim grafikler çöp” “bu nasıl frame rate oranı?!” diye ağlayanlar dönüp geçmişe baksınlar önce ve Sony’nin Microsoft’un kapısından dönen Hideki Kamiya’nın nasıl Nintendo sayesinde bu seriyi devam ettirebildiğini bir hatırlasınlar ve mümkünse sussunlar. Ha arada Microsoft kendisine bir şans verdi Scalebound ile ama o oyunun iptali ayrı bir yazının konusu ve biz uzun yıllar beklenen oyunumuza dönelim şimdilik. Bayonetta 3 artık ölmeye yüz tutmuş bir tür olan karakter odaklı saf aksiyon oyunlarının şimdilik son ve en geniş çaplı temsilcisi. Sırf kullanabildiğimiz alet edevat sayılarına bile baksak bunu görebiliyoruz ki bu kullandığımız alet edevatla yapabildiğimiz çılgınlıklara da değineceğim birazdan.
Oyun New York’ta pahalı ve havalı bir Cruise gemisinin o ana kadar görülmemiş düşmanlarca saldırıya uğramasıyla başlıyor ve tabii ki olay mahalinde olan çatlak Enzo, Bayonetta ve Rodin gibi tanıdık simaların mevzuya dahil olmasıyla devam ediyor. Hatta bundan evvelki giriş sahnesinde de Viola isimli yeniyetme bir cadının Bayonetta’nın ölümüne şahit olup çoklu evrenler arasında seyahat ederek bizim Bayonetta’yı uyarmaya çalışmasını izliyoruz. Yani bu sefer durum epey ciddi ve düşman sadece bizimkini değil diğer pek çok Bayonetta’yı da hedef alıyor. Hal böyle olunca da bizim Bayo durur mu o da kendi cadılık yöntemleriyle çoklu evrene dalıyor ve maceramız başlıyor.
Tabii bu bir Bayonetta oyunu olduğundan hız bazen öyle yükseliyor, tempo o denli artıyor ki aksiyon sekanslarından başınız dönüp kendinizi halsiz hissedeceğiniz kadar olaya maruz kalıyorsunuz art arda. Kimileri bu sekansların uzunluğundan şikâyet etmiş, kimisi de “bazı boss savaşları sadece göz boyamadan ibaret” demiş. Ben de bu eleştirilere karşılık “evet bir boss savaşını ritim oyununa dönüştürmek ya da gökdelen kadar yaratıkları bariz biçimde Godzilla filmlerine gönderme yapacak şekilde tasarlanmış bir sahnede oynatmak göz boyamaksa varsın bunun adı göz boyamak olsun” diyorum. Çünkü biliyorum ki bu tarz oyun mekanikleri biraz eskide kalmış olsalar da oyunun havasına gayet uygunlar ve yaratıcılıkta sınır tanımadıklarından varsın olsunlar. Zaten Bayonetta’nın kendisi de 2000’lerin ortalarından kalma nostaljik bir oyun hissi veriyor. Diğer her kısmı bolca modernleşmeden geçmişse de ben burada ilk Devil May Cry’ların tadını net şekilde alabiliyorsam bu zaten bilinçli yapılmış bir şeydir, demodelik değil. Bu tarz oyunların geçmişini ve havasını solumayan güruhların böyle eften püften laflarla oyuna saldırmasına da ayrıca ayar oluyorum bunu da belirtmeden geçmeyeyim.
“Silah, daha çok silah” …
Bu tür oyunların olmazsa olmazı karakterin dövüş stilini baştan aşağı değiştiren silahların varlığıdır ve Bayonetta 3 bu konuda elini hiç korkak alıştırmamış. Viola’nın sadece katanası ve dartları varken Bayonetta’nın 3 değil 5 değil 8 değil tam 14 ayrı ayrı silahı mevcut. Yani bolluk o derece ki ben oyunu bitirdiğimde bazı silahlara hiç bakamamış 4 tanesini de henüz açamamıştım. Hadi yalnızca makinenizde ilk iki oyunun kayıt dosyaları varsa açabildiğiniz tabancaları geçtik diyelim yine de elde 12 farklı silah var. Bu silahların yanında bir de summonlarımız var Demon Slave mekaniği altında artık ve onları da savaşta çağırınca farklı farklı aksiyonların ardı arkası kesilmiyor. Bu yaratıklar da bir acayip zaten. Şarkı söyleyerek kan yağdıran bir kurbağa, Kraken’in ta kendisi, ikiye bölünebilen bir yarasa, içinde mahkûm edilmiş bir ruh olan savaş treni (evet bildiğiniz lokomotif) ve bir SAAT KULESİ savaşta yanınıza çağırabildikleriniz arasında.
Hatta bu bahsettiğim kuleyi çağırdığınızda yapabildikleri arasında içinden çıkan metalik kollarla düşmanları tokatlamak, yaylım ateşi açmak ve (en havalısı) içine binebileceğiniz bir mecha çağırmak var. Siz neler oluyor burada diye ekrana bakarken, uçan şapkaların içine girip çıkıp düşmana vurabildiğiniz bir silah, iki elde iki dev kalkanı taşımalı veya demin bahsettiğim trenin tekerleklerini testere gibi kullandığınız ve alevli yoyoya benzer hareketleri olan bir silah da emrinize amade oluyor. Bu Japonların beyni cidden yanmış dedim bu silahları tasarlarken, çünkü öyle bir kaynak, zaman ve yaratıcılık akıtılmış ki şuraya hani buradaki tek bir silahın moveset’i bir oyunu tek başına sürüklemeye yeter resmen, yani 12 ayrı oyun buradan ekmek yermiş. Hepsini bizim müstakbel cadımıza vermek onu epeyce şımartmış olmalı. Hani Devil May Cry V ve Bayonetta 2’de de silah çeşitliliğimiz gayet güzeldi ama burası ayrı bir seviye gerçekten. Muhtemelen de ileride hiçbir oyunun geçmeye cüret edemeyeceği bir seviye olmuş bu.
Elbette her silahın kullanımı her kişinin beğenisine göre şekillenecektir fakat hepsiyle de oynarken ayrı bir his almak ve bu hissin tatminkâr olması aksiyonun dibi bucağı olmadığını da anlatıyor bize. Bunca silahı elbette adam dövelim diye koyduklarından yapımcılar düşman çeşitliliği kısmında da kesenin ağzını sonuna kadar açmışlar.
Bu oyunla hayatımıza giren yeni düşmanların yanında cennet ve cehennem güçlerinden seçmece eski rakiplerimiz de olaya dahil oluyorlar ve aynı rakiplerle çok minimal sayılarda kapışmış olarak oyunu bitiriyorsunuz ki buna bosslar da dahil değil. Onların da kendi fazları, rage saldırıları vesaire derken elimiz asla boş kalmıyor ve yaşanan aksiyonları anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalacağından gökte bulutlarla köpük banyosu yaban bir summon’ın tepesinde milleti baloncukla avlamaya çalışmaktan, üzerimize gelen orduları silip süpürdüğümüz devasalıkta bir topyekûn savaşa kadar uzanan artık havsalanın epiklik derecesine dayanamadığı bölümlerle karşılaşıyoruz oyunda. Ki bu bölümlerde çalan müziklerin de tüyleri diken diken ettiren cinsten gümbür gümbür orkestral parçalar olduğunu da eklersek bu oyunu oynarken yaşadığım hissiyatı az çok açıklayabilirim sanırım. Aklım gitti gitti, yok böyle bir güzellik! Tüm bunların üzerine aynı anda iki silah ve 3 summon takabildiğinizi de eklersem yapabileceğiniz kombinasyonları varın siz düşünün.
Yani bu oyunun her şeyine laf edebilirsiniz ama oynanışına veya çeşitliliğine laf edemezsiniz cidden. Adamı çarparlar.
Cadılık işleri zorlu
Bu noktada birazcık (ama gerçekten de birazcık olan) oyunun eksilerinden bahsedeyim. Öncelikle Bayonetta’nın ezeli kankası Jeanne ile oynadığımız yanlamasına gizlilik bölümleri var ki oldukça vasatlar. Hem oyunun gaz seviyesini durduk yere düşürüyorlar hem de oynaması çok zevkli bölümler değiller maalesef. Hani orada yapılmak isteneni anlamakla birlikte oyunun kalan kısımlarıyla o denli alakasız ki “yine mi bu terane” demekten kendini alamıyor insan. Aynı şey başlarda Viola’nın kontrolünü ele aldığımda da hafiften hissediliyordu ama o da sonradan keyifli hale geldiği için çok da söylenmeyeceğim, sonuçta bu gösterinin yıldızı Bayonetta ve oynanış ağırlığının onun üstünde olması gayet doğal. Jeanne bölümleri de zaten 5-10 dakika sürdüğünden hızla gelip geçiyorlar en azından.
Bölümlerdeki sırları gizleri toplamaksa bu sefer bir tık daha önemli zira bölümlerde saklı 3 Umbral Tears of Blood’ı bulduğunuzda açılan mini gizli bölümleri de bitirmeyi başarırsanız hiç ummadığınız ödüller kazanabilirsiniz benden söylemesi. Canımı sıkan bir diğer nokta oyunun konusunun aşırı Dr. Strange’e öykünmesi, hatta bu öykünme bir noktada burada da kaleydoskop stili görsellerin kullanılmasına kadar vardırılmış ki “yok artık Hideki dayı bu kadar apartılmaz!” dedim ben bile. Ama en azından farklı evrenlerin Bayonetta’ları oldukça güzel tasarlanmış da bu kısma çok da takılmıyorsunuz ayrıca epik ötesi final çarpışmasında da güzel kullanılmış bu çoklu evren mevzusu.
Diğer Hollywood ve Japon sineması göndermeleri de yine biraz kör gözüne parmağım şeklinde kalmış ama tüm bu atıfların toplamda oyuna bir değer ve bol eğlence kattığını da yadsıyamam. İnsanlar bir de finale çok takılmışlar ve oyunda Luca’nın kapladığı role. Bir yandan bu yorumları biraz haklı buluyorum sonuçta Luca ilk iki oyunda şapşal şapşal ortalarda dolaşan, Bayonetta’nın kuyruğundan ayrılmayan bir tipti hani arada ne oldu da bu araştırmacı gazeteci kardeşimiz Bayo’nun hayatında böylesi önemli bir noktaya geldi orası biraz muallakta kalmış. Diğer yandan da genel olarak saçmalamaktan gocunmayan bir yapım oldu Bayonetta hep ve Luca’nın böylesi bir role evrilmesi ve yaşanan final de bana bir güzel geldi, ortada ciddi bir davanın olduğunu ve oynadığım hikâyenin gerçekten bir anlamı olduğunu da hissettirdi her ne kadar bu final biraz fazla romantik olsa da. Sonuçta hep gülüp eğlenecek değiliz ve eser miktarda ciddiyetten de zarar gelmemiş oyuna ki emeği geçenler yazıları akarken bu oyunun hangi amaçla tasarlandığını da net şekilde anlıyorsunuz zaten.
Çok da sürpriz bozmadan diyebilirim ki bu özel seriye yapılabilecek en güzel finallerden birini yapmayı seçmiş yapımcılar ve yeni ufuklara yelken açmanın vakti geldiğini de oyuncuya geçirmişler. Belki de bazen bakış açımızı değiştirip hayatta hep istediğimiz şeylerin değil, bazen olması gerekenlerin de olması gerektiğini kabullenme sırası bizdedir ve bu bizi olgunlaştıracaktır gibi bir farkındalık yarattı oyun bende. Sırf bu bile Bayonetta 3’ün kalbimde edindiği özel yeri netleştiren, farkını ortaya koyan bir değer kendi adıma, herkes oynayıp kendi sonuçlarına varacaktır zaten er ya da geç.
Ah Switch vah Switch!
Başlangıçta hatırlarsanız Nintendo’yu bu seriye sahip çıktığı için övmüştüm ki oyunun yaratıcısı Hideki Kamiya da zaten”Nintendo’ya daima borçlu kalacağım” diyerek onlara olan minnetini dile getirmişti. AMA! Yahu kardeşim şu Switch’e bir ayar çekin bee! Cidden bu kadar geniş, büyük ve tutkuyla hazırlanmış bir oyuna bu alet cidden dar gelmiş. Oynanış kısmında nadiren 60 fps gördüğüm oyun ara sahnelerde arttırılmış ve detaylı görselliğini 30 fps kilitli olarak sağlayabiliyor. Kaplamalar çoğunlukla çamur gibi ve bazı PS3 oyunlarının bundan daha iyi göründüğünü de net olarak söyleyebilirim. İlk iki oyunun Switch versiyonlarındaki dengeli düşman boyutlandırması bu oyunda çap aşırı büyüdüğü için terk edilerek zaman zaman ekranda Bayonetta’yı kaybettiğimiz görsel bir kaosa sürüklenmiş ve özellikle elde oynarken maruz kaldığımız çözünürlük içler acısı.
Her ne kadar ekrana bağlı oynarken 810p gibi bir çözünürlüğümüz olsa da sürekli oynayan frame rate ve önümüzde kalan objelerin temiz alpha mapler yerine dithering ile transparan yapılması da görsel kaliteyi düşürmüş maalesef. Yoksa oyunun sanat tasarımı cidden muazzam ve bakmalara doyulmuyor. Hele hele bazı ara sahnelerde değme Hollywood filminde veya başka herhangi bir oyunda göremeyeceğiniz güzellikte enstanteneler de var ama bu miladını doldurmuş cihaza fazla gelmiş işte Bayonetta 3. Eğer bir gün Nintendo daha gelişmiş bir Switch çıkartır ve oyuna da buna göre bir ayar çekilirse işte o zaman tam manasıyla gerçek bir Bayonetta 3 tecrübesi yaşayacağız demektir. Ama elbette şu an elimizdeki de müthiş bir oyun sadece teknik açıdan yer yer bizi üzüyor işte. Ne yapalım o kadar kusur cadı kızında da olur diyeceğiz şimdilik.
O güzel gözlerine son bir bakış
Peki sadede gelirsek ortaya çıkışından bunca yıl sonra gelen bu devam oyunu beklentilerimi karşıladı mı? Kesinlikle evet. Yukarıda bahsettiğim ufak tefek teknik kusurlar benim görmezden gelemeyeceğim şeyler değil ve çoğunluğun sevmediği finali de ben beğendim. Her Switch oyununda yazmak zorunda kaldığım “yani oyun güzel de pahalı” muhabbetinden bana açıkçası gına geldi zira seriyi seven adam için olmazsa olmaz bir alışveriş bu. Her silahı geliştireyim, tüm savaşlarım Pure Platinum olsun, en zorda bitireyim, tüm gizleri toplayayım dediğinizde zaten kafadan bir 40 saati de var oyunun ve bu karakter tabanlı bir aksiyon için çok çok iyi bir oynanış süresi. Tatlı cadımız ve ekürilerinin tam formunda olduğu bu macera türü sevenlerin net aklını başından alacaktır, sevmeyen zaten oynamaz etmez. Ama topukluların üstünde delicesine dans edip canavar kesen bu deli kadının oyun tarihindeki o özel yerini de çok sağlam bir şekilde perçinlediği kesin bu son aksiyon fırtınasıyla.
Gizli Silahlar Cassiopeia: Bu çapa şeklindeki silah oyunu bitirdiğinizde açılan Phenemonal Remnant 14 görevinde Kraken’i yenmeyi başarırsanız sizin oluyor. Normal zorlukta ve oraya kadar iyi gelişmiş bir haldeyseniz hiç de zor bir dövüş değil kendisi. Orta ağırlıkta bir silah olmasından ve menzilinden sebep kalabalık ortamlarda iyi iş yapan ikinci atış modunda da bir crossbow’a dönüşen silah oyun sonu savaşları için ideal. Yanında gelen Kraken summon’ı da cabası. Alruna: 3. Bölümdeki tüm Umbran Tears of Blood’ları bulursanız açılan gizli bölümde birkaç mob ve Alraune’yi yenebilirseniz hem kendisi size katılıyor hem de bu çift kırbacı silah olarak kazanıyorsunuz. Bol kombolu kullanması oldukça keyifli bir silah Alruna ve kalabalık grupların canını eritmek için birebir. Ayrıca takılıyken havada oluşturduğu çiçeğin üstünden zıplaya zıplaya ulaşılması zor yerlere ulaşmanız da mümkün. Rodin: Tüm Bayonetta’larda olan Rodin boss savaşı ve silahları burada da var oyun bitiminde 999,999 seeds topladığınızda alabileceğiniz Platinum Ticket ile açılan gizli bölümde Rodin’i yenmeyi başarırsanız silahları da sizin oluyor. Diğer silahların aksine el ve ayak slotlarını komple kapayan silah angelic ekipmanlarını kullanmamızı sağlıyor ve epeyce güçlü. Ayrıca Rodin’ı 100 kere yenemezsek kendisi silahlarını 9,999,999 seed’e satışa çıkarıyor dalga geçer gibi. |
Şekilli adam harcama rehberi
|
Başlıklar
Bayonetta 3 serinin her zamanki antin kuntinliklerine kapılarını sonuna dek açarken nadir güzellikte bir aksiyon oyunu olmayı başarıyor. Böylesini başka yerde bulamazsınız.
- Artık abartıda sınır mınır tanımayan aksiyon şöleni
- Düşman ve silah çeşitliliği absürt derecelerde
- Karakteri özelleştirebilmek epey keyifli
- Viola karakteri eğlenceli anlar yaşatıyor
- Naive Angel modu oyunun yaş ortalamasını biraz daha düşürebiliyor
- Yaratıcı boss savaşları
- Bol gaz müzikler
- Uzun, doyurucu oynanış süresi
- Tekrar oynanabilirliği çok yüksek
- Geniş alanlarda giz kovalaması eğlenceli
- Summon sistemi oyuna epey farklı bir hava katmış
- AKSİYON tavan yapmış demiş miydim?
- Performans olarak Switch’in sınırlarını zorluyor
- Not sistemi bu sefer daha insaflı
- Keskin kontroller
- Yaratıcı tasarımların ardı arkası kesilmiyor
- Hikâye ve final çoğunluğu mutsuz edecektir
- Elde oynarken çözünürlük rezalet
- Kamera bazen “oynamıyorum ben” diyebiliyor
- Kimi dövüşlerde ekranda ne olduğunu çözmek zor
- Yer yer yaşanan fps düşüşleri can sıkıcı
- Dr. Strange’den birebir çakma Multiverse kafası