Yıl 1962… Rusya ve Amerika uzaya insan gönderen ilk ülke olmak için kıran kırana mücadele ediyor. Ama Rusların başka bir planı daha var: Dünya’nın merkezine bir keşif ekibi yollayıp buraları kolonileştirmek. Bu uğurda “Little Orpheus” adını verdikleri, atom bombasıyla çalışan bir cihaz geliştiriyorlar. Ona refakat etmesi için de Ivan Ivanovic adlı bir kozmonotu görevlendiriyorlar. Sonra da ikisini birden dev bir matkapla dünyanın merkezine postalayıveriyorlar. Ancak hem Ivan hem de Little Orpheus yeraltına iner inmez sırra kadem basıyor ve bir daha onlardan haber alınamıyor. Ta ki Ivan üç yıl sonra ansızın ortaya çıkana kadar…
Rus kozmonotları yeraltında pek bir yalnızlar
Oyunumuz Ivan’ın bir general tarafından sorguya çekilmesiyle başlıyor. Ona Little Orpheus’a ne olduğunu derhâl açıklamasını, aksi takdirde kurşuna dizileceğini söylüyorlar. Böylece Ivan da başından geçen maceraları anlatmaya koyuluyor. Biz de bu esnada onu yöneterek yaşadıklarını bizzat tecrübe ediyoruz.
Ivan önce dünyanın çekirdeğindeki balta girmemiş bir ormanda dinozorlarla karşılaşıyor. Sonrasında yolu kayıp medeniyetlerin kalıntılarına, buzullara, denizlere, çöllere ve daha nicesine düşüyor. Biz de bu arada Arzın Merkezine Seyahat’ten tutun da Sinbad’a dek nice klasik maceranın içine düşmüş gibi, nostaljik bir hisse kapılıyoruz yüzümüzde hafif bir tebessümle. Oyunun tadı kaçmasın diye bu bölümlerden çok detaylı bahsetmeyeceğim çünkü Little Orpheus’un neredeyse bütün numarası bundan ibaret: Acaba Ivan şimdi nereye gidecek, nasıl bir gizemle karşılaşacak diye merak ettirmek.
Neden derseniz, Little Orpheus’un oynanış mekanikleri çok ama çok cılız. Ekranın sağına doğru koş, arada bir engellerin üstünden atla, bir-iki kolu çek… Hepsi bu. Hâlbuki macera çok güzel başlıyor, çok şey vadediyor. Kocaman bir T-Rex’le saklambaç oynadığımız kısım hele, offf… Ama bölümler ilerledikçe oynanış da giderek tekdüzeleşiyor maalesef. Gerçi Dear Eshter gibi yürüme simülasyonlarıyla tanıdığımız Chinese Room’dan daha fazlasını beklemek de benim hatamdır belki de.
Ah, neşesi yeter
Ama oyunu kurtaran çok büyük bir etmen var: Ivan Ivanovic. Bahtsız kozmonotumuzun hem anlattıkları hem de sakarlıkları o kadar komik ki gülmeden edemiyorsunuz. Bir şeyi başardığında şapşal şapşal gülmesi, korktuğunda küçük bir kız gibi çığlık atması oyundan aldığınız keyfi arttırıyor.
Hikâye anlatımı sizin için oynanıştan daha önemliyse ve İngilizcenize güveniyorsanız 4 saatlik bu “komedi dizisine” bir şans verebilirsiniz. Ama oynanış anlamında çok şey beklemeyin.
Başlıklar
İngilizceniz zayıfsa rahatlıkla 1 puan daha kırabilirsiniz.
- Eğlenceli mizah anlayışı
- Muazzam mekân tasarımları
- Şahane görseller
- Eski macera filmlerinin hissini yeniden yaşatıyor
- Çok basit oynanış
- Sonlara doğru hikâye bütünlüğü kopuyor
- Altyazılar hem ekranın tepesinde çıkıyor hem de senkronizasyon sorunu var