Oyunlarda her şeyi başarıp en iyisi olabilmek adına heyecanı öldürüyor, alacağımız zevki baltalıyoruz!
Devamını okuMetal Hellsinger - İnceleme
Ne demiş üstat: “I’ll be seeing you again… I’ll be seeing you in hell!”
Efendim sert müziğin aksiyon oyunlarına ne kadar yakıştığı hepimizin malumu. Özellikle şeytan patlatmalı, pompalı tüfekle ateş edip iblislerin kafalarını duvarlara vurmalı oyunlara… Evet biliyorum, hepinizin aklına tek bir oyun geldi. Doom (özellikle de 2016 yapımı Doom ve Doom Eternal) bu konuda bir çığır açtı. Mick Gordon imzalı deli işi müzikler, Doom’un tekinsiz atmosferini o kadar iyi tamamlıyordu ki yer yer sadece kendimi müziği dinlerken buluyordum.
Tahminimce Doom’un yarattığı bu etkiden nasibini alan yapımcılar da bu etkiyi katlayarak vermenin bir yolunu bulmaya çalışmışlar. Peki yapabilmişler mi? Gelin beraber bakalım…
Headbang yapmayı acilen bırakman lazım…
Metal: Hellsinger, uzaktan bakıldığında basit bir Doom klonu gibi duruyor. Klasik aksiyon shooter mantığı mevcut: İlerle - şeytanları biç – yeni silahlar ve yetenekler aç – ilerle - şeytanları biç - boss varsa onu devir - ilerle - şeytanları biç… Mantığı hepimiz anlamışızdır sanıyorum. Cehennemde ilerleyerek yaratıklarla savaşıyoruz yani.
Senaryo konusunda da oyun beklenmedik bir risk almıyor. Varla yok arası, neden dolanıp dolanıp şeytan avladığımızı anlatan ve ara videolarla kendini gösteren yalandan bir senaryo var. The Unknown isimli, sesini kaybetmiş bir şeytanı oynatıyoruz ve sesini geri kazanmak için cehennemde hüküm süren The Judge’ı arıyoruz. Bu kadar yani. Senaryo ve tarz olarak alışılagelmişin dışında bir terane yok. Peki alışık olmadığımız ve bu oyunu tüm FPS camiasından ayıran fark ne?
Fark şu: Oyunun savaş dinamikleri tamamen müzik üzerine kurulu. Evet doğru okudunuz. Çok kaba bir benzetme olabilir ama bu mantığı Guitar Hero serisine benzetebiliriz. Yani şeytanları ritme göre patlatıyoruz. Arkada çalan parçanın ritmi nasılsa ona göre hareket etmek ekstra puan ve hasar avantajı sağlıyor. Dolayısıyla bu ritimden kopmak oyuncuyu cezalandırırken, ritmi yakaladığınızda adeta devleşiyor ve keyfinize keyif katıyorsunuz. İster istemez ritmi yakalamak zorundasınız yani. Bu yüzden kulağımız hep müzikte, gözümüz hep ekranda oluyor. Üstelik bu ritim olayı yalnızca ateş ederken yok; zıplamayı, dash yapmayı, şarjör değiştirmeyi, yani kısaca yürümek dışında hemen her şeyi ritme uygun yapmak zorundasınız. Zaten ritme uydukça müzik de katman katman kendini göstermeye başlıyor. Örneğin çoğu şarkıda, ritme x2 uyduğunuzda yalnızca synth ve bass sesleri geliyor. Devam edip x4 yaptığınızda bateri ve ritim gitar geliyor, x8’de lead gitar giriyor ve x16’da deli solistlerimizin çığlıkları da eklenince, parçaların tamamını dinleyebilir hale geliyorsunuz. Ve ritmi yakalayıp x16’da buna göre oynadığınızda… İşte bu gerçekten inanılmaz bir oyun tecrübesi.
Kulaklığım olmadan asla!
Gelelim oyunun müziklerine… Gördüğünüz üzere, başrolde ne Unknown ne de Judge var. Aslında başrol müzikler. Ve müzikler gerçekten harika. Eğer sert müzikten hoşlanıyorsanız yüzünüzde bir gülümseme olmadan bu oyunu oynamanız imkânsız. Müzikler o kadar güzel bestelenmiş ve o kadar usta ellerden çıkmış ki...
Besteler Two Feathers’a ait. Daha önce hiç duymadığım için Two Feathers’ı biraz inceledim; League of Legends, Aragami 2, Warhammer: Vermintide 2, Angry Birds 2 gibi oyunların müziklerinden sorumlu olduklarını gördüm. “Ne alaka ya?” dediğinizi duyar gibiyim. Müzikleri duyana kadar ben de böyle düşünüyordum. Ama Two Feathers o kadar iyi besteler yapmış ki, gündelik hayatımda da keyifle dinliyorum ve dinlemeye de devam edeceğim gibi duruyor.
Evet, biraz ısındıysak artık oyunun en büyük bombasını söylüyorum: Oyundaki müzikleri öyle solistler söylüyor ki… Her biri metal dünyasında gerçek birer yıldız. Bu tarz müziklerden hoşlanan herkes, solistler içinde mutlaka sevdiği birini bulacaktır. Bakınız sıralı tam liste: Tatiana Shmayluk (Jinjer), Bjorn Strid (Soilwork), Matt Heafy (Trivium), Mikael Stanne (Dark Tranquillity), Serj Tankian (System of a Down), Randy Blythe (Lamb of God), Alicia White – Gluz (Arch Enemy), Dennis Lyxen (Refused), James Dorton (Black Crown Initiate). Şuna bakar mısınız? Gerçek bir yıldızlar geçidi! Her biri kendi alanında usta olan müzisyenler bu süper besteleri öyle bir seslendirmiş ki… Özetle müzikler 10/10 diyebilirim yani. Şeytanları Randy Blythe sesiyle patlatmak paha biçilemez.
Gelelim gitarın zurt dediği yere…
Eğer sizler de benim gibi incelemeyi okumadan önce puanına bakanlardansanız, “Ee bu adam övdükçe övüyor, 6,5 niye verdi o zaman?” diye düşünüyor olabilirsiniz. İşte şimdi gömme faslına başlıyoruz.
Arkadaşlar, oyun kendini o kadar çok tekrar ediyor ki… Yani anlatamam size. Başlarda inanılmaz iyi bir fikir gibi geliyor her şey. Enfes müzikler, güzel grafikler, iyi oynanış, özgün dinamikler… İlk bir saatin sonunda tüm silahları açıyorsunuz, görebileceğiniz hemen hemen tüm düşmanları görüyorsunuz ve ister istemez ağzınızdan şu kelimeler dökülüyor: “Ee? Bu kadar mı hepsi?” Vallahi bu kadar hepsi. İlk bir saatin sonunda, oyunun devamında çalan müzikler haricinde deneyimlemediğiniz hiçbir şey kalmıyor. Yapımcıya bu konuda gerçekten çok kızgınım... Mekân çeşitliliği zayıf, düşman çeşitliliği zayıf, silah ve yetenek çeşitliliği zayıf. Yahu boss çeşitliliğine girmiyorum bile, zayıftan da öte. Görsellerde görebileceğiniz kanatlı bir iskelet şeytan var, her bölümün sonunda o boss’un farklı varyasyonlarıyla kapışıyoruz. İnanılmaz bir şey ya. Hani tembellik de değil bu, bildiğiniz böyle olmasını tercih etmişler. O kadar yanlış bir tercih ki bu… Çeşitlilikten ciddi anlamda sınıfta kalıyor yani oyun.
E bitti ki bu hemen?
Lafı uzatmayacağım, Metal: Hellsinger’da ana senaryoyu bitirmek yaklaşık 4 saat, çeşitli yetenekleri vb. açabilmemizi sağlayan yan bölümlerle birlikte tamamını bitirmek ise yaklaşık 7 saat sürüyor. Bu kadar emek verilen, müzikleri ve oynanışı ilmek ilmek işlenen bir oyunun bu kadar kısa sürmesi de bana kalırsa affedilemeyecek bir günah. Çeşitlilik az olduğu için kısa tutulduğunun farkındayım, bu kadar az çeşitlilikle oyun 20 saat sürseydi eminim puanı 5 civarlarında verirdim. Ama bence yapımcı çeşitliliği arttırmalıydı ve oyunun süresini şöyle en azından 10-12 saat civarlarına çekmeliydi.
Belki de yapımcılar iyi bir fikrin uzadıkça laçka olacağını ve tadının kaçacağını düşündükleri için oyunu kısa tutmayı tercih etmişlerdir, bilemiyorum. Bildiğim tek şey, oyunun şu kısacık haliyle bile yetersiz bir içeriğe sahip olduğu ve deli gibi kendini tekrar ettiği. Ve de potansiyelinin çok daha altında kaldığı… Sanırım yapımcı, müziklerin mükemmel olması ve oynanışa harfiyen uyması için o kadar emek sarf etmiş ki, geri kalan her şeyi arka plana atmış. Eminim müziklere harcanan bütçe ve emek, oyunun içeriğine de harcansaydı bugün yeni bir efsaneyle karşı karşıya olabilirdik.
Kafalar karışık…
Metal: Hellsinger, muhteşem bir fikrin asistiyle atağa kalkan ama yine de bir türlü istediği golü atamayan bir futbol takımı gibi. Güzel başlıyor, çok iyi eğlendiriyor ama oynadıkça işin tadı kaçtıkça kaçıyor. O kadar ilginç bir oynanış tecrübesi vaat ediyor ki, oyunu genel olarak pek beğenmememe rağmen, heavy metal sevdalısı herkese gönül rahatlığıyla tavsiye edebiliyorum. Tuhaf gerçekten… :)
Başlıklar
Metal: Hellsinger, çok özgün bir oynanışa ve çok çok iyi müziklere sahip olsa da, ne yazık ki tasarım ve çeşitlilik bakımından sınıfta kalıp, ağızda metal bir tat bırakıyor.
- Ritme göre şekillenen muhteşem oynanış
- Laf edenin çarpılacağı harika müzikler
- Başarılı grafikler
- Yerlerde sürünen düşman ve silah çeşitliliği
- Durup durup aynı boss ile kapışmanın anlamsızlığı
- Yetersiz mekân çeşitliliği
- Çok kısa oynanış süresi
- Doom etkisinin biraz fazla hissedilmesi
- Hemen her konuda tekrar düşüldüğü hissi