Nostalji zamanı
Devamını okuSherlock Holmes: Chapter One - İnceleme
Hoş geldin Sherlock, uzan şuraya biraz çocukluğuna inelim…
Dünyanın en ünlü ve havalı dedektifinin çocukluğunu ve gençliğini merak etmiş miydiniz hiç? Eh, ben pek etmemiştim doğrusu ama Frogwares, kendi oyunlarında yarattığı Sherlock karakterinin kökenini anlatmak istemiş, iyi de etmiş. Frogwares'in Sherlock serisi öyle pek başyapıt sayılmasa da türü sevenler için yeterince ilgi çekici olduğu ve kendi kitlesini oluşturduğu da bir gerçek. Serinin taze oyunu Chapter One da görsel olarak eski oyunlara göre çok daha güzel ve cilalı gözükse de çok büyük bir sıçrayış da beklemeyin diyeyim. Zaten firma oyun çıkmadan kısa süre önce AAA kalitesinde bir oyun beklenmemesi gerektiğini belirtmişti. Seride her zaman teknik kaliteden ziyade, yazım ve oynanış ön plana konmuş, oyuncunun kendisini dedektif gibi hissedebilmesi amaçlanmıştı -iyi ki de öyle. Chapter One da aynı çizgide devam ediyor.
Sherlock henüz 21 yaşında, annesinin yıllar önceki ölümüyle ilgili ayrıntıları hatırlayabilmek, olayı kendince aydınlatabilmek için çocukluğunun geçtiği Cordona adasına gidiyor. Henüz John Watson'la tanışmamış tabii ama yine de yalnız sayılmaz, çünkü yanında hayali arkadaşı Jonathan var. Böylece vaka çözerken yanımızda yorum yapan bir eşlikçi eksikliğini de hissetmemiş oluyoruz. Jon yalnızca bir eşlikçi değil, aynı zamanda Sherlock'un karakterinin görülmeyen taraflarını da yansıtıyor, bu açıdan hikâyede önemli bir yere sahip.
Frogwares, Sherlock'un genç halini oluştururken Dali, Einstein gibi deha kişiliklerden ve Sherlock Holmes kitaplarından ilham almış. "Sherlock'un gençliğinin hem kendi görmek istediğimiz gibi hem de oyunlarımızda yarattığımız Sherlock'a uygun olmasını istedik" demişler. Oyunda henüz dedektif olarak tanınmayan ama vaka çözmeye meraklı ve kendini kanıtlama peşinde olan bir Sherlock görüyoruz. Her zaman pragmatik, çözüme odaklı olan, duygusallığa izin vermeyen ve yalnızca mantığının sesini dinleyen Sherlock 21 yaşında da pek farklı değil. Ama annesi ve çocukluğuyla ilgili anıları canlandıkça eski oyunlara göre daha duygusal ve "insani" bir yanına da şahit oluyoruz.
Git biraz ada havası al iyi gelir
Seride ilk kez açık dünya formülü denenmiş, daha önceki oyunlarda alanımız haritada işaretli yerlerle sınırlıyken, şimdi insanın içini açan bir Akdeniz adası ayaklarımızın altında ve istediğimiz her yere gidebiliyoruz. Yapımcılar daha önce Sinking City'de yaptıkları açık dünya ve adres bulma sistemini olduğu gibi alıp Sherlock Holmes Chapter One'a da uygulamış. Sinking City oynayanlar şöyle bir hatırlasın, şehir güzeldi belki ama boş hissettiriyordu; pek olmamıştı yani. Bu sefer Frogwares aynı hataya düşmemiş neyse ki. Hani öyle GTA V, RDR 2 gibi bir açık dünya gelmesin aklınıza tabii ama yaşayan şehir havasını bayağı alabildim ben en azından. İnsanlar işinde gücünde ya da banklarda oturmuş dedikodu yapıyorlar, restoranlarda çay içiyorlar falan.
Cordona adasıysa o kadar güzel ki, bilemiyorum belki de Euro'nun artık göremediğimiz ufuklara doğru gittiği bu günlerde kendimi Yunanistan'ın bir adasında hissettirdiği için bana bu kadar güzel gelmiştir. Dar ara sokakları, geniş, bol heykelli meydanları, köprüleri ve ufak ayrıntılarıyla çok güzel bir "tarihi Avrupa şehri" karması oluşturmuşlar. Adanın köprülerle birbirine bağlanan 5 ayrı bölgesi var ve bu bölgelerin her biri farklılığını cidden hissettiriyor. İşçilerin yoğunlukta olduğu sanayi bölgesi ayrı, zenginlerin "Bugün hangi fincanda, hangi marka çayımı, malikanemin hangi odasında içsem?" diye dertten derde koştuğu elit bölge ayrı örneğin. Biraz önce ufak ayrıntılar yazmıştım, o ayrıntılar yapımcıları tebrik edecek cinsten olmuş. Bölgelere göre giyimi kuşamı, etnik kimliği değişen insanlar, duvarlardaki afişler, dükkanlar, tabelalar... Gece gündüz döngüsü de var ve ada gece çok daha güzel gözüküyor. Ay bu kadar anlatabiliyorum işte. Gidin Cordona'ya bir bilet alın siz iyisi mi. Özetle açık dünyası olmuş; güzel olmuş.
Cordona’yı yeteri kadar övdüm ama iç mekanlardan da bahsetmesem olmaz şimdi. Grafiklerin ve ayrıntı güzelliğinin tepe noktasına ulaştığı yerler iç mekanlar olmuş. Girdiğiniz evlerde, odalarda ayrıntılar o kadar güzel serpiştirilmiş ki, hayran hayran izledim her bir köşeyi. Tablolar, heykeller... Aha tablolar demişken, gerçek tablolarla da karşılaşıyorsunuz ayrıca.
Ama bence pek çatışmaya girme
Seride ilk kez denenen mekaniklerden bir diğeri de çatışma sekansları olmuş. Bakın bunu övemeyeceğim işte. Yani olmasa da olurmuş, hatta sanki daha iyi olurmuş. Neredeyse birbirinin aynısı olan mekanlarda, en sevmediğim oyun şeysi olan QTE'lerden (Quick Time Event) ve düşmanın belli noktalarına ateş etmekten ibaret birbirini tekrarlayan sıkıcı anlar silsilesi çünkü hepsi. Bir de amaç öldürmek değil, tutuklamak olduğu için yanlışlıkla kafaya sıkarsanız Sherlock pek sallamıyor ama Jon başlıyor söylenmeye (evet bir de Jon'un söylenmeleri var ama ona sonra geleceğim). Yani bu çatışmalar çok gereksiz ve keyifsiz olmuş ama neyse ki çok sık karşımıza çıkmıyorlar, yoksa güzelim oyun bok yoluna gidebilirdi. Yine de zevkler ve renkler tartışılmaz, çatışmaları sevecek olursanız açık dünyaya serpiştirilmiş Bandit’s Lair’lere gidip bol bol adam tutuklayabilirsiniz.
Vakaları çözmek için başvurduğumuz karakter analizi, arşivlerde araştırma, kimyasal analiz, kılık değiştirme gibi serinin eski oyunlarından bildiğimiz yöntemlerse sizi genç bir Sherlock gibi hissettirmek için yerli yerinde duruyor. Ama size ne kadar özgürlük veriyor orası tartışılır. Kanıtları bulmak, doğru kıyafeti giyerek doğru kişiyle konuşmak, olayların sırasını takip edip suçluyu tahmin etmek oyuncuya bırakılmış olsa da suçluyu tahmin etmek dışında hepsinin çizgisel bir ilerleyişi var sonuçta. Olayların sırasını yanlış tahmin eder, arşivlerde alakasız şeyleri arar ya da yanlış insanlarla konuşursanız bunun tek götürüsü Jon'un sizi eleştirmesi oluyor. Vakalarda Jon'un istediği bonusları yaparsanız onu mutlu ediyorsunuz ama açıkçası bunun da oyunda elle tutulur bir sonucu yok, dolayısıyla havada kalmış. Neyse, özgürlük diyordum. Suçladığınız kişi gerçek suçlu olmayabilir ve oyun bu konuda "Hayır yanıldın suçlu o değil!" falan demediği için (neyse ki onu demiyor) yeniden oynadığınızda farklı seçimler yapabilmeniz mümkün. Ama bu ne kadar yeniden oynanabilirlik sunabiliyor orası sizin takdiriniz, çünkü suçluyu seçtiğiniz vakalar sadece ana hikâyeyle ilgili olanlar ve sayıları pek fazla değil.
Bol bol vaka çöz, o da iyi gelir
Ana hikâye dışında adada gezdikçe dahil olduğunuz yan görev tadındaki vakaların sayısı oldukça yeterli, bunların dışında açık dünya klasiği olaraktan ıvır zıvır toplamacalar da var tabii, olmazsa olmaz. Vakaların her birinin aşırı ilgi çekici olduğunu ve iyi yazıldığını söyleyemem tabii. Çok sıradan, heyecan ve merak uyandırmayan vakalarla da karşılaşıyorsunuz ama genel olarak baktığımda pek de şikayetçi değilim. Adada gezindikçe Sherlock, Jon'la beraber yaptığı yaramazlıklara dair anıları da hatırlıyor, bunlar çok tatlı ve eğlenceli olmuş. Ana hikâye ise bu sefer büyük bir vakadan ziyade, geçmişe duygusal bir yolculuk tadında olmuş ve son ana kadar merak uyandırmayı başarıyor.
Sherlock’u bir önceki oyun Devil’s Daughter’da da seslendiren Alex Jordan seslendirmiş yine. Ben başarılı buldum; belki İngiliz aksanını çok sevmemin de payı vardır ama. Animasyonlar Devil’s Daughter’a göre daha gelişmiş ama Sinking City’den de hallice diyebilirim. Hâlâ biraz zamanın gerisinde yani, ayrıca diyaloglarda dudak senkronizasyonu da yok. Ama bunlar beni rahatsız etmiyor, girişte de yazdığım gibi bu AAA bir oyun değil sonuçta ve yapımcıların odaklandığı taraflar bunlar değil.
“İnsanlara inanmam, kanıtlara inanırım”
Sherlock Holmes Chapter One, serinin en başarılı oyunlarından biri olmuş diyebilirim rahatlıkla. Eski oyunların en güçlü yanları olan oynanış ve ilgi çekici vakalara, bu kez gezinmesi çok keyifli olan ve çok da güzel gözüken bir açık dünya da eklenmiş. Türkçe alt yazı seçeneğinin de olduğunu ve PS4 ve Xbox One’a da yıl sonuna kadar geleceğini belirteyim ayrıca.
Başlıklar
- Grafikler, iç ve dış mekân tasarımları çok şık
- Detaylar ve atmosfer harika
- Merak uyandırıcı ana hikâye
- Doyurucu yan vaka sayısı
- Jon karakteri hikâyeye iyi oturtulmuş
- Türkçe altyazı
- Yeni çatışma mekaniği sıkıcı ve gereksiz
- Bazı vakalar merak uyandırmaktan uzak
- Yeniden oynanabilirlik pek yok