Civ VII’yle geçen ilk 20 saatten sonra durup bir kafayı toplamak, üstümdeki medeniyet kurma baskısını hafifletmek, stratejilerimi gözden geçirmek için Steam’i kapatıp Word’e geldim. Hayır tabii ki, kafayı toplayacak bir şey yok, oyunun ön inceleme ambargosu kalktığı için özet geçmeye geldim sadece… Bir bakalım; şu ana kadar 50. turda falan “bu hiç olmadı” deyip kapattığım bir Augustus, elini kana bulayıp zafer kazanan bir Catherine ve bir de ikinci çağa daha dün akşam adım atmış bir başka Catherine yazmışım tarihe. Çok parlak hikâyelerim yok, çok heyecan verici haberlerle de gelmedim… Ama unutmayın, elçiye zeval olmaz, bu sayfanın sonunda kellem omuzlarımın üstünde ayrılmak istiyorum buradan lütfen.
Her Civilization’da olduğu gibi Firaxis, Civ VII’de de keşfedilecek yeni kavramlar, yeni mekanikler, yeni stratejiler verirken bir yandan da oyunu kırpıyor. Dünyayı Trump gibi adamların yönettiği bir çağda, Civilization oyuncularının onlarca kavram ve stratejiyi anlayıp uygulamasını beklemek haksızlık diye düşündükleri için belki de, biraz ordu verelim, biraz da toprak demişler… Oyunun “gerçeklik”le bağlarını biraz daha koparıp “oyun” tarafını daha derin, daha köklü hale getirmeye çalışmışlar. Bu yüzden mesela diplomasi için bile artık puan biriktiriyor ve bunun karşılığında bir şeyler yaptırıyorsunuz diğer liderlere. Bunu kötü olmuş diye demiyorum, özellikle Civilization VI’daki diplomasiyi hem fazlasıyla yüzeysel ve sıkıcı hem de zırt pırt çıkıp oyunu baltalayan bir ayakbağı olarak hatırladığım için aksine, puanın kadar diplomasi yap modelini on kez tercih ederim. Ama bu, başta söylediğimi değiştirmiyor, oyun gerçeklikten ziyade oyunluğa yaslıyor hikâyesini. Neyse konuların derin kısımlarını incelemeye bırakıp başlık başlık ilerleyelim.
Oyunun açılışı aslında beni en çok heyecanlandıran kısım oldu. Game of Thrones’dan canımız Brienne of Tarth’ımız Gwendoline Christie öyle bir okuyor ki açılış sinematiğinin metnini, tüm karizması üstümüze başımıza bulaşıyor, bizi liderliğe hazırlıyor. Oyun boyunca da her yeni teknolojide, her sosyal politika değişikliğinde sesiyle, aksanıyla ödüllendirip gidiyor. Neyse sadece bu değil; lider seçme ekranında liderlerin ülkelerle bağlantılı olmadığını, hangi ülkeyi yöneteceğimizi üç çağa yayılan tarihsel süreçte seçeceğimizi öğreniyoruz. Evet Benjamin Franklin’in kendini Moğol İmparatoru olarak bulabileceği bir modern dünya kulağa saçma geliyor olabilir ama kabul edin milattan önce üç binlerde “sen sınırını aç ben sana portakal vereyim” pazarlığı yapan George Washington da saçmaydı (vaşington portakalı diye düşününce daha da saçmalaşıyor?!). Yine oyun başında, oynadıkça açılacak “Memento” puanlarıyla liderlere belli avantajlar ekleyebildiğimiz bir çeşit “meta game” mekaniğiyle tanışıyoruz. Şimdilik bunu hiç karıştırmayalım ama 200 saat oynadıktan sonra tüm mementolar açılmış olacak ve oyuna başlarken, daha haritayı görmeden ana stratejimizi bu ekranda şekillendireceğiz gibi düşünüyorum. Kanuni ya da Atatürk var mı peki liderler arasında? Maalesef yok.
Buraları geçip oyuna başlayınca Civ VI’dan hatırladığımız, Ara: History Untold’da mastırladığımız (Oynadınız umarım? İncelemeyi okurken lazım olacak) bölgesel büyüme mantığının devam ettiğini görüyoruz. Maalesef şehirlerle doğrudan temasımız yok, mikro yönetim yapmıyoruz, herhangi bir madenle, tarla işiyle, milleti doyurmakla, barınacak yer yapmakla uğraşmıyoruz ve oyunun bu tarafının komple hayatımızdan çıkmış olması benim çok sinirimi bozuyor. Kurduğumuz şehirlerin doğrudan şehir olarak oyuna eklenmeyip belli bir nüfusa erişince bir seçenek olarak şehirleşmesiyse çok güzel. Yani üretim yapamadığınız ama kaynaklarını kullandığınız topraklarınız oluyor buralar. Tek bir sorun var: Oyun savaşmak yerine kültür, bilim gibi diğer stratejilere odaklanan oyuncuya çok genişleme imkanı vermediği için her ne kadar şehir kurmamak bir seçenekmiş gibi görünse de poponuzu koyabildiğiniz her noktayı üretim için kullanmak zorunda hissediyorsunuz ve ilk fırsatta şehre dönüştürüyorsunuz bu yerleşimleri.
Diğer yandan birimlerin yönetiminde çok değişik gelişmeler var. Özellikle scout ve generaller Civ VII’nin yıldızları diyebilirim. Dünyayı gezsin diye yolladığınız izcinize stratejik bir noktada gözcü kulesi kurma emri verebiliyorsunuz, savaşta sapır sapır dökülecek bir orduyu iyi bir generalle zafere taşıyabiliyorsunuz, daha önce görmediğimiz ve çok etkileyici şeyler... Bunları incelemede konuşalım.
Eski Civ’lerden hatırladığımız “şehir devletler”, 7’de “bağımsızlar” diye başka bir kavram altında toplanıyor ve fakat şehir devletten ziyade eski “barbarlar” gibi takılıyorlar. Acilen düzelmesini umduğum bir dengesizlik içindeler, siz ilk okçuyu yaparken generalle, bayrakla falan kapınıza dayanıyorlar mesela. Saçma sapan bir “ille de savaşacaksın” dayatması. Bu nedenle haritada mümkün olan her yeri görebiliyor olmak çok önemli (izcilerin gözcü kuleleri de bu yüzden stratejik). Haritayı açmak demiyorum, kim ne yapıyor sürekli görmek önemli. Siz genişleme hayalleriyle orduyu alıp kuzeye yürüdüğünüz an (misal yani) o ana dek aranızdan su sızmayan bir dostunuz doğudan gıcır gıcır orduları salıyor mesela. Yetmezmiş gibi biri savaş açtığında mutlaka yanına ikinci bir müttefik ekleniyor. Barbarımsı “bağımsızlar” zaten olay çıkaracak yer arıyor, dolayısıyla onlar da cümbüşe katılıyor. Mecburen süklüm püklüm eve dönüyorsunuz. Yukarıda bahsettiğim diplomasi puanları bu tür sıkışıklıklara düşmemek için kullanışlı olabiliyor ama neyse bu konuyu çok uzattık. Savaşların generaller sayesinde çok daha eğlenceli ve zengin hale geldiğini vurguluyor ve şimdilik geçiyorum.
Beni en çok rahatsız eden konulardan biri turn geçişlerinin silikliği oldu. Sanki hep aynı turdaymışız gibi… Doğru düzgün bildirim çıkmıyor. Şehirler üzerinde zaten kontrolümüz sınırlı, bir de ne üretmişiz, kim aç, kim mutsuz, bunlardan haberimiz olmayınca iyice halkından habersiz bir lidere dönüşüyoruz (fazla gerçekçi). Oyun niyeyse kendi askerimizin uğradığı saldırıyı haber vermek yerine bizden çok uzaktaki bir nehrin taştığını, patlayan bir yanardağı söyleyip duruyor…
Ben kontrollerin değil arayüzün sadeleşmesini umuyordum ama yeni nesil Civilization severler bu cepheyi de kazanmış görünüyor. Oyunun renk paleti 6’ya göre birazcık sakinleşmiş olsa da halen gereksiz bir makyaj kalabalığı var bence. Altıgenlerin içini rengarenk yaptıkları için üstündeki birimleri, kaynakları bir bakışta göremiyor, haritanın önemli detaylarını kaçırmayayım diye gözlerimi belertmekten bir hal oluyorum. Bana akan derenin üstündeki mavi ışıltıları değil oraya şehir kurmaya hazırlanan düşman settler’ını göster be kardeşim…
Sonuç olarak (ne sonucu ya, sonuçtan çok uzağız ama yazıyı kapatmak için bir şey demek lazım) Civ VII’nin önünde uzun ve görkemli bir hayat var. Serinin eski bir bağımlısı olarak, gözümü döndürecek kadar “iyi” olmamasına ise sadece minnettarım :) Şubatın ilk haftası incelemede görüşmek üzere…