İlk Bakış - Dragon Age: The Veilguard

Finali 10 yıl boyunca geberesiye bekliyorsun ve...

Pozitifim. Bırakın o termometreyi, ateşim yok; öyleyim. İlk Dragon Age bitirir bitirmez baştan başlayıp tekrar bitirdiğim tek oyundur, o kadar severim. 2’den nefret edenler güruhundan da olmadım hiç. İyidir hoştur o da; yancı karakterlerin kalbimdeki yeri ayrıdır. Inquisition’ı zaten eski okurlar bilir, The Witcher 3 tier olarak görürüm (her ne kadar Sera aşkım yüzünden OGZ ortamlarında çok örselensem, çok eziklensem de davamın arkasındayım!). The Witcher kadar değerinin neden bilinmediğine dair uzun uzun yazılar yazmışlığım var buralara.

Andromeda geldi sonra. Öteki Mass Effect’ler gibi başyapıt değilse bile öfkeyle yaklaşmayınca süper oynanışıyla ve yancılarının görevleriyle yine kendini sevdiren bir oyundu. Anthem felaketi meydana geldi sonra. Beni pas geçti sağ olsun, çok yakından maruz kalmadım. Yine de Anthem’ın geliştirme hikâyelerindeki saçma sapan koordinasyonsuzluğu ve tepeden inme abuk subuk kararları dinleyince, arada stüdyodan ayrılan süper insanları ve yerlerine gelen adı sanı bilinmeyen insanları gördükçe, benim bile umutlarımı kenara bırakmam gerektiğini düşündüğüm anlar olmadı değil.

Ama... Bilmiyorum Inquisition’ı oynadınız mı ama şahsen şahit olduğum en akıl çıkarıcı sonlardan birine sahipti Inquisition. Ve o hikâyenin, Solas’ın hikâyesinin sona ermesi için bir oyuna daha ihtiyaç vardı. O oyun gerçek olmalıydı. O oyun yapılmadan BioWare ölmemeliydi. Ben o oyuna şahit olmadan ölmemeliydim. Hayatta en çok beklediğim oyunlar listesinin en tepelerinden, bütün umutsuzluğa sürüklendiğim zamanlara rağmen hiç inmedi Dragon Age 4. Bu oyun gerçek olmalıydı. Ama gerçek olması yetmezdi. Ellerinin tersiyle yaptıkları bir oyun yetmezdi, bu oyun gerçekten iyi olmalıydı. Bu son, bu hikâyeye yakışmalıydı.

Ve sonra geçtiğimiz ay yaşandı…

İkiye ayırmak lazım geçen ayı. Fragman sonrası ve oynanış videosu sonrası.

Önce fragman yayınlandı ve... Sanırım tarih boyunca dünya barışına, tüm insanların bir olmasına en çok yaklaştığımız anlardan biridir. Tüm dünya aynı anda, tek yürek nefret etti fragmandan.

Şöyle düşünün: 2002 yılındasınız. İlk Yüzüklerin Efendisi filmini izlediniz, aklınız başınızdan gitti; ikinci Yüzüklerin Efendisi filmini izlediniz, başınızdan giden aklınızı iguanalar yaladı. Üçüncü film için ayak tırnaklarınızı kemiriyorsunuz. Sonra bir fragman yayınlanıyor, Gandalf kırmızı bir palyaço burnu takmış, sıkıp sıkıp düt düt diye ses çıkarıyor. Aragorn sakallarının yarısını tıraş etmiş, yarısını da fosforlu mora boyamış. Legolas altın kolye takmış Ayrık Vadi’de rap konseri veriyor. Gimli Galadriel’in göbek deliğinden koko çekiyor. Frodo yüzüğü illa ki parmağa mı takmak lazım ki diyerek farklı hipotezler test ediyor…

“Neden?” diye sorsanız muhtemelen “Farklı kitlelere de hitap etmek için cesurca, beklenmedik şeyler yapmaya karar verdik” diyecekler. Farklı kitlelerin, cesaretin, beklenmedikliğin zararı yok, tamam da kardeş ben ilk iki filmde hastası olduğum epikliğin, karanlığın, karakterlerin hakkını veren, o yolda ilerleyen bir son bekliyorum. Tıpkı Dragon Age 4’ten Raid: Shadow Legends görselliği beklemediğim, Valorant karakterleri beklemediğim, Ocean’s Eleven mizahı beklemediğim, adına yakışan bir devam oyunu olmasını beklediğim gibi.

Şiddetle sanıyorum ki gümüş kaşıkla doğmuş ve torpille morpille yönetici olmuş birçok yönetici böyle “sıradan kitlenin beklemediği, yalnızca kendisi gibi üst bir zihinden çıkacak hamleler” yapma derdiyle, muhtemelen de aklında Ford’un “Ne istediklerini müşterilerime sorsam hızlı at arabası yapardım” lafını dolandıra dolandıra saçmalıyorlar. Nerede beklenmedik, nerede markanın karakterine uygun davranılması gerektiğinin rasyonel değerlendirmesini yapmanın elzem olduğunu akıllarından bile geçirmiyorlar. Hayır şu fragmanı akıl eden kodaman yönetici şu an evinde gözyaşlarını muhtemelen birkaç milyor dolarla siliyordur, ona da ayrı içim acıyor.

Durduk yere çıkan kötü bir fragman olsa tamam deyip geçersin, BioWare’in pazarlamadaki ve fragman hazırlamadaki denyoluğunu da daha önce sık sık dile getirmişimdir ama çoğu haklı olan bu kadar olumsuz tepkiye maruz kalmış BioWare yine böyle saçmalayınca insan gerçekten, gerçekten kötü hissediyor. Yüksek tutmaya çalıştığım umutlarım uçurumdan yuvarlanmak üzereydi. “Oynanışı da bekle” diyordum kendime, uçurumun kenarındaki çıkıntıya serçe parmağımla tutunuyordum.

Sonra beni oradan cört diye çıkaran, sarılıp sırtımı sıvazlayan, “Geçti, geçti” diyen mükemmel bir oynanış mı gördük? Yani... Bu sorunun cevabı biraz daha karışık. Diğer fragman gibi küresel ölçekte herkesin hemfikir olduğu bir durum yok ortada. Ama kendi adıma şöyle söyleyeyim: Oynanışı beğendim, o kolumdan tutup biraz yukarı çekti. Farklı mecralara verilen bilgileri dinledim, onlar biraz daha yukarı çekti. Yapımcıların röportajlarını dinledim, onların heyecanı ve akla yatkın yaklaşımları biraz daha yukarı çekti. Birkaç hikâye kırıntısı paylaşıldı, onlar biraz daha yukarı çekti diye diye şu an uçurumun tepesinde ayakta dikiliyor, manzarayı izliyorum. Uçurumun aşağısından bir ejderha yükseliyor. Onu izliyorum. O ejderha beni yakıp kül edip yüzümde bir gülümsemeyle ölmemi mi sağlayacak yoksa kuyruğuyla kırbaç gibi vurup beni uçurumdan aşağı mı atacak, oyun çıkınca göreceğiz. Ama şu an... Pozitifim.

Solas adını duymaya alışın!

Inquisition DLC’si Trespasser’ın 10 yıl sonrasındayız. Karakterimiz Rook olarak biliniyor. “Inquisitor” gibi cool bir lakaptan sonra hiçbir lakabı beğenmeyecektim zaten ama... Neyse. İnsan, elf, cüce veya qunari olabiliyoruz yine. Onun dışında karakter yaratırkenki asıl en önemli seçim, geçmişimizde içinde bulunduğumuz fraksiyon. 6 taneler ve ekibimizde bunların her birinden gelen bir yoldaşımız mevcut. Bu fraksiyonlar hem ekibimizle, hem dünyayla hem de Solas’la iletişimimizi derinden etkileyecekmiş.

Solas... Fen’Harel... Dread Wolf... Elbette bu hikâyenin merkezinde Solas var. Inquisition’da ekibimizde yer alıp bize yardım eden bu yurtsuz büyücünün aslında elf tanrılarına başkaldıran ve onları hapseden elf tanrısı olduğunu, onları hapsetmek için Fade ismindeki alternatif düzlemi yaratan ve dünyayı felakete sürükleyen kişi olduğunu öğreniyorduk. Bu arada Inquisition oynamayan, The Veilguard fragmanı izlemeyen, Solas’ın hain olduğunu bilmeyen ve spoiler verdiğim için şu an bana kızan arkadaşları Luke’un babasının da Darth Vader olduğunu söyleyerek şaşırtmak boynumun borcudur. O tren kalktı, geçmiş olsun.

Solas, elf tanrılarını hapsetmek için yarattığı Fade’i yok etmek istiyor. Aslında ulvi amaçları var, yanlış anlamadıysam hapis tutuldukları yerden kaçmak üzere olan o 7 elf tanrısını yok etmek ve dünyayı, daha doğrusu her şeyden üstte tuttuğu, nice cefalar çekmiş elf ırkını büyük bir felaketten korumak istiyor ama bunu yaparken dünyayı neredeyse yok etme seviyesine gelecek. Aslında fazla basite indirgedim; kendi içinde çok fazla çelişkisi ve çatışması olan, inanılmaz komplike bir karakter Solas. Hele bir de Inquisitor’ınız elfse ve Solas’la aşk yaşamışsanız olaylar daha da çetrefilli bir hâle geliyordu (ki Inquisitor bir şekilde oyunda olacakmış). The Veilguard’da da geçmiş oyunlarda yaptığınız bu seçimlerin etkisinin büyük olacağını söylememe gerek yok sanırım.

Fade’i yok etme amacıyla düzenlediği ayin sebebiyle şehri iblisler basmaya başlamış durumda ve biz de bu ayine müdahale ediyoruz. 7 elf tanrısını yok etmeyi amaçlıyor demiştim ya, 5 tanesini ya yok ediyor ya da en azından şimdilik saf dışı bırakıyor. Ancak diğer 2’sinin de işini bitiremeden ve dünyayı komple felakete sürüklemeden önce onu durduruyoruz. 2 elf tanrısı uyanıyor: Ghilan'nain ve Elgar'nan.

Oynanış videosu burada sona eriyor ama sonrasına dair de bazı bilgiler paylaşıldı. Solas, Fade’de bir yerlerde kapalı kalıyor ve oyun boyunca bizimle zihinsel olarak temas hâlinde olacakmış. Hatta oyunun ana görselinde Rook’un taşıdığı silah aslında Solas’a ait. Onu da arada bir şekilde elimize geçireceğiz belli ki.

En başından beri, oyunun ilk adının da Dreadwolf olmasından mütevellit, baş düşmanımızın Solas olacağını düşünmüştük ama esas olarak uyanan 2 elf tanrısıyla mücadele edeceğiz ve Solas’tan destek alacağız gibi duruyor. Solas’la pampito mu olacağız peki? Onu pek sanmıyorum işte. Daha doğrusu o işin hem yaptığımız seçimlerle hem de önceki oyunlarda yaptığımız seçimlerle çok ama çok farklı yönlere gideceğini tahmin ediyorum. Belki Solas’ı planlarında desteklemeye karar veririz? Belki aşkı Inquisitor’la birlikte inzivaya çekilir? Belki onu da indirmemiz gerekir? Akla bir ton olasılık, bir ton teori geliyor...

Pırıl pırıl ama kıtır kıtır…

Oynanış olarak duraklatılabilir gerçek zamanlı sistemini tercih etmiş The Veilguard. Birçok kişi Origins’in taktiksel sisteminin geri dönmesini talep ediyordu ama Inquisition’ın aksiyon ağırlıklı yapısını da seven biri olarak şikâyetim yok benim. Inquisition’dan birkaç konuda çok net ayrılıyor yalnız The Veilguard. Yönettiğimiz grup 4 değil 3 kişilik olacak ve daha da önemlisi yalnızca Rook’u yöneteceğiz. Gruptaki diğer 2 kişiyeyse komutlar verebileceğiz. Oynanış videosunda çift kılıç kullanan, yakın dövüş ağırlıklı bir Rook izledik. Henüz oyunun başı olduğu için fazla bir yetenek yoktu kullandığı ama buna rağmen gayet keyifli duruyordu.

Oyunun bir Dragon Age için biraz fazla steril ve renkli duruyor olması hafiften rahatsızlık vermedi değil. Hele ki o hoppidi zıppidi ilk fragmandan sonra. Ama serinin kasvetli ve karanlık yüzünü bol bol göreceğimiz görevlere ve mekânlara da yolculuk edeceğimizin altını çiziyorlar. Öyleyse âlâ. Görsel tarza da alışılır artık, yapacak bir şey yok.

Seçebileceğimiz 3 sınıf (Warrior, Mage, Rogue) ve bunların da 3’er tane alt sınıfı var. Örneğin Rogue için Duelist, Saboteur ve Veil Ranger mevcut. Henüz bunların ne kadar farklılaştığını direkt göremedik ama paylaşılan bilgilerden ve Inquisition’un sunduğu şahane çeşitlilikten güç alarak oyunun bu konuda hayal kırıklığı yaratmayacağını garanti olarak görüyorum.

Diyalog sistemi de ileri dönem BioWare oyunlarının hepsinde olduğu gibi diyalog tekerleğini kullanıyor. Beklenmedik değil tabii. Uzun cümleli sistemi sevsem de ve Baldur’s Gate 3 bu sistemin geçmişte kalması gereken bir sistem olmadığını gayet güzel ispatlamış olsa da, yazım iyi olduğu sürece diyalog tekerleğini de severim. Hikâyenin açılışından, Solas - Varric diyaloğundan falan hoşnut sayılırım (sırf Bianca’yı öldürdüğü için gidip kellesini alasım var ama...). Eminim oyunun içine dalınca daha da çok saracaktır.

Inquisition’daki Skyhold gibi bu oyunda da bir üssümüz var. Adı Lighthouse. Burası direkt Fade’in içinde bir yer ve Solas’ın eski üssü. Skyhold’dan daha fazla detayı olduğunu, yoldaşlarımızın mekânlarının özellikle özel olduğunu söylüyorlar.

Ha bu arada mikro ödeme falan kesinlikle olmayacakmış. EA oyunu sonuçta, tek kişilik RYO bile olsa insan bir endişe ediyor. Endişeye mahal olmadığını görmek güzel.

En güzel haberlerden biri: Bol bol taverna şarkısı olacakmış. Inquisition’ın taverna şarkılarını ne kadar sevdiğimi tarif edemem. Oyunu oynamasanız bile gidin bir dinleyin gözünüzü seveyim.

Bir diğer detay: Binek olmayacak. Inquisition’ın binekleri bayağı geyik kaynağı olmuştu. Sırf emir geldiği için koymuşlar ama oyun motoru da ona uygun olmadığı için anca %10 falan hızlandırıyordu sizi. Görsel efektlerle hızlı gidiyormuşsunuz gibi yapıyordu oyun, komikti. O değilmiş The Veilguard’da binek olmama sebebi ama. Dünyanın tasarımı bineklik değil diyorlar. Ne kast ettiklerini serbest alanları görünce anlayacağız artık.

Ha tabii bunun özünde bir RYO olmadığını, bir Dating Sim olduğunu da hepimiz biliyoruz sanırım. Güzel haber: Hangi cinsiyeti seçersek seçelim bütün ekip üyeleri romanslamaya açık olacakmış.

Devam…

Valla bu oyun çıkınca BioWare’in tabutundaki son çivi de olabilir, Yılın Oyunu adayı da olabilir, kestirmesi çok güç. Ama hangi ihtimali daha yüksek gördüğümü tahmin ettiniz sanırım. Dileğim Dragon Age’in de BioWare’in de geleceğinin Solas’ın keli kadar parlak olması.

YORUMLAR
Parolamı Unuttum