Bir oyunu oynarken en çok çıkar sağladığımız seçeneği seçmek zorunda mıyız? Ya da karakterimiz için en iyi dizilimi kurmadan olmuyor mu? Hata yapmak ya da bazı detayları kaçırmak bizi kötü bir oyuncu mu yapar? Belki de en önemli soruyu sormak yeterli: Bir oyunu en fazla keyif alacağımız şekilde mi oynamak, yoksa mümkün olan en iyi şekilde mi?
Bu sorular bir süredir kafama takılıyordu sevgili Oyungezerler. Soruların ilk aklıma geldiği ya da daha önce de aklıma gelse de ilk kez üzerinde ciddi ciddi düşünüp bir karar verdiğim an ise yaklaşık bir ay öncesine denk geliyor.
Başarılı Olmak Adına Heyecanı Öldürüyoruz!
Kendimi bildim bileli oynadığım her video oyununda rol yapma işine oldukça önem vermişimdir. Aldığım kararlar, karakterimin görüntüsü, sesi, adı... Her şeyi önceden karar verdiğim bir temaya uygun olarak seçip oyunu bu şekilde oynamaktan büyük haz alırım. Çünkü bana göre her oyun bizlere keyifli bir macerada rol oynama ve sanal da olsa imkânsız senaryoları deneyimleme şansı verir.
Fakat farkettim ki son yıllarda küresel olarak değişen oyunculuk anlayışı ile birlikte ben de değişmeye başlamışım. Ne zaman, ya da neden olduysa birden bire oyunu en iyi istatistiklerle ve hiç hata yapmadan bitirmek, en iyi karakter dizilimlerini seçmek ya da bir kerede oyunun sunabileceği her şeyi görmek gibi konular önem sırasında birinciliğe oturmuş.
Peki, fark etmeden değişen bu önceliklerim bana ne kattı ya da benden ne götürdü? Kendime bu soruyu sorduğum anda yaptığım büyük hatanın farkına vardım...
Sevdiğiniz bir film ya da kitabı düşünün. Mesela Yüzüklerin Efendisi diyelim. Video oyunlarının benim için anlamı o yüzüğü kardeşlikle birlikte Mordor’a götürmek, kardeşliğin üyelerinden biri olmaktır. Bu yüzden oyunlara bağımlıyım işte. Diyelim ki kitabı okuyor ya da filmi izliyorsunuz ve ana karakterlerden biri için önemli ve kötü bir olay gerçekleşti. Hemen birkaç dakika ya da sayfa geriye dönüp o olaylar böyle gelişsin, böyle daha iyi dediğinizi farz edin. İşte o anda o eserin tüm büyüsü kaçıyor. Çünkü elinizdeki bu büyük güç sayesinde sizin için hazırlanan tüm heyecan verici, sevindirici ya da üzücü olaylar değiştirebilmek; her şeyi kendi istediğiniz gibi şekillendirerek mümkün olan en iyi son ulaşabilmek gibi bir şansınız oluyor.
Kısacası olayın tüm esprisi kaçıyor...
Büyük Güç, Beraberinde Büyük Sorumluluk Getirir...
Biraz önce bahsettiğim, alışkanlıklarımın değiştiğini fark ettiğim anı yaşamama sebep olan oyun XCOM Enemy Unknown’du. Oyuna girişmeden önce nedense spoiler yemeden serinin geçmişine göz atmak istedim. Neredeyse her yerde XCOM’un ne kadar zor ve hataları ciddi şekilde cezalandıran bir oyun olduğundan bahsediliyordu. Heyecanla başına oturdum, sonuçta yepyeni bir macera beni bekliyordu...
İlk 1-2 saatten sonra başarısız olduğum bir görev oldu. Tüm askerlerim öldü, yeterli sayıda ve rütbede yedeğim olmadığı için bir önceki kayda döndüm. Sonra benzer bir olay yine tekrarlandı ve yine load game... Üçüncü seferde ise henüz işler iyice kötüleşmemiş, sadece bir askerim ciddi şekilde yaralanmış ve geri kalanlar da kötü bir pozisyondaydı (XCOM’da doğru yerde olmak hayati önem taşıdığı için ciddi bir durum yani). Fakat bir anda reflekslerim devreye girdi ve kendimi oyunu tekrar yüklerken buldum. O anda anlamıştım, oyunu öldürüyordum...
"Mesela oyun sonu istatistiklerine göre dünya üzerinde XCOM 2'de herhangi bir görevde başarısız olan sadece benim!.."
Fark ettim ki elimde kutsal “Load Game” gücü oldukça ve ben de bunu kullandıkça XCOM’un o kendine has tedirgin havası ortadan kalkıyor, her hareketini iki kere düşünme gerekliliği yok oluyordu. Yeni bir oyun açtım ve bu sefer ne olursa olsun tekrar yükleme yok diye kural koydum. Gerilim, tedirginlik ve nefes tutmalı anlar geri döndü. İşte şimdi gerçek XCOM deneyimini yaşıyordum!
Artık Herkes Superman, Herkes Sir Alex Ferguson...
Daha sonra yıllar öncesini düşündüm. Oyunlarla ilgili her şeye internetten göz atmadığım, tam çözüm ya da wikilere uzak olduğum hatta bunların olmadığı zamanları. O zaman her oyun bambaşka bir maceraydı ve kendi hikâyemi kendim yazıyordum. Bazen kaybediyor, bazen üzüntüyle en sevdiğim karakterin ölümüne şahit oluyor, bazen de çaresizce saatler boyunca yaptığım planların bir bir başıma yıkılışını izliyordum. Fakat neyi fark ettim biliyor musunuz? Bunların hiçbiri beni sinir etmiyor, aksine çok keyifli deneyimler olarak bana harika anlar yaşatıyordu. Hele ki işler yolunda gittiğinde ve kazanan ben olduğumda yaşadığım o başarma hissi! Anlayamazsınız...
Bu olay ne zaman buralara geldi, ne zaman bu değişimi yaşadık bilmiyorum. Daha doğrusu kesin şu zaman oldu demek için üzerine uzun uzun konuşmak, fikir alışverişi yapmak gerekir. Fakat bence işler internetin iyice yaygınlaşması ve insanların oyunlarda yaptıklarını paylaşmalarıyla hızla değişmeye başladı.
Artık x oyunu hiç ölmeden bitiren, y Boss’u tek bir darbe bile almadan geçen, şu oyunu %100 bitiren, bu oyunda fırtınalar estiren o kadar çok kişi var ki... Giderek bu işlerin ve kişiye özel hikâyelerin önemi de kalmamaya başladı.
"Her hatadan ya da başarısız sonuçtan sonra Load Game ile öldürülen en büyük serilerden biri: Football Manager."
Bir örnek daha: 2008 senesi. FM 2008’de Kayserispor’da Gökhan Ünal ve Batuhan Karadeniz’i çift forvet oynatıyorum. Sanırım üçüncü sezonumda Şampiyonlar Ligi’ne katıldım fakat gruplara kalmak için bir maç yapmam gerekiyor, rakip ise Bayern Münih! Bahisçiler gibi benim de pek umudum yok ama savaşmadan da vazgeçmem. Almanya’da oynanan ilk maçta 2-0 yeniliyorum, gruplara kalma işi artık hayal. Fakat Kayseri’de oynanan rövanş maçında sağlam savunma, kontro atak ve köşe vuruşlarındaki tehlikeli oluşum devreye giriyor. Maçı 4-0 kazanıyorum ama ben bile inanamıyorum. Bir yandan evde dana gibi bağırıyor, bir yandan da bunu FM forumlarında paylaşmak istiyorum. Fakat işler umduğum gibi gitmiyor.
Beşiktaş’la daha ilk yılında Şampiyonlar Ligi’ni kazananlar, Galatasaray’la Avrupa devlerini perişan edenler, Fenerbahçe’yle ilk 3 yılda 3 lig ve Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu kazananlar... Benim Bayern’i 4-0 yenmiş olmam onlar için sıradan bir gün adeta...
Benzer örneklerini birçok oyunda gördüğümüz bu durumda belli sistemler ya da seçenekler “meta” haline geliyor ve başarılı olmanın olmazsa olmazı haline dönüşüyor. Tamam, bu durum galibiyet ve başarıyı büyük oranda getiriyor fakat ya kişisel tercihler? Bir şeyleri kendi başına başarabilme? Kendi hikâyeni yazma?
İşte burada bir karar almak gerekiyor sevgili Oyungezerler. Ya başarı için hazırlanan formülü hazır alıp milyonlarca kişiyle aynı şeyi yapıyor olmak, ya da kendi kararlarımızı alıp kendi maceralarımızı yazabilmek.
Başkalarını Taklit Etmek Yerine Kendi Kahramanlık Hikayeni Yazmak!
Öyle bir duruma geldik ki, artık aynı görevleri ya da bölümleri en iyi şekilde bitirebilmek için kaç kere “Load Game”e başvurduğumuzun sayısını bilmiyor, oyunda geçirdiğimiz zaman kadar “Şu Zamazingo En İyi Nasıl Yapılır” videolarında zaman geçiriyor, en iyi dizilim ya da tercihler için wikilerde kayboluyoruz. İşin kötü yanı, bu uğraşlar biz farkında olmadan oyunun tüm esprisini kaçırıyor ve robot gibi bize aynı şeyleri ruhsuz ruhsuz tekrar ettiriyor. Peki diğer türlü işler daha mı iyi olacak?
Sonuçlar oyunlara ve verdiğimiz kararlara göre değişecek. Bazen kaybedeceğiz, hem de inanılmaz saçma şekillerde. Bazen de kazanacağız... Aldığımız sonuçlar ne kadar başarılı olacak, diğer oyunculara göre kaçıncı sırada olacağız, kaç detayı kaçıracak ve tercih etmediğimiz kaç seçeneğin nasıl sonuçlar doğurduğunu göremeyeceğiz bilmiyorum. Ama şunu biliyorum ki heyecan, sevinç, üzüntü, pişmanlık gibi hisleri daha önce oyunlarda tatmadığımız gibi tadabileceğiz.
Sevdiğimiz bir karakterin ölüşü, kaybettiğimiz o kritik maç, birine yardım ettiğimizi sanarken aslında kandırılıyor olmak, kötü adamın en başından beri burnumuzun ucunda olması, bir şeyi kurtarmak isterken aslında diğerlerini yok ettiğimizi bilmiyor olmak...
Bizim için hazırlanan sürprizleri öldürmemek, köşeyi döndüğümüzde neyle karşılaşacağımızı bilmemek çok daha eğlenceli ve çok daha yaratıcı sonuçlar doğuruyor. Eski oyuncu kimliğime geri dönmek, zar zor hayatta kalıp birçok hata yapsam da bir başkasının hikâyesini taklit etmek yerine kendi kahramanlık hikâyemi yazmak ne kadar da keyifliymiş...