3 Cisim Problemi'nin dünyanın sınırlarını aşan dev ve çetrefilli bir hikayesi var. Ve üstüne düşününce insanı birden bire karamsarlığa sürükleyebilecek o hikayeyi heyecan içinde takip etmemizi sağlayan, her biri kendi temposunu getiren o karakter kadrosu. Ve elbette bu konuda bütün övgü de o karakterleri canlandıran oyunculara gidiyor.
Ben de yakın zamanda 3 Cisim Problemi’nin oyuncularıyla kısaca konuşma şansı buldum.
Bir intihar soruşturmasının kendilerini götüreceği savaştan aslında o kadar da habersiz olmayan Wade ve Clarence’i canlandıran Liam Cunningham ve Benedict Wong; hikayenin iki ucundaki iki fizikçi olan Jin ve Ye Wenjie’yi canlandıran Jess Hong ve Zine Tseng; akademiyi arkalarında bırakmalarına rağmen kopamadıkları Oxford beşlisinin iki üyesi Jack ve Will’i canlandıran John Bradley ve Alex Sharp ile kısaca karakterlerini konuştuk.
Her zaman olduğu gibi, Netflix Türkiye’ye bu röportaj olanağı için teşekkürler!
Gülhis: Liam Cunningham ve Bradley Wong, ikinize de merhaba.
Bradley Wong: Başlamadan önce sorabilir miyim ismin nasıl telaffuz ediliyor?
*İsmimi söylememle ikisinin de doğru telaffuz etmesi bir olur. TÜRKLER BİLE KARIŞTIRIYOR HELAL.*
G.: Az önce yaptığınız şey büyük bir başarı bu arada. Ama sadede gelelim. Siz ikiniz bu dizideki ana soruşturmanın kalbisiniz. Bradley, Clarence’in kitaptaki karakteri Da Shi benim en sevdiğim karakterdi, böylesine kuvvetli sezgileri olan bir karakteri oynamak nasıl bir şey?
B.W.: Sanırım ben sadece karakterin ruhunu aktarabilmek istedim. Kendine özgü bir arsızlığı var gerçekten ve kitapta kendini bu kadar gösterme fırsatı bulamıyor.
G.: Evet, kitapta bu kadar yetkisi olan bir karakter değil.
B.W.: Aynen, biliyorsun, bu yüzden Cixin tarafından bize bu karakterleri tam anlamıyla adapte etme, bu hikayeyi çok daha global bir hikaye yapma izni verildi. Da Shi’yi Mancherster’a getirdik. Ve bu karakterin gerçekten ters bir mizacı var, bir çeşit bilim kurgu Columbo’su gibi, Liam Gallagher tarzı bir umursamaz havalılığı var.
Senaryo sayfalarında tam bir terörle mücadele ekibi üyesi vardı, ben de karakterime buradan yola çıkarak başladım. Ve bunun beni götürdüğü yer, yani sık sık yaptığı işin tam olarak nasıl bir meslek olduğu hakkında düşündüm. Ki silahlı kuvvetlerden biriyle de tanıştım ve gündelik hayatlarını nasıl idame ettirdiklerini öğrendim ve karakterimi bunun üstüne inşaa etmeye başladım. Çünkü gerçekten her şey doğru olanı yapmak için ne kadar şey feda etmeye hazır olduğu üzerinden şekilleniyor.
Wade karakteriyle aralarındaki ilişkide de bir kara mizah var aslında, bunun üzerinden oynuyorlar. Ve, evet, iş gene feda ettiği şeylere geliyor. Oğlunu yalnız yetiştirmeye çalışan bir baba ve ailesinin aleyhine bile olsa bazı şeyleri işi için feda ediyor.
Çünkü o aslında işi, Clarence karakteri tam olarak böyleydi benim için. Stratejiler kuruyor, onları uyguluyor ve sonuç da alıyor.
G.: Ve Wade de onunla bu sebepten çalışıyor zaten, sürekli sigara içilmemesi gereken yerlerde sigara içmesine rağmen. Konu Wade’e gelmişken, Liam, kitapta Clarence ya da Da Shi karakterinin adına çalıştığı karakterleri görme şansımız pek olmuyor. Fakat dizide Wade her şeyin mihenk taşı olan bir karakter. Yine de tam olarak nerede çalıştığını, kimin için çalıştığını ya da işinin ne olduğunu öğrenemiyoruz. Böylesine kuvvetli, ve neredeyse her istediğini yapabilirmiş gibi görünen bir karakteri canlandırmak nasıl bir duygu?
Liam Cunningham: Evet, %100 haklısın. Benim de Wade hakkında en ilginç bulduğum şey buydu. Onunla tanıştığında, yani evet bir istihbarat servisi için çalıştığının bahsi geçiyor ama bunun gerçek olup olmadığını bile bilmiyorsun.
G.: Hangi istihbarat servisi diye soruyor insan, değil mi?
L.C.: Aynen, daha önce adını sanını duymadığın bir tanesi olduğu kesin. Ve Wade’in kime cevap verdiğini bilmiyorsun, ama telefonu açıp Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’yle konuştuğunu görüyorsun. dünya liderleri bir telefon uzağında ve çok da nazlanmadan ne yapılması gerektiğini söylerse yapıyorlar.
Esrarengiz ve gizemli bir karakter. Bazen bir aktör olarak boşlukları doldurmak istersiniz. Fakat iş bu adama gelince, halihazırda yazılışı gerçekten çok iyiydi. Herhangi bir boşluk doldurmaya gerek yoktu. Karakterin başladığı yerden alıp yürüdüm.
Ve Wade’le ikisi (Clarence) tam anlamıyla bir takım. Ne dönüp geriye bakmaya ne de kurcalamaya gerek var. Mesela bir sahne var, Da Shi’ye bir şey gösteriyor ve onu bir “arkadaştan” aldığını söylüyor.
G.: Evet, ve elinde tuttuğu şey bir tarihi eser.
L.C.: Açıkçası ben onun hiç arkadaşı olduğunu düşünmüyorum. Ekipten oyuncular bile gelip bana, “Yahu senin bu karakterin olayı ne,” diye sordular. Çünkü mesela sana bir şey yapmanı söylüyor ama gerçekten söylediği şeyi mi yaptırıyor yoksa seni başka bir yöne sürükleme peşinde mi. Bilinmeyen bir şeyleri biliyor gibi sürekli. Her gerektiğinde yeni bir bilgi ortaya atıyor. Oynaması fantastik bir karakter gerçekten, çok eğlenceliydi.
G.: Gerçekten kimseye hesap vermesi gerekmiyormuş gibi görünen bir karakter.
Gülhis: Zine Tseng ve Jess Hong, ilk olarak sizi harika karakterleriniz için tebrik etmek istiyorum. İkinizin de performansını çok beğendiğimi söylemeliyim. Aslında bütün hikaye sizin etrafınızda dönüyor diyebiliriz. Jess, senin karakterin biraz ilk kitabın ana karakteri Wang Miao’nun Auggie ile Jin arasına bölünmüş bir versiyonu gibi geldi bana. Sen karakterine nasıl hazırlandın?
Jess Hong: Her şeyden biraz alarak aslında. Şanslıyım ki David, Dan ve son zamanlarda da Alex kaynak materyalle gerçekten fazlasıyla zaman geçirmişler. İçini dışını her şeyini biliyorlardı. O nedenle bana gerekli doneleri verebildiler. Evet, ilk kitap söz konusu olunca bu sezon Wang Miao bana ve Auggie’ye bölünmüş gibi. Ama Jin Chang aslen üçüncü kitabın karakteri.
Yani onun ruhu ve özü üçüncü kitaptan geliyor. Bu da hikaye için ilk kitaba, karakterim için ise üçüncü kitaba göz atabileceğim anlamına geliyordu. İkinci kitabı vakit bulamadığım için atlamak zorunda kaldım ama senaryoya çalışırken birinci ve üçüncü kitapları karıştırdım. Gerçekten harikaydı. Yani kitaplar derin ve insanın aklını başından alıyor ve insanın elinde bu kadar iyi bir kaynak materyal olunca…
Bence ekipteki herkes kitapların ruhunu kavramak konusunda harika bir iş çıkardı. Ve bu sebepten şanslıyım ki benim karakterim başka karakterlerin amalgamı bir karakter olmasına rağmen beni doğru yönlendirip benimle işbirliği içerisinde çalışabildiler. Böylelikle bendeki, Jess Hong’daki bazı ince detayları Jin Chung’ın karakterine dönüştürebildim. Yani mesela hesapta Kiwi (Yeni Zelandalı) aksanıyla konuşmasıyla ilgili hiçbir şey yoktu ama konuşuyor, bunun gibi şeyler.
G.: Şu an diziden önceye üçüncü kitabı da sıkıştıramadığım için çok mutsuzum. Bu benim için tamamen yeni bir bilgi. Acilen okumalıyım.
J.H.: Evet, kesinlikle, çünkü Jin Chung’ın ruhu gerçekten üçüncü kitapta.
G.: Bu arada merak ediyorum, hiç fiziğe falan ilgin oldu mu? Yani bu işi biraz öğreneyim dedin mi yoksa senaryoyu eline aldığında, “Evet, şimdi buradaki bilgiyi en kendime güvenli sesimle okuyacağım,” falan mı dedin? Bence akademisyen rolüne gitmişsin çünkü.
Zine Tseng: Jin’in gerçekten bu konuda paragraflarca repliği var, değil mi?
J.H.: Yani senin de var aslında. (Zine’in karakteri Ye Wenjie’yi kastediyor, haklı da. -G.) Aslında ikimiz de bu konuda elimizden geldiğince, hiç değilse temelini öğrenecek kadar araştırma yaptık çünkü ne söylediğini biraz olsun bilmen gerek.
Z.T.: Kesinlikle, temel olarak da olsa bir kavrayışının olması lazım.
J.H.: O nedenle bizim için bir danışman da getirdiler, Dr. Matt Kenzie adında bir fizikçi. Ve kafamıza takılan, merak ettiğimiz bir şey olduğunda gidip ona sorabiliyorduk, “Bu denklem ne demek, bu açıklamanın önemi ne,” gibisinden. Bu tür şeyleri bize açıklamak için bolca metafor kullanması gerekti.
Z.T.: Gerçekten çok metafor ama.
G.: Zine, sen gerçekten çok büyük travmalar yaşamış ve insanlığa olan inancını büyük oranda kaybetmiş bir karakteri oynuyorsun. Yani insanlığın “çoğunluğun iyiliği” adına ne kadar kötüleşebileceğini birinci elden tadıyor ve bu sebepten verdiği kararlar insanlığın gidişatını değiştiriyor. Bu kadar kişisel bir noktadan çıkıp bu kadar evrensel bir etkisi olan bir karakteri oynamak nasıldı?
Z.T.: Aslına bakarsan senaryo çok iyiydi. Yani karakterim halihazırda çok iyi yazılmış bir karakter. Konu duygulara gelince, ben aslında karakteri hayata geçirirken travmanın derinine inmeyi pek istemiyorum çünkü o zaman [Ye Wenjie olarak] kendime olan inancımı kaybederim. Bir şekilde inancımı ayakta tutmam gerek.
Ayrıca yönetmen Derek Tsang karakterlerin hangi yolu izlemesini istediği konusunda çok net bir fikre sahip.
J.H.: Bu arada eklemek istiyorum, Zine bu konuda cidden gece gündüz düşünüyordu. Bazı akşamlar kendimize biraz şarap doldurup oturduğumuzda bana, “Jess ‘o karar hakkında düşünüyorum. Kendimi düşünmekten alamıyorum,” dediğini hatırlıyorum.
G.: Sanki gerçekmiş gibi değil mi?
J.H.: Sence gerçek mi? Gerçekten geliyorlar mı?
G.: İnanmak istiyorum Jess.
Gülhis: John, ortamdaki tek aklıbaşında insanı oynamak nasıl bir duygu?
John Bradley: [Jack] gerçekten Oxford beşlisi içinde önemli bir yere sahip. Beşlinin içindeki daha pratik düşünen, olaylara pragmatik yaklaşan adam o. Bir deyişle bilimi aslında geride bırakmış bile diyebiliriz. Yani hayatını abur cubur ve kokteyl yapmaya adamış birisi, o yönden halkın adamı gibi biraz.
G.: Gerçekten mi? Ben hiç de bilimi geride bırakmış demezdim. Hatta belki de bir bilim insanından bekleyeceğim gerçekçiliği o gösteriyor. Yani eline günümüz teknolojisiyle yapılamayacak bir şey geçiyor, ama var işte. Sonra da onu bir yerlere üye yapmaya çalışan insanlar ortaya çıkıyor. Elbette dolandırıcı olmalılar.
J.B.: Ne dediğini anlıyorum aslında. Evet, gerçekten kuşkucu ve eleştirel bir bakış açısı var, hatta geriye, profesör ya da akademisyen olması beklenen okul yıllarına gittiğinizde bile. Asla kendisi için çizilen yolu takip eden birisi olmamış. Eğer birisi ona ne yapacağını, ne düşüneceğini söylerse her zaman sorgulamış. Ve bu dizi için önemli bir detay bence.
G.: İzlemesi de keyifli gerçekten.
J.B.: Otoriteye bu kadar karşı ve tamamen kendi olan bir karakteri oynamak ilginçti gerçekten.
Alex Sharp: Tam anlamıyla başına buyruk bir adam, değil mi?
J.B.: Kesinlikle, evet. Ve Oxford beşlisinin içindeki herkes farklı bir kişilik ortaya koyuyor, ve bence hepsi harbiden Oxford’da karşılaşabileceğin tipten insanlar.
G.: Alex, senin karakterine gelince, gerçekten ipin ucunun nereye gideceği hakkında hiçbir fikrim yok. Ama o da ekibe çok farklı bir bakış açısı getiriyor. Senaryoyu eline alıp onun için çizilen yolu gördüğünde sen ne hissettin?
A.S.: Bu rolü ilk aldığımda Alex Woo, David ve Dan’le çok uzun bir Zoom görüşmesi yaptım. Ve onlar bana Will için çizilen yolu anlattılar ve üçüncü kitabın önemli karakterlerinden biri olduğunu söylediler.
Ben de senaryoyu elime aldığımda parçaları birleştirdim ve karakterin nereye yöneldiğini tam olarak hissettim. Ama evet, yani ilk sezonu okuduğumda karakter arkı beni çok etkiledi. Bir kısmını okudum ve bana nasıl Will’in bir bakıma insanlığın içinden geçtiği durumun sembolü olduğundan bahsettiler. Bu varoluş savaşının küçük boy bir modeli gibi.
G.: Hepsi onun içinde.
A.S.: Evet, gerçekten öyle. Ve ilk başta biraz gözümü korkutmadı değil. Ama gerçekten heyecan vericiydi.
G.: Şu an üçüncü kitap için iyice heyecanlandım ve dizi üç kitabın alaşımı olma işini çok iyi yapıyor bence. Bu arada, sizinle spoiler vermeden konuşmak gerçekten zor, biliyor musunuz?
A.S.: Sen bir de bize sor. Son iki haftadır burada oturup gizemli gizemli konuşuyoruz.