Ubisoft’un bugüne dek çıkardığı Tom Clancy serisi oyunlarının başarısı ve seriden ne çok ekmek yediği ortada. O yüzden aksiyon ve RYO’yu birleştiren The Division ilk duyurulduğunda feci gaza gelmiştik. Üstelik oyunu World in Conflict ile gönlümüzü kazanmış olan Massive Entertainment geliştiriyordu ve oyunun ilk videolarını izlerken ağzımız açık kalmıştı. Ölümcül bir virüs salgını ile felaket yerine dönen New York’un birbirine girmiş sokakları, çaresizlik içindeki sakinleri, yol ortasına bırakılmış arabaları inanılmaz gözüküyordu.
Ama Ubisoft oyunlarında başımıza sıkça geldiği üzere oyun nihayet çıktığında aradığımızı bulamadık. Hikâyesi, ortamı ve mekanikleri çok beğenilse de içeriğin azlığı ve kendini tekrar etmesi, Endgame ve PvP’nin zayıf olması yüzünden çoğu oyuncu hızla sıkılmıştı. Aradan geçen üç sene boyunca Massive oyunu boş bırakmadı ve içerik olarak sürekli besledi, geliştirdi. Ama kitleyi bir kez kaybettiniz mi geri kazanması çok kolay değil elbette.
The Division 2’nin Paris’teki ön gösterimine işte böyle bir ruh haliyle gittik, sütten ağzımız yanmıştı bir kere. Ama bizi kapattıkları küçük odada oyunu beş saatten fazla oynadıktan sonra, resmen yediğimiz yoğurt, açık kalan ağzımızdan şapırdar halde geri döndük. Bakın hiç uydurmuyorum, oyuna öyle kaptırmışım ki, eğer Ubisoft çalışanları zorla sandalyemden kaldırmasaydı uçağımı kaçırıyordum. Uber çağırmışlar gelmiş kapıda bekliyor havaalanına götürmek için, ben hala görevi bitirmeden kalkmam diye arıza çıkarıyorum.
Bu sefer Massive’in doğru olanı yaptığına ve oyunu baştan adam ettiğine inancım tam. Evet, her stüdyo oyuncularını dinler, en azından bunu iddia eder, ama Massive neden dertlendiysek, neyi eksik bulduysak en az üç mislini önümüze koyuyor bu sefer.
Stratejik Savunma Dairesi
Oyun devasa olduğu için ilk bakışını da birkaç parçaya bölmek istedik. Öncelikle bizim oynadığımız bölümleri bugün başlayan Beta’da sizin de oynama şansınız var. Bu içerikler neler aşağıdaki linkte bulabilirsiniz. Bunun yanı sıra oyunun tek kişilik senaryosunda ve oyun sonu içeriklerinde deneyimlediklerimizi de detaylı iki yazı ile sunacağız. Sizi tek bir yazıda çok detaya boğmak istemedik. Ara ara o yazılara da linkler ekleriz.
Ama gelin bu detaylara girmeden önce biz gördüklerimizi genel olarak bir değerlendirelim ve işe hikâye ile başlayalım. Oynayanlar hatırlayacaktır, ilk oyunda Kara Cuma günü bir dolarlık banknotlara bulaştırılan özel geliştirilmiş bir çiçek virüsü milyonlarca insanı öldürüp ABD’yi felaket yerine çevirmişti. Bunun üzerine The Division olarak bilinen gizli teşkilat, halk içine saklanmış uyuyan ajanlarını, devleti geri tesis etme görevi ile uyandırmıştı. Biz de New York’da aktive edilen ajanlardan biriydik, ama devleti tesis etmekten çok hayatta kalanlara yardımı olacak görevler peşinde koşuyorduk.
Şimdi aradan tam yedi ay geçmiş ve biz devleti geri tesis edeceğimize ıvır zıvır görev peşinde koştuğumuzdan işler daha da kötüye gitmiş. İlk oyundaki JTF dahil devlet adına hiçbir şey kalmamış, ülkeyi çeteler (factions) basmış, hayatta kalan siviller kendilerini korudukları küçük alanlara (settlements) sıkışmış. Daha da beteri The Division’ın ağı çökmüş ve ana operasyon merkezi de düşmek üzere. Biz de aldığımız yardım çağrısı üzerine, The Division merkezini kurtarmak için Washington’a geliyoruz ve olaylar başlıyor.
The Division’ı yazı boyunca bolca öveceğiz, o yüzden kötü olanı baştan söyleyelim. Tom Clancy öldüğünden beri Ubisoft’un da hikayeleri inandırıcılığını çok kaybettirdi. Tamam felaket büyük ama yedi ayda da ABD tek çalışanı kalmayacak kadar silinmez, sivillerin iyisi de suçlusu da bu kadar hızlı örgütlenmez. Yine ilk oyundaki kaos ortamı çok daha güzel ve inandırıcıydı. Bu sefer uygarlık komple bitmiş, ortamı Çernobil gibi yeşillik sarmış, sanki 10 yıl geçmiş felaket üzerinden. Bunlar grafik ve atmosfer açıdan güzel ama inandırıcılık açısından zayıf olmuş. Anlayacağınız oyundan zevk almak için “suspension of disbelief” ayarlarını açmak gerekiyor.
İlk oyundaki karanlık, soğuk ve kaotik kış atmosferine karşılık bu sefer karşımıza sıcak, renkli bir yaz atmosferi çıkıyor. Atmosfer daha zayıf belki ama diğer yandan oyunun haritası ve grafikleri çok daha güzel. İlk oyunda harita o kadar tekrar ediyordu ki kendini hep aynı dar caddede gidip geliyor hissine kapılıyorduk. Oyundan hızlı sıkılmamızın temel sebeplerinden biriydi bu. Ama Washington’da harita hem %20 daha büyük, hem de daralıyor, genişliyor, açık alanlara, tarihi eserlere, müzelere, içine girebildiğiniz bir dolu binalara evriliyor. Bu sayede de gezmekten, keşfetmekten zevk alacağınız bir dünya sunuyor The Division 2. Bana sorarsanız oyundaki en büyük gelişme de bu. Çünkü benim için bir açık dünya oyununu büyülü yapan şey o dünyanın içinde bir gezgine dönüşebilmektir, yani oyungezerliktir.
TPS_FPS_DVO_RYO
Üstelik bu daha zengin açık dünyaya eklenen çeteler (factions), ziyaret edip dost olabildiğiniz yerleşkeler (settlement), PvE ve PvP alanları falan derken oyun ufaktan bir DVORYO’ya dönmeye başlamış. Evet halen bin kişi aynı açık haritada değilsiniz, diğer oyuncuları sadece gizli evlerde (safe house) veya coop oynadığınızda görüyorsunuz ve zamanınızın çoğunda yalnızsınız. Ama yine de o devasa online hissiyatını, mentalitesini görmek beni cidden sevindirdi. Bu açıdan bakınca da zaten The Division 2 ilk oyundan çok daha büyük hissettiriyor.
İlk oyunda bence en iyi olan şey oynanıştı ve akıllıca davranıp oyunun bu tarafını çok değiştirmeden bir parça zenginleştirmişler. Oyun halen bir siper çatışma oyunu ve hangi platformda oynarsanız oynayın ortada kabak gibi durmak kötü bir fikir. Çatışma mekanikleri FPS hissini korusa da aslında bu bir RYO oyunu. Yani sıktığınız merminin düşmana ne hasar verdiğini sizin seviyeniz, onun seviyesi, silahın seviyesi ve nadirliği gibi bir sürü matematiksel etken belirliyor. Ama ilk oyuna göre çatışmalar daha sıcak ve düşman daha hızlı ölüyor. Kendi seviyenizdeki bir düşmanı bir iki kafadan vurdunuz mu geçebiliyorsunuz. İlk oyundaki gibi düşmanı mermi manyağı yapmıyorsunuz. Bunun istisnası bosslar ve tanklar ve hele ki tank boslar. Yine hızlanmış olsa da bunları indirmek baya vakit alabiliyor.
Diğer yandan sürekli düşen eşyaları toplama, bunları geliştirme, satma, kırma ve nihayetinde üstünüze sağlam bir ekipman seti yapma mekanikleri büyük oradan aynı. Malzeme toplayıp, görev tamamlayıp üssünüzü geliştirme, seviye atlayıp yeni yetenekler alma gibi RYO mekanikleri de korunmuş. Önceki oyuna göre daha zengin elbette, daha fazla silah, yetenek ve mekanik var. Mesela sivillerin yerleşkelerini de geliştirebiliyorsunuz artık. Ama oyunun iyi çalışan bu parçalarını büyük oranda korumuşlar.
Anlayacağınız The Division 2 ilk oyunda iyi olan şeyleri korumak ve geliştirmek konusunda hiç de fena değil. Ama asıl merak ettiğimiz ilk oyunda yanlış olan şeyleri düzeltiyor mu? Benim çok açık gördüğüm şey Massive’in en çok bu soruya kafa patlattığı. The Division çıktıktan sonra oyunculardan gelen eleştiriler belli ki yer etmiş, belli ki dinlemişler, bu yüzden oyunu duyurdukları ilk günden beri, yeni oyun duyurmaktan çok sanki eleştirilere cevap verir gibi bir halleri var. En çok konuştukları şey de Endgame içeriklerinin ne kadar zengin olduğu ve bu konuda anlatacak çok şeyleri var.
Oyunun Sonu Oyunun Başı
Bir kere oyunun içine o kadar çok PvP ve PvE içerik eklenmiş ki, eskisi gibi senaryosunu oynayıp sıkılmayacağız. Daha derli toplu hale getirilmiş olan üç Dark Zone ve Organize PvP modları bir sürü farklı mücadele imkânı veriyor. Bu modlarda rakip eşleştirme ve seviye eşitleme gibi yeni ayarlamalar da var. Yani eskisi gibi girip iki dakikada kafanızı gözünüzü kırıp çıkmıyorsunuz. Bu oyunun ömrünü hayli arttıracak ilk şey.
Ama asıl ilginci The Division 2’nin tek kişilik senaryosunu bitirdiğinizde ve haliyle son seviyeye ulaştığınızda oyun bütün haritayı ve içeriği yenileyecek. Senaryo gereği Black Tusk denen bir grup Washington’ı basacak ve sizin düşük seviyelerde oynadığınız alanları ele geçirecek. Böylece bir anda oyunun bütün haritası sizin seviyenizde zorluğa yükselmiş olacak. Onuncu, yirminci seviye alan diye bir şey kalmayacak.
Bu daha önce başka oyunlarda görmediğimiz ilginç bir konsept. Ne kadar işe yarayacak ve eğlenceli olacak göreceğiz. Ama bunun üzerine klan sistemi, dört kişilik PvE görevler, sekiz kişilik raidler, ajan uzmanlıkları falan ekleyince The Division 2 aylarca, belki kiminiz için yıllarca oyna oyna bitmeyecek bir oyun.
Üstelik oyuna ilk sene boyunca çıkacak ilk üç DLC tamamen ve herkes için ücretsiz olacak. Yeni harita genişlemeleri, görevler, ajan uzmanlıklarını şimdiden garanti ediyor Massive. Çünkü yapmak istedikleri şey aynı DVORYO’lar gibi çok uzun yıllar oynanacak, yeni içeriklerle sürekli gelişecek kalıcı bir oyun yapmak. Bunu açıkça söylüyorlar da ve açıkçası bu bana umut veriyor. Çünkü BF ve CoD gibi serilerin her sene başa sarması, her seferinde yeni karakter geliştirip, yeni bir oyun öğrenmek beni sıkıyor. Oynadığım oyunlar uzun soluklu olsun istiyorum.
Tüm bunları toparlayınca karşımıza çıkan resim çok umut verici. Zaten ben ilk The Division’ı çok sevmiştim ama çok hızlı sıkılmıştım. Şimdi bize vaat edilen daha da çok seveceğimiz ama kolay kolay sıkılmayacağımız bir oyun.