İş başa düştü
Devamını okuİlk tanıtımı 2018 yılında Oyun Geliştiricileri Konferansı'nda (GDC) yapılmasına rağmen ben de birçoklar gibi geçtiğimiz sene Devolver Digital'ın E3 sunumunda görmüştüm Carrion'ı. Hoş gözüken piksel görseller, akıcı animasyonlar ve tabii ki ne olduğu anlaşılmayan ama herkesin korktuğu garip mi garip ana karakteri görünce anında radarıma aldım kendilerini. Ve bugün rahatlıkla söyleyebilirim ki doğru olanı yapmışım. Carrion bir bağımsız oyundan aradığım özgünlüğü, eğlenceyi çok rahat bir şekilde karşıladı.
Büyük çoğunluğunu Polonyalı iki geliştiricinin yaptığı Carrion'ı ilk kez görenler için tanıtmak gerekirse kendisi 2D reverse-horror türünde bir yapım. 'Reverse-horror' ile korkan değil, korkutan tarafta olduğunuzu ima eden oyunda ahtapot benzeri görünüme sahip, birkaç ağzı ve gözü, onlarca dokunaca (tentacle) sahip bir yaratığı kontrol ediyoruz. Herhangi bir ismi olmayan bu yaratığı tarif etmesi biraz zor çünkü kendisi askeri bir üssün laboratuvarunda insan eliyle ortaya çıkmış.
İşte bu yaratığın tutulduğu hücreden kaçmasıyla oyunumuz başlıyor. Kendisi önüne gelen her şeyi dokunaçları sayesinde parçalayarak yoluna bakıyor. Sadece parçalamakla kalmıyor, eğer önüne çıkan insansa oyunun tabiriyle onları "tüketiyor" da. İnsanları tükettikçe boyut olarak giderek büyüyen yaratığımızın ne yapmak, nereye varmak istediğini anlamamız ise oyunun son saatine kadar çok belli olmuyor. Çünkü oyunda hikaye anlatımı yok denecek kadar az. Çok az da olsa insan olarak oynadığımız yerler var ama bunlar hikayenin ilerlemesine çok az katkı sağlıyor.
Hikayenin silik kalması kimilerimiz için istenmeyen bir şey olabilir ama bunun bilinçli olarak yapıldığı da aşikar. Çünkü oyunun en çok ön plana çıkartılan noktası oynanışta. Herkesin sizden korktuğu ve kaçtığı bir oyunda oyuncuya sizden gerçekten korkulduğu hissini vermeniz gerekiyor, değil mi? İşte bu garip ana karakterimizin esnek yapısı tüm oyunun isteklerini karşılayan anahtar rolünde. Dokunaçları sayesinde kendisini göstermeden hızlıca insanları kavrayıp onları tükettiği gibi diğer insanların da "Bir yerden gelip beni yakalayacak!" korkusuyla kaçıştığını görmek veya bir anda odaya dalıp herkesi parçalamak çok keyifli (Böyle bir şeye keyifli dediğime inanamıyorum.) İnsanlar sizin nereden nasıl geleceğiniz anlamıyor ve korkularını hissedebiliyorsunuz.
"Peki biz güçlü taraftayız. Herkesi parçala geç, böyle de bir süre sıkar ki?" diye akıllara kuşku düşmesi çok muhtemel. Evet yaratık insanları gördüğü gibi parçalıyor ama silahlara ve patlayıcılara karşı oldukça zaaf. Yani bir ortamda birkaç silahlı adam varsa, ki bazen drone'lar, lazerli turret'lar ve hatta autobot'lar bile olabiliyor, pata küte girişemiyorsunuz. Gizli bir şekilde teker teker avlamanız gerekiyor bu tarz durumlarda.
İnsanlar böyle önlemler alır da yaratık boş durur mu, durmaz tabii. Oyun askeri üs içerisinde geçtiği için çeşitli mekanları keşfettikçe yeni DNA'lar bulup onları kendimize enjekte ediyoruz. Her bulduğumuz DNA bize yeni bir özellik olarak geliyor. Bu özellikleri boyutumuzun durumuna göre kullanabiliyoruz. Görsel olarak sürekli değişsek de fonksiyonel olarak toplamda üç farklı boyut sınıflandırması var. Bu boyutlar bulmaca kısımlarında önemli bir göreve sahip. Aynı zamanda kombat anlamında da farklı düşünmenizi sağlıyor. Ama genel olarak büyük olmak hem canınızın daha fazla olması hem de sahip olunan özelliklerin gücü sebebiyle daha avantajlı.
Sahip olunan özellikler de oyunun konseptine oldukça uygun. Gizli olmak mı dersiniz, etrafınızda dikenler oluşturmak mı dersiniz, tüm dokunaçlarınızla karşı tarafa saldırmak mı dersiniz oynanışı oldukça eğlenceli hale getiren çok fazla özellik kazanıyorsunuz. Üstelik bunları stratejik olarak da kullanabiliyorsunuz. Mesela bir köşede ses yaparak askerlerin o tarafa bakmasını sağlarken siz arkadan onları kapıveriyorsunuz.
Karakteri kontrol etmesi de oldukça keyifli. Yaratık ahtapot benzeri bir yapıya sahip olduğu için her şekle girebiliyor. Dolayısıyla birçok yere kolaylıkla sığabiliyor. Gezerken dokunaçlarını sağa sola dokunarak ilerlediği ve gayet de hızlı olduğu için hem akıcı hem de tatmin edici bir durumla karşılaşıyoruz haliyle.
Bu akıcılığı bölüm tasarımlarında da başarmış Phobia Game Studio. Oyunun haritası bölümlere ayrılsa da aslında bir bütün. Her bölüm ise kendi içerisinde Metroidvania tarzı bir tasarıma sahip. Yeni özelliklere bölüm içerisinde sahip oldukça o bölümde de ilerlemek için yeni özelliği kullanıyoruz. Ancak bir bölüme defalarca kez gitmiyoruz, bir kez başlayıp bitiriyoruz orayı. Oyunda harita olmamasına rağmen ilerleyiş çok başarılı bir şekilde olmuş.
Ancak bu övgüyü bölüm çeşitliliği için söyleyemeyeceğim maalesef. Kombatı engelleyecek bir durum yok evet ama neredeyse tüm bölümler birbirine çok benziyor ve eğer iki hafta oynamayı bırakırsanız oyunda kaybolma olasılığınız var. Bu sabit mekanlar oyuncuyu bir süre sonra soğutabilecek de bir etmen. Bölümler içerisinde çok farklı şeyler de yapılmadığı için monotonlaşma söz konusu olabiliyor.
Görsel ve animasyon tarafında fena bir iş yapılmadığını düşünüyorum ben Carrion'da. Özellikle karakterin animasyonları çok doğal, hiç göze batacak bir durum yok. Keza müzikleri de yerinde kullanmış Phobia Game Studio. Genel olarak çok fazla bulunmasalar da gerilimi güzel bir şekilde hissettiriyor.
Özetlemek gerekirse Carrion altı saate varan oynanışıyla beraber taze bir deneyim olmayı oyun boyunca sürdüyor. Karanlık, kasvetli ve şiddet içeren yapısı korku atmosferini başarılı bir şekilde yansıttığı gibi aynı bölümlerde geziyormuşunuz gibi hissettiren tasarımı oyunun sonlarına doğru bir miktar can sıkıcı olabiliyor.
Başlıklar
Carrion, vaat ettiği "Korkutan sizsiniz." temasını çok iyi işlemekle birlikte sahip olunan yeni yetenekleri kombatın yanı sıra bulmacalara ve oyunun temasına da yedirerek özgün bir oyun olmayı başarmış.
- Özgün bir deneyim
- Karakteri kontrol etmek çok zevkli
- Devamlı yeni yeneteklerin gelmesi
- Hikaye yok gibi bir şey
- Sonlara doğru biraz monotonlaşması
- Bölümlerin birbirine çok benzemesi
Dost K. bu oyunu sever!
Can Sungur daha çok sever.Ard (g*t) yeme oyunu ne de olsa. :)