Görür görmez istek listeme aldığım bir oyundu Death’s Door. Zelda benzeri oynanışı, Dark Souls esintileri taşıyan atmosferi, izometrik kamera açısı… Üstelik başkarakterimiz sırtında kılıç taşıyan, Azrail rolüne bürünmüş bir kargaydı. Zihnimdeki “oyun beğenme kriterleri” kutucuklarını tek tek dolduruyordu âdeta. Ne mutlu ki beklentilerimi boşa çıkarmadı ve bu yıl oynadığım en keyifli bağımsızlar arasına adını yazdırdı Death's Door.
Ofiste sıradan bir gün…
Oyunumuz Azraillik görevini kargaların üstlendiği ve gizemli kapılarla fani dünyaya kanat açtıkları bir diyarda geçiyor. Ölümsüz varlıklar olan kargalar kayıt kuyut işlerinin gırla gittiği, sıkıcı bir ofisten yürütüyorlar görevlerini. Bizim kargamız ise henüz bir çaylak. Oyunun başında kendisinden büyük bir canavarın canını alması isteniyor. Ama tam işler yolunda gidiyor derken gizemli bir şahıs kafasına vurup ruhu çalıveriyor. Görev tamamlanmadığı için kapı açık kalıyor, kargamız ölümlü oluyor ve geçen her saniye tıpkı bizim gibi yaşlanıyor. Ne yapıp edip o ruhu geri alması lazım. Ama işler orada kalmıyor ve ölmemekte direnen üç büyük ruhun canını almak için kanatlarımızı sıvarken buluyoruz kendimizi.
Death's Door’da metruk bir mezarlıktan tutun da koca bir malikâneye dek çeşit çeşit mekânları geziyor, canavar güruhlarıyla savaşıyor ve topladığımız ruhlarla karakterimizin özelliklerini geliştiriyoruz. Savaşlar epey hızlı ve tatmin edici. Bir yakın dövüş silahımız, büyü gücümüz ve bir de takla atma yeteneğimiz var. Bunları etkin bir şekilde kullanıp üstümüze çullanan yaratıklarla çarpışıyoruz. Arada sırada Dark Souls’u aratmayan mini-boss’lar çıkıveriyor karşımıza. Dikkat etmezsek birkaç saniye içinde tüylerimizi yoluveriyorlar. Ama neyse ki ölünce bütün ruhlarımızı kaybetmiyoruz.
Aradığınız güç içinizde saklı değil Hayır efendim! Bilakis, Death’s Door dünyasının orasına burasına saklanmış gipgizli boss’larda saklı. Ateş büyünüz çok mu cılız geliyor? Kılıcınız yeterince güçlü değil mi? Ok ve yayınız iğne iplikten farksız mı? O zaman sizin ilacınız bu boss’ları bulup yeteneklerinize gizli upgrade’ler kazandırmakta. Tabii onları yenebilirseniz… Kızarmış kargayı pek bir seviyorlarmış duyduğumuza göre. Ühü! |
Etrafta keşfedilecek tonla gizem var. Bazılarına zekâmızı, bazılarınaysa sonradan kazandığımız yetenekleri kullanarak ulaşıyoruz. Ne yazık ki bulduklarımız genellikle can veya büyü gücümüzü arttıran kristallerden ibaret. Bazen de kargamızın hatıra olarak topladığı “parlak nesneler” buluyoruz. Yine de bunları aramak çok keyifli. Yan yollara saparsak dört tane de yeni silah ediniyoruz: Çift hançer, büyük kılıç, şemsiye ve çekiç. Ek olarak ateş büyüsü, bomba ve kanca atma özellikleri de kazanıyoruz. Bu sayede daha önce gidemediğimiz bölgelere erişebiliyoruz. Bu açıdan da Zelda havası taşıyor oyun.
Kurabiye ister misin canikom?
Death's Door’un en çekici yanı esprili havası. Ölümü konu almasına rağmen karşılaştığımız bütün karakterler son derece matrak. Kafasının olması gereken yerde çorba tenceresi taşıyan bir adam, vazolara kafayı takmış tonton bir nine, insan numarası yapan bir ahtapot bunlardan sadece birkaçı. Bölüm tasarımları gayet güzel. Boss savaşları yaratıcı ve eğlenceli. Piyano ezgileri içeren müzikler enfes. Tek şikâyetim ölünce ta en son kullandığımız kapıya ışınlanmak. Onca yolu defalarca tepmek, aynı yerlerden yüz kere geçmek bir yerden sonra fena can sıkıyor. Bunun haricinde epey keyif aldım oynarken. Mutlaka şans verin.
Başlıklar
12 saatlik, kesintisiz bir eğlence. İki kişinin yaptığına inanası gelmiyor insanın.
- Bazen esprili, bazen melankolik hikâye
- Akılda kalıcı karakterler
- Aksiyonu bol savaşlar
- Enfes piyano ezgileri
- Keşfedilecek onlarca gizem
- Aynı yerden yüz kere geçmek can sıkıyor
- Düşman ve silah çeşitliliği daha iyi olabilirdi
- Sesler bazen tekliyor