Post-Apokaliptik Bir Nükleer Makale
Devamını okuBir oyun düşünün ki uzun soluklu bir serinin yeni ve uzaktan hayli ümit vaat eden bir ayağı olsun, eski oyunlardan en azından birini çok seviyor olun ve tüm sinyaller de iyi yönde olsun. Ve oyun çıktığında şöyle bir 8-10 saatten sonra başına oturasınız dahi gelmesin. İşte benim Star Ocean: The Divine Force’da yaşadığım tam da bu oldu dostlar.
Oyunlar üzerine yazmanın dezavantajlarından birisi de oyunu sevmeseniz bile onun yazısının sorumluluğunu üzerinize aldığınızda öyle ya da böyle oynayıp yazısını teslim etmek zorunda oluşunuz. Öyle “Ya ben bunu sevmedim oynamıyorum” yapma şansınız pek yok. İşte serinin 25. yılını kutlayan SO:TDF’u da ite kaka 25 saat kadar oynadım ama bitiremedim, bitirmeye de niyetim yok, keza başında nasılsa sonunda da öyle büyük bir değişime uğramayacak olan bir yapım olduğunu daha ilk 7-8 saatinde belli etmişti kendisi.
Ha bu konuda tecrübeme de güvenebilirsiniz zira 1998’de ilk Playstation’ın sahibi olduğumdan beri sayısız JRYO oynadım ve The Divine Force’u ilk açtığımda o yıllara geri döneceğim aklımın ucundan bile geçmemişti. Bu arada yanlış anlaşılmasın 90’lı yıllar JRYO’ların altın çağıydı desem abartmış olmam ve o zamanlara öykünmekte de bir sorun yok. Lakin o zamana özgü ruhu ve tasarım tercihlerini Star Ocean’ın kesinlikle yansıtamadığını düşünüyorum son kullanıcıya. Hani zaten oyunu açtığınızda bu uyumsuzluk ilk etapta gözünüze bir batıyor. Açık araziler örneğin PS4-5 ayarında doyurucu bir görsellik sunarken şehirlere geldiğinizde asla günümüz standartlarına uymayan, bol kopyala yapıştıra maruz kalmış ve yer yer kasan ortamlarla karşılaşıyoruz ki benzerlerini de PS2-3 zamanlarından bolca görmüşlüğüm var.
Bu tutarsızlık yüksek poligonlu ama aşırı klişe tasarımlı karakterlerimize de yansımış, onların da görünüşleri 90’lardan kalma ama bir şekilde modern bir ışıklandırmaya da sahipler. Öyle hibrid, tam olamamış tipler hepsi maalesef. Ana karakterlerden Raymond’ın berbat saç kesimiyse oyundaki karakterlerden tek akılda kalan detay belki de (ki konsept çizimlerde elemanın saçı epey havalı duruyor, modelleme ekibi becerememiş resmen). Madem karakterlerden dem vurdum biraz da öyküye vuralım da eksiğimiz kalmasın.
Bir gecede JRYO’larımızdaki eşya tanımlarını okuyamaz olduk!
Öncelikle ben bu oyundaki altyazıları zorlukla okuyabildim (ki 55” duvara monte bir ekranda yaklaşık 2,5 metre uzaktan oynuyorum oyunları). Eşya, beceri, yetenek ağacı tanımlarınıysa hiç okuyamadım. Böyle bir problemi çoğu oyunda yaşamadığım düşünülürse Star Ocean’ın yazı boyutlarının ne kadar küçük olduğunu varın siz düşünün. Ee milletin forumlarda orada burada “Büyütün şu yazıları!!!” diye ağlamasına rağmen bunu büyütmek için bir ayar da konulmamış zaten. Ne tri-Ace ne de Square Enix bu işe uğraşmadı oyun çıktığından beri. Bunun beni ne kadar ittiğini, oyundan soğuttuğunu tahmin edersiniz.
Yazıları okuyamıyoruz diye İngilizce dublaj açtım mecburen orada da sallantılı ama kötü olmayan bir dizi performansla karşılaştım. Örneğin iki ana karakterimizden erkek olan Raymond’ın dublajı kulağa gayet hoş gelirken Prenses Laeticia’nın seslendirmesi 2000’lerin başlarındaki anime seslendirmelerine benzer şekilde kulağımı tırmaladı.
Hafiften hikâyeden de bahsedersek bu Raymond kardeşimiz bir uzay maceracısı ve çeşitli getir götür işleri yaparken bir gün bir saldırıya uğruyor gemisi ve teknolojik olarak geri bir uygarlığın gezegenine zorunlu iniş yapmak zorunda kalıyor. Mürettebatını aramaya çıktığı yolculukta ormanın ortasında tesadüf bu ya ülkenin prensesi ve özel korumasıyla karşılaştığı anda (çünkü neden olmasın?) eline kılıç tutuşturuluyor ve o da bir JRYO kahramanına yakışanı yaparak hemen kesişe başlıyor. Öte yandan başlangıçta Laeticia’yı seçerseniz de daha fantezi soslu bir macera sizi bekliyor. Ayrıca ikiliye katılan grup elemanları da kimi seçtiğinize göre değişebiliyor. Hani güzel düşünülmüş bir özellik aslında ve tekrar oynanabilirliği de destekliyor ama bu kadar klişelerle dolu bir oyunu tekrar oynamak ister misiniz o bir soru işareti.
Ekip tabii zamanla genişliyor ama klişeler orada da bizi buluyor. Şirin şebel ve sürekli eli kolu hareket ederek konuşan anime kızımız, yaşlı ağır abimiz, soğuk nevale ama sıkı dövüşen hatun kişimiz, robot kızımız falan derken şimdiye kadar çıkmış tüm JRYO’larda illaki birisine rastlayabileceğiniz bu arketip karakterler paket halinde emrimize amade oluyorlar. Hikâye gereği bazen partimiz sınırlanıyor ki hep tek bir gruba odaklanmayalım. İyi, hoş lakin tri-Ace kardeş bu kadar mı yaratıcılıktan yoksunuz yahu? Bu kadar mı klişelere batmak zorundaydık?
İnsanların burun kıvırdığı Final Fantasy XV, bu yılın gizli cevherlerinden Triangle Strategy, çok sağlam bir remasterı çıkan Live A Live ve yakında çıkacak olan Eiyuden Chronicles bu karakter konusunda o kadar başarılı ve yenilikçi işler ortaya koydular ki Star Ocean’ın yaklaşımı daha bile gözüne batıyor insanın. Buna karakterlerde kesinlikle olmayan dudak senkronunu, tuhaf tuhaf animasyonları ve ilkokul müsameresi tadındaki sunum anlayışını da eklediğinizde acayip tatsız bir ortam oluştuğunu tahmin edersiniz. Elbette öykü açıldıkça dünya genişliyor ve olaylar bir nebze daha çekilir bir hal alıyor, hatta bol bol pandeminin etkilerini de hissediyorsunuz, ilginç fikirler de var oyunda ama itiyor da itiyor işte oyuncuyu bahsettiğim tutarsızlıklar. Yoksa oyunun müzikleri güzel, akıcı ve zevkli düşünülmüş dövüş sistemi ve dünyada dolaşma serbestliği gayet de iyi. De yetmiyor işte.
Bir öyle bir böyle…
Dövüşlerde hareketleri sürekli dolup boşalan bir AP barı sayesinde yapabiliyoruz ve tuşlara atadığımız komboları buna göre ayarlamak elzem oluyor. Yine başlarda sırtımızın üzerinde konuşlanan ve dilediğimiz yere uçmamızı sağlayan robotumuz da bize dövüşlerde avantaj sağlayan uçmalı kaçmalı hareketler yapmamızı sağlıyor. Bunlar gayet güzel. E düşmanlar da sıradan ama bol çeşitli hazırlanmışlar en azından (yine de bir Xenoblade Chronicles 3 kalitesinde değiller tabii) ve oyalıyorlar iyi kötü. Ama burada da şöyle bir şüpheye düşüyor insan “Yahu ben button mapping mi yapıyorum yoksa button mashing mi yapıyorum?” diye. Çünkü siz tuşlara ince ince hangi yeteneği ayarlarsanız ayarlayın savaşların harala gürelesi içinde ne yaptığınızı biraz kaybediyorsunuz gibi. Bunda bol efektli alacalı bulacalı görselliğin etkisi büyük.
Oyun bu modern teknoloji ve eski kafa dizayn anlayışı içinde sıkışmış ve potansiyelini tam ortaya çıkartamamış gibi geldi bana. Zaten daha ilk kasabanın ilk yan görevi çatıdan kedi kurtarma olduğu için dedim ki “Tamam demek ki sonunda da kesin evreni tanrısal güçte bir varlıkta kurtarıyoruzdur” yanılmadığımı da gördüm sonradan izlediğim final sayesinde. Hani JRYO bu mudur arkadaşlar sadece ya? Ne bileyim bir Tales of Arise ne kadar sürükleyici ve iyi yazılmıştı, Xenoblade Chronicles 3 ne kadar ölçekte genişken samimiyeti ve gerçekçiliği elden bırakmıyordu veya Triangle Strategy’nin ortasından sonraki hikayesi ne kadar muazzam ilerliyordu. Bunlardan hiç mi feyz alamadın ey tri-Ace? Zaten Valkyrie Elysium’u deneyimsiz bir şirkete vererek kalbimi bi’ kırdınız Star Ocean’ı da tahammül edilemeyecek sıkıcılıkta yapmak mıydı onun bedeli? Peki Square Enix’e ne demeli? Geçen yıl içinde belki 50 oyun çıkardılar, arkalarından bakınca en fazla 5 tanesini sayabiliyorum ki onların da 3 tanesi remaster zaten. Kuzum sizin derdiniz nedir, şunlara biraz daha geliştirme süreci ayırın, biraz pişsin oyunlar. Yani bu kadar seri üretim ortaya oyun kusmayın, kalite düşüyor. Şimdi yolda Forspoken ve FF XVI var onların iyi çıkması yüksek olasılık olsa da insan bir şüpheye düşmüyor değil. Bir numaralar dönüyor Square’da ve sonu hayra alamet değil belki bu yıl içinde anlarız dönen dümenleri.
Serinin tabutuna son çivi (mi?)
Ben bu saatten sonra bir daha başka bir Star Ocean oyununa elimi sürmem çok çok yenilikçi ve iyi görünen bir oyun olmadığı sürece; size de dev JRYO açlığınız yoksa önermem. Hani Divine Force da bütünüyle sıkıcı bir oyun olmasa da gerek demode tasarım tercihleri gerek tutarsız yapısı ve karınca duası boyutunda fontları olsun beni bir itti ki kendinden hiç sormayın. Hani bunu oynayacağım yerde Midnight Suns’a daldım sürekli ve zorlayarak da olsa bu yazıyı yazabildim. Üzdü açıkçası bu durum beni ama yapacak bir şey yok, bari Tactics Ogre falan oynayayım da keyfim yerine gelsin napıyim…
Başlıklar
Uzun soluklu serinin bu yeni ayağı klasik bir yapıya dönüş yapıyor yapmasına ama bu tercih doğru mu ondan şüpheliyim.
- Fena bir özgürlük sunmayan açık bölgeleri dolaşmak keyifli
- Savaşlar hızlı ve fazla uzamadan bitiyor
- Yetenek ağacı ve dövüş becerileri bol çeşit sunuyor
- Görsel olarak ortalamanın üstünde seyrediyor
- Müzikler hiç fena değil
- Dual Sense kullanımı tatminkâr
- Klasik JRYO tadını özleyenlere birebir…
- ...ama özlemeyenler sağdan devam etsin
- Karakter tasarımları ve grafikleri inanılmaz demode
- Ara sahnelerde dudak senkronu kesinlikle yok
- Yer yer kasılmalar yaşanıyor
- Yine ara sahnelerdeki karakter animasyonları saçma sapan
- Hikâye sunumu vasat
- Yazı fontları ÇOK küçük
- Mekaniksel olarak hızlı eskiyor
- Oyunda genel bir ruhsuzluk mevcut