Covid-19’dan çok daha korkunç, enfekte olanın kurtulma şansı olmadığı bir salgın... Hastalığa bağışıklığı olan tek kişi, insanlığı bu salgından kurtaracak olan aşının üretilmesi için bir umut, ama bu kişi aynı zamanda kaybettiğiniz kızınızın yerine koyduğunuz Ellie. “Aşıyı üretmek Ellie’yi öldürecekse, o zaman geri kalan insanların canı cehenneme...” Böyle düşünüyordu Joel. Peki sizin için biricik olan, dünyadaki tüm insanlardan daha önemli midir? Tek kişinin canına karşılık tüm insanların canını feda edecek olsanız, o tek kişinin kim olduğu fark eder mi...?
Joel ve Ellie’nin içimizi ısıtan hikâyesinin üzerinden tam 7 yıl geçti. Üst üste gelen ertelemeler, çeşitli tartışmalar derken, daha çıkmadan bol bol konuştuk The Last of Us Part II’yi. Sonunda o gün geldi çattı ve günlerdir içimde zar zor tuttuğum haykırışı yokuş aşağı, dolu dizgin bırakıyorum izninizle: Bu nasıl oyun Naughty Dog!? Evet, ayrıntılarda kaybolmadan önce, benim gibi yıllardır bu oyunu yana yakıla bekleyen herkese en baştan belirteyim, karşımızda yepyeni, ışıl ışıl parıldayan bir başyapıt var arkadaşlar.
İlk oyunun açılışı kadar vurucu olmasa da, yine gayet duygusal bir şekilde açılıyor oyun. Aradan 5 yıl geçmiş, ikilimiz hâlen Jackson’da yaşamakta. Jackson, vahşi batı kasabalarına benzeyen, bayağı huzurlu bir yer. Burayı biraz gezdikten ve etraftaki ayrıntılara hayran kaldıktan sonra Ellie ve Dina ile birlikte göreve çıkıyoruz ve hikâyemiz başlıyor. Naughty Dog, hikâye anlatımını arşa çıkarmak için maalesef bu yazıda bahsedemeyeceğim çeşitli riskler almış, ama bana kalırsa buna değmiş. Zira öyle muhteşem bir hikâye sunumu var ki, her şeye başka bir gözle bakıyor, kelimenin tam anlamıyla duygudan duyguya sürükleniyorsunuz. İlk oyundan ve Uncharted serisinden Naughty Dog’un hikâye anlatımındaki ustalığına zaten aşinayız ama, bu sefer çıta iyice yükselmiş. Dolu dizgin giden hikâye aralarında geçmişten sekanslar da oynuyoruz. Bu sekansların zamanlaması o kadar iyi ayarlanmış ki, yoğun bir çatışmadan veya stres dolu bir kovalamacadan sonra nefes almamızı sağlıyorlar. Ayrıca bir çoğuna, yüzümde koca bir sırıtışın ya da bir damla yaşın da eşlik ettiğini belirteyim. Tekrarlamaktan bıkmayacağım, o halde bir kez daha: Hikâye anlatımı arşa çıkmış durumda. Yolculuğumuz boyunca sadece Ellie’nin değil, birçok yan karakterin de hikâyesine tanık oluyoruz üstelik.
Çatışmalardaki akıcılık bambaşka bir seviyede
Oyunun tepelerde gezinen bir diğer noktası ise çatışmalar. İlk oyuna göre devrim niteliğinde bir yenilik yok, oynanışın temeli aynı, ama zaten sapasağlam olan temeli hiç bozmamış ve üzerine koymuş Naughty Dog. E3 2018’de gösterilen oynanış fragmanında “bu çatışmalar doğal olabilir mi” demiş, önceden hazırlanmış (scripted) olmasından korkmuştuk hatırlarsanız. Ama orada gördüğümüz çatışmaların onlarcası oyunda aynı şekilde mevcut. Yeni eklenen kaçınma ve yere yatma olanakları ile çatışmalar ilk oyuna göre çok daha fazla çeşitlenmiş ve zenginleşmiş. Hatta her şey o kadar organik gelişiyor ki her oynayışınızda farklı çatışmalar yaşayabilirsiniz. Düşmanlar sizi gördüğü anda “eve kaçtı, çalılara saklandı” diye hemen diğerlerine haber veriyorlar, oradan kaçmazsanız sizi sıkıştırıyorlar. Sizi kaçarken görürlerse “şu tarafa gitti” diye gittiğiniz yönü söylüyorlar, arabaların altına bile bakıyorlar, öldürdüğünüz kişinin ismini haykırıyorlar.
Evet artık her bir düşmanın bir ismi var, isimsiz ve duygusuz, öldürmeniz için programlanmış objeler değiller. Arkadaşı ismini haykırdığında, etrafta notlarını bulduğunuz birini öldürdüğünüzü fark ediyorsunuz mesela. Bu da oyunun karanlık ve vahşet dolu havasını ikiye katlıyor. Bir de köpekler var ki, sormayın gitsin... İzinizi ve kokunuzu algılayarak saklandığınız yerde bile sizi tespit edebiliyorlar, bu yüzden köpekli düşmanlardan kaçmak daha da zor, zira köpekleri öldürmek istemeyeceksinizdir eminim (insan öldürmekte sorun yok canım :P).
Zaten şimdiye dek yayınlanmış resmi oynanış videolarından görmüş olmalısınız, ama 1 dakikalık çatışma örneğini yazıya dökerek anlatmaya çalışacak olursam şöyle bir şeyler çıkıyor: Birinin kafasına baltayı geçirip, diğerini -savurduğu baltadan hızla eğilip kaçınarak- çift namlulu tüfeğinizle delik deşik ederken, size doğru koşmakta olan başka bir düşmanı üstüne şişe atarak sersemletip, yaptığınız öldürücü vuruşun ardından yayınızı uzaktaki düşmana doğru geriyorsunuz. Bütün bunlar oyun içerisinde o kadar akıcı şekilde gerçekleşiyor ki, burada uzun cümleler kurarak yaşattığı etkiyi anlatabilmem mümkün değil. Animasyonlar, grafikler ve ses efektlerinin muhteşemliğiyle de gerçekçilik tavan yapıyor bu çatışma anlarında. Böylece öldürüş biçimleriniz de ister yakından olsun ister uzaktan, gayet tatmin edici hissettiriyor. Katil Ellie değil de siz oluyorsunuz sanki, suç aletiniz ise gamepad (oynarken içimden gerçek bir vahşinin çıkmasına tanık oldum desem yeridir)... Vahşet düzeyi ilk oyuna göre çok daha fazla ve kimilerine rahatsız edici boyutlarda gelmesi de mümkün. Çatışmalar dışında, Uncharted serisini aratmayacak derecede nefes kesici aksiyon sekansları da mevcut.
Ellie, 14 yaşındaki haline göre çok daha çevik ve acımasız, tam bir ölüm makinesi olmuş. Yetenekler, ilk oyundan farklı olarak kategorilere ayrılmış ve her kategoriyi açmak için etraftan bulacağınız dergiler gerekiyor. Tek oynayışta bütün yetenekleri açabilmeniz mümkün değil, o yüzden oyun stilinize göre seçim yapmalısınız. Silah geliştirmeleri de artık daha çeşitli ve işin güzel tarafı, eklediğiniz her parça elinizdeki veya sırtınızdaki silahlar üzerinde gözüküyor. Tabancanın ucuna susturucu niyetine taktığınız pet şişe muazzam bir detay örneğin.
Keşfetmek her zaman bu kadar güzel miydi?
Keşfedecek alanlar ilk oyuna göre çok daha geniş. Bazı yerlerde atla geziniyoruz hatta. İç mekanlardaki ayrıntıların güzelliği, malzeme ve toplanabilir eşya bulmak için yaptığınız gezintileri büyük bir keyfe çevirmiş. Kapısı kilitli bir odaya girmek için alternatif yollar aramak birçok oyunda karşılaştığımız bir şey olsa da, artık atmosferden midir, animasyonların akıcılığından mıdır, burada bambaşka bir zevke dönüşüyor. Özellikle camları kırmak o kadar rahatlatıcı ki, gerekli olmasa da defalarca cam kırdığımı itiraf etmeliyim (özellikle karantina günlerinde birçoğumuzun normal olmadığını hatırlatayım). Etrafa dağılan cam kırıkları üzerinde yürürken çıkan sese kadar öyle ince ayrıntılar düşünülmüş ki, her biri hayranlık verici. Bulduğunuz mektupların ve notların hepsi ayrı bir hikâye anlatıyor. Özellikle çürümüş cesetlerin yanında bulduğunuz notlar bayağı iç parçalayıcı olmuş.
Artık hareket çeşitliliğimiz de daha fazla. Dar yerlerden geçebiliyor, karşıdaki bir platforma atlayabiliyor ya da halat kullanarak belli başlı yerlere ulaşabiliyoruz. İlk oyuna benzer şekilde, belli bir yere ulaşabilmek için çözmemiz gereken bazı bulmacalar da mevcut. Yeri gelmişken, oyunun çok çeşitli seçenekleri olduğunu da belirtmem gerek. Bulmacaları atlayabilme, çatışmaları kolay hale getirmek için yatar halde görünmez olma, arkadan düşman yaklaşamaması, yüksek yerden düşmemek için uyarı sesleri gelmesi gibi oynanışı kolaylaştıracak seçeneklerin yanında komut göstergelerini açıp kapatma, altyazı rengini değiştirme, sesin geldiği yönü gösterme gibi bir dolu görsel ayar da bulunuyor. Bütün bunların yanında, görme ve işitme engellilerin de oyunu rahatça oynayabilmeleri için bir dolu erişilebilirlik seçenekleri sunulmuş.
İlk oyunda yakından tanıdığımız hastalıklı çeşitlerine yeni bir tanesi daha eklenmiş: Shambler (Aksak). Bu fazla gelişmiş yeni yaratığımız, yanına yaklaştığımızda üstümüze bir güzel asit püskürtüyor, bir de öldüğünde patlıyor, aklınızda olsun. Ama hastalıklılardan çok, insanlarla savaşıyoruz aslında. Ateşböcekleri (Fireflies) dağılmış, ama yeni bir grup (WLF) ve bir de tarikat (Seraphites) ile uğraşacağız, ki bu iki topluluk da birbiriyle savaş halinde. İnsanlar oyunun vahşi arka planına oldukça uygun olacak şekilde, ilk oyuna göre iyice yozlaşmış ve çıldırmış haldeler.
Hikâyenin büyük bölümü Seattle’da -daha doğrusu Seattle’dan geriye ne kaldıysa orada- geçiyor. Geniş ormanlar, yıkık binalar, tüneller, eski devlet binaları gibi çok çeşitli ortamlarda geziniyoruz. Özellikle hastalıklıların gezindiği mekanlarda atmosfer korku oyunlarını aratmıyor gerçekten. Fenerinizin ışığıyla nefesinizi tutmuş ilerlerken, bir anda kulaklarınızda çınlayan çığlıklar ya da üstünüze çullanan hastalıklılar sağolsun, gamepad’in titremesine gerek kalmıyor. Birçok yerde sessizce ilerleyip düşmana görünmeden kaçmak da mümkün bu arada, ama o zaman etrafa dağılmış toplanabilir eşyaları, malzemeleri es geçmek zorunda kalmış oluyorsunuz. Ben her bir köşeyi arayarak oynadığım halde görmediğim birçok şey olmuş mesela, ama artık onları toplamak da ikinci (ya da üçüncü) oynayışa kaldı :)
Duygu yoğunluğumuz iyice artsın: Günlük ve gitar
Geçen 5 yılda Ellie’nin çizim yeteneği bayağı gelişmiş ve gitar çalmayı da öğrenmiş. Etrafta gördüğü şeylerin resimlerini çizdiği ve duygularını aktardığı bir günlük tutuyor (Red Dead Redemption 2’de Arthur’un günlüğü gibi). Günlüğü okudukça Ellie’nin duygularını gösterme konusunda ne kadar ketum olduğunu da görüyoruz. Yazdığı şiirlerle, kimseyle paylaşmadığı korkuları ve kabuslarıyla aktarılan Ellie’nin iç dünyası ile hikâye arasındaki paralellik de takdire şayan. Gitar çalma sekansları ise oyunun karanlık atmosferi içinde ateşböcekleri gibi parlayan, apayrı bir güzellik olmuş. Akor seçip touchpad’e dokunarak gitarı istediğiniz gibi çalabiliyor ve oyun boyunca ihtiyaç duyduğunuz huzura kavuşabiliyorsunuz (İnternette Ellie’nin çeşitli şarkıları çaldığı videolar görmemiz yakındır).
PS4 Pro’da birkaç kez ani fps düşüşü dışında herhangi bir teknik sorun yaşamadım ve bug’a da rastlamadım. Artık bazı oyunlarda uzay mekiği gibi ses çıkarmaya ve fazla ısınmaya başlayan makine, TLoU 2’yi çalıştırırken püfür püfürdü. Neslin son oyunlarından biri olmasına ve grafik gücüne rağmen teknik olarak sorunsuz olması da ayrı bir başarı olsa gerek.
Biraz da dikenlere gelelim öyleyse. Oyunda Türkçe altyazı ve dublaj mevcut, ancak ben çeviriyi pek başarılı bulmadım, birçok yerde hatalı çeviriler gözüme çarptı. Yine de Türkçe oynamak büyük bir ayrıcalık tabii ki, ama çeviri daha özenli olabilirdi. Bir de ilk oyunda da aynı olan ama artık gözümü tırmalayan şu ilk yardım animasyonu artık farklı olsaydı keşke. Yani her yaralandığımızda kolumuzdan yaralanamayız herhalde değil mi? Ama her seferinde kolumuzu sarıyoruz. Hani “bunu mu buldun takacak” diyebilirsiniz, ama bu kadar kaliteli bir oyunda bu artık biraz çağdışı geliyor. Bunun dışında ne kadar düşünsem de oyuna dair hoşuma gitmeyen bir şey bulamıyorum.
The Last of Us Part II, oyun oynamayı neden bu kadar sevdiğimi her dakikasında bana tekrar tekrar anlattı. Yaklaşık 30 saat sürdü (ilk oyunun süresi 12-16 saat arasıydı bu arada) ve bir 30 saat daha olsa seve seve kabul ederdim, doyamadım, bitirdikten sonra boşluğa düştüm, hafızamı sildirip tekrar oynama planları yapıyorum hâlâ. Son olarak; internette hikâye hakkında bazı dedikodular duymuş ve çeşitli sebeplerle yapımcılara veryansın edenlerdenseniz, sizlere tek bir şey söylemek istiyorum:
Oyunu kendiniz deneyimleyin. Oynayın/izleyin ve kendiniz karar verin. Hikâyenin bazı kısımlarını yalan yanlış, bölük pörçük öğrenmek ve oyunun tamamını deneyimlemek arasında çok büyük bir fark var. Oyunun hissettirdiği tüm duyguları oynayarak yaşayın ve kararınızı parçalara değil, bütüne göre verin. Çünkü karşımızda, son yıllarda yapılmış en iyi oyunlardan biri duruyor. Kapanan nesle bir saygı duruşu adeta.
Başlıklar
Yıllarca unutulmayacak muhteşem bir deneyim
- Duygudan duyguya sürükleyen muhteşem hikâye sunumu
- Akıcı oynanış ve organik gelişen çatışmalar
- İlk oyunun mekanikleri olduğu gibi korunarak üstüne fazlası konmuş
- Grafikler, animasyonlar ve atmosfer harika gözüküyor
- Sesler ve müziklerin de aşağı kalır yanı yok
- Gitar çalıyoruz!
- Türkçe dublaj ve altyazı...
- ...Ama çeviri daha özenli olabilirdi
- İlk yardım animasyonu mantıken çağdışı kalıyor