Anlatma, göster.
Devamını oku
Bu yazı daha önce Oyungezer Dergisi'nde yayınlanmıştır.
Oyunların içindeki hikâyelere kendini kaptıran insanlardanım. Oynanışa da önem veriyor olsam da asıl deneyimi hikâyede ararım, bir oyunu diğerinden ayıran şeyin, sunduğu yaşam kesiti olduğunu düşünürüm.
Çoğu zaman “Neden?” diye soruyorum, “bu oyun neden var? Neyi anlatmak istiyor? Bana nasıl bir his vermenin peşinde?” Bu soruları aynı şekilde Batman: Arkham Origins’e de sordum ve ne yazık ki aldığım cevaplardan mutsuzum.
Yapımcı firma Rocksteady’nin elinden alınan ve Warner Bros. Montreal tarafından yapılan bir oyun olduğunu biliyorsunuzdur Arkham Origins’in. Oyunu eğer ki çok beğendiğiniz bir serinin yeni oyunu olarak oynamaya kalkarsanız canınız çok acıyacaktır. Evet, adında Arkham var. Evet, Rocksteady’nin kullandığı mekanikler üstüne kurulu. Evet, oyundaki görsel tasarım ve harita Arkham City kokuyor. Ama böyle değerlendirirseniz, Arkham Origins ortalamayı geçemeyecek bir oyun. Çünkü zaman çizgisi olarak da, karakterler olarak da, ekipmanlar olarak da ait olduğu yere oturmuyor. Sırıtıyor.
İşte bu nedenle Arkham Origins’i yeni bir serinin ilk oyunu gibi ciddi bir ünvanla, ya da belki Rocksteady’nin yaptıklarına iliştirilmiş bir bakış açısı olarak tanımlayabilirsiniz. O zaman, ibre biraz daha artı yöne kayıyor. Elimizdeki ürüne bir anlam yükleyebiliyoruz. Ama bir dereceye kadar.
PEKİ SAYIN HİKÂYESEVER
Batman: Arkham Origins, aslında şahane bir grafik roman olabilirmiş. Oyunun teması, zamanı işleyişi ya da karakter betimlemeleri hep bir çizgi roman havasında. Aslında bu iyi bir şey. Yalnız bu bir “oyun” olunca, bazı şeyler sırıtıyor. Çünkü bir oyunun zaman akışıyla bir çizgi romanın zaman akışı, daha doğrusu tematik olarak bu zamanı işleyişi değişkenlik gösteriyor.
Arkham Origins, bu konularda çizgi roman mantığına sırtını yaslıyor. Bildiğiniz üzere oyun, tümüyle bir gecede geçiyor. Yılbaşı arifesinde. Black Mask’in Batman’in peşine taktığı sekiz farklı kiralık katilden kurtulmanın peşindesiniz. Birkaç yan göreve bulaştığınız takdirde rahatlıkla 12-14 saate uzayabilen bu süreç, tümüyle tek bir gece işte. Merak etmeyin, yakınmak adına her türlü noktayı tek tek eşeleyecek değilim. Ama Gotham’da yılbaşı arifesi denince gözünüzün önüne gelen o şahane resim var ya, işte öncelikle o resmin içindeki insanları siliyor Origins. Bankada çalışan birkaç kişi, otelde görevli birkaç kişi var. Onun dışında bomboş şehir. Çizgi roman karesi gibi, ama 12 saat boyunca aynı kare. Alışveriş yapan yok, kartopu oynayan çocuklar yok, şehir şehir değil de suçlular parkı sanki.
Yazının başında bahsettiğim sıkıntı bu işte. Arkham Origins’i diğer iki oyunun parçası saydığınız vakit Rocksteady’nin işleriyle çelişiyor.
İki oyunda da suçluların yuvasına saldıran Batman anlamlıyken, burada oyunun varoluşu harita ile bağdaşmıyor. “Bu insanlar nerede?” diyorsunuz, cevap yok.
Neyse, biz hikâyemize dönelim. Sekiz katilin peşimize takıldığı bir yılbaşı arifesindeyiz. Bu noktada, Batman iki yıldır görev başında. Kendi deyimiyle “Suçluların silahları ateşlemeden önce iki kere düşünüyor olmalarının” sebebi o. Yalnızlığa alışmış durumda Bruce. Alfred bile Batman olduğundan beri onunla iletişim kurmakta zorlanıyor. Ama bu uzun gece, sadece Arkham'daki dengelerin değil, bu yalnız kurt kimliğinin de çözümleneceği gece.
Başından sonuna kadar derli toplu, karakterleri iyi işlenen senaryo başarılı. Ona laf etmem. Bugüne kadar sızdırılan bilgilere rağmen oyundaki hikâyenin bizi şaşırtabilmesini ise ayakta alkışlıyorum resmen. Zaten senaryo bir noktada oyunun tüm kontrolünü ele alıyor ve sizi içine çekmeye başlıyor. Tam o anda bunun gerçekten bir başlangıç hikâyesi olduğunu anlıyorsunuz. Burada tadını kaçırmayacağım, eğer oyunla ilgileniyorsanız da çok fazla senaryoya dair içerik okumayın derim. Çünkü tam oyundan umudumu kesmek üzereyken imdada yetişen bu kritik anın sizin için de kurtarıcı olabileceğini düşünüyorum. Üstelik güzel haber; sonrasında başka hayal kırıklığı yaşamayacaksınız.
BUNUN BİR DE OYNANIŞI VAR
Ama bu güzel senaryoyu yutabilmek için yanında oynanışı da kabul etmemiz gerekiyor. Eğer ki daha önce çıkmış Arkham oyunlarını oynadıysanız, FreeFlow dövüş mekaniğini bilirsiniz. Rocksteady’nin ilk oyunla çıkardığı bu dövüş sistemi gönüllerde taht kurmuştu. İki oyunu da oynamış birisi olarak, ilk oyunun yarısında havanın sönmeye başladığını, Arkham City’de ise artık kendisini aşırı derecede tekrar ettiğini düşünenlerdenim ben.
Arkham Origins’e geldiğimizde, WB Montreal’in oyuna tek bir tuğla bile koymamış olduğunu görmek üzücü.
Tamam, birisi zırhlı diğeri ise yakın dövüş ustası iki adam daha katılmış ortama ama bunu gelişmeden sayıyor musunuz siz? Ben saymıyorum. Kalkıp her şeyi önceden yapılmış haliyle aktardıktan sonra eklenen iki farklı adama “vuuuu çok havalı” diyemem, üzgünüm.
Tamam, "iyi olanı tamir etmeye gerek yok" diyelim. Peki önceki oyunlarda olan sorunlar? Batman hâlâ tek adımla 10-15 metre ileriye gidebiliyor. Adamdan adama sıçrarken mesafesi hâlâ Arkham City’deki kadar uçuk. “Buna mı takılıyorsun?” Evet, takılıyorum. 5-6 metreye sesim çıkmaz, çıkmıyor da. Omuzların üstünden sıçramakta bir sıkıntım yok. Ama Rocksteady’den alınan temelin bile net incelenmemiş olması dev bir hayal kırıklığı.
Oyunun bir de boss dövüşleri var. Arkham serisi zaten hiçbir zaman boss dövüşleri ile nam salan, kalitesini bu noktada konuşturan bir oyun olmadı. Arkham Origins de farklı değil. Burada bir senaryo parantezi açacağım ve karşımızdaki sekiz katilin tek bir noktaya sıkıştırılmadığını sızdıracağım. Bu bir anlamda iyi, bir anlamda da kötü bir tercih. İyi çünkü oyunun ana senaryosu bittiğinde “Eh işte, herkesi gördüm, dövdüm, postaladım” demiyorsunuz. Devam etmek, Gotham’ı araştırmak için sebebiniz oluyor. Kötü haberse, boss dövüşlerinde tekrarlara maruz kalıyor olmanız. İsmini vermeyeceğim bir arkadaşla üç kere dövüşüyorsunuz ve bu dövüşlerden ikisi aynı mekanikler üstüne kurulu. Diğer dövüşlerse yüzeysel.
Yalnız Arkham Origins, yüzeysellik konusunu biraz abartmış. Kontrollerin sol ve sağ fare tıklamasına kadar indirgendiği bir boss dövüşü bile var oyunda. Ama ekrana baksanız yeri gök inliyor sanırsınız. Savrulan ekipmanlar, bloklanan vuruşlar... Matrix’in dojosunda gibi hissediyorsunuz kendinizi. Halbuki her şey kendi kendine oluyor. Doğru zamanda “counter”a basıp doğru zamanda saldırıyoruz. Bu kadar. Sağa sola kaçarsak da "ustalık" katmış oluyoruz işin içine. Bir de sadece düşman sayısının daha fazla olduğu, sadece daha uzun sürdüğü için farklı olduğunu zannetmemiz gereken bir boss kapışması var. FreeFlow işini iyi yaparken, neden bu basitleştirme? Bu soruya da cevap bulamıyorum. Her boss dövüşü böyle değil ama oyunun tepe noktaları diyebileceğimiz bu anların bile yer yer budanmış olması yeterince rahatsız edici.
Oynanışın sıradanlıkları yine senaryo ile ilişkilendirildiğinde iyi şeyler de sunuyor. Reklamı pek yapılmayan bir düşmanın size sunduğu farklı bir oynanış alanı var mesela. Böylece hiç sırıtmayan bir platform oynanışı deneyimliyoruz. Benzer şekilde, bir karakterin iç dünyasını gördüğümüz alternatif bir bölüm var. Dövüş kısmı sıradan olsa da ona eşlik eden monolog harika.
Yani Arkham Origins’te denenmiş bir iki şey var ama toplamda yarım saati geçmeyecek bir içerik bu. Koca oyunda sadece yarım saat. Yenilik demişken, şu ünlü “olay mahalli” bölümlerinden de bahsetmemek olmaz. Batman artık delil peşinde koşarak çeşitli suçları daha detaylı inceleyebiliyor. Üstelik zamanı hareket ettirmek gibi bir avantajı var. Iron Man 3'teki gibi, sanal bir olay mahalli yaratıp ileri-geri yaparak suçun nasıl işlendiğini izliyor. Ben bu 46 olaydan 38'ini izledim, Batman'in buğulu sesi olmasa 12'ncisinden sonra beni bilgisayardan başından baygın halde toplardınız muhtemelen.
İşin patlayan kısmı, bu mekaniğin de diğerleri gibi yüzeysel kalması. Tüm deliller gözünüze sokuluyor, sözde bizim araştırmamız gereken bütün yenilikler anında ekranda beliriyor. Bir şey için iki kere etrafa baktığım hiçbir olay mahalli olmadı. Sadece bir tanesinde kayıp bir evrak çantasını takip etmek durumunda kaldım, o kadar. Onun dışında her şey apaçık önümdeydi. Bu konuda da bir başarma hissi yok. Reklamı yapılan, yere göğe sığdırılamayan olay mahalli bölümleri de bekleneni veremiyor anlayacağınız.
Gelelim ekipmanlara, ki bu konuda ben çok dertliyim. Yazının başlarında zaman çizgisine oturtamadığım Origins'in sancısını en çok hissettiren kısım belki de burası. Olaylar Arkham Asylum’dan önce geçmesine rağmen, orada olmayan (ama Arkham City’de olan) ekipmanlarıyla Batman deli gibi kafa karıştırıyor. Üstüne üç farklı ekipman daha geliyor, ama bunlar diğer oyunlarda yok. Batman herhalde Asylum öncesinde bu ekipmanları beğenmeyip atmış bir şekilde. Oyunun hayranları bu durumu, Batman'in ilk oyunda söylediği “daha hafif bir kıyafet giymeyi tercih ettim” tadındaki lafla açıklıyor. Ben yemedim, sanırım buna ikna olmaya yetecek bir hayranlık seviyesinde değilim.
Gelelim yeniliklere. Remote Claw’ı duymayan kalmamıştır diye tahmin ediyorum. Farklı noktaları (ama belirli olanları) bağlayıp aralarına halat geren, düşmanlar ve etraftaki objeleri birbirine çarpıştırabilen (ya da direkt iki düşmanı kafa kafaya vurduran) bu alet eğlenceli. Bunun dışında Glue Grenade ve Shock Gloves var. İkisi de haritayı arşınlamak için elzem.
AMA O GÖRSEL SUNUM
Oyuna kıymadım, vurdukça vurdum.
Ama hakkını yiyemeyeceğim noktalar da var. Origins'in hikâyesi gibi görselliği de el üstünde tutulmaya değer. Zaten benim gibi noir temaları seven bir adamın Gotham’ın atmosferine hayran olmaması imkânsız. Tuğla duvarlar, yıllanmış mimariler, hele Blackgate’in bir şapeli var ki aklınız çıkar. Üç yılda bir mahallesi yıkılıp yeniden yapılan insanlar olarak Gotham'da dolaşırken, çocukluğumuzun geçtiği sokaklardan daha fazla duygu bağı kurabiliyoruz.
Oyun PC’de oldukça iyi gözüküyor. Üstelik optimizasyonu başarılı olduğundan fizik hesaplamalarını GPU’ya bırakmadığınız takdirde ödün vermiyorsunuz. Harita büyütülmüş olsa da, hızlıca gezilebiliyor. Yine de hızlanmak isterseniz Batwing emrinize amade (ulaşmasını sağlamanız lazım önce tabii). Gezmek için Grapnel Gun’a ve pelerininize güvenmeniz de yeterli geliyor çoğu zaman. Hem o yağan karda, karanlık atmosferde turlamanın keyfi bir başka.
Oyunun ara videoları çoğunlukla CGI. Oyun içi grafikler de gayet yeterli olabilecekken bu yola gidilme sebebini bilmiyorum ama itiraz edecek ya da CGI videoların kattığı havayı görmezden gelecek değilim. Karakter animasyonları bu görselliği desteklerken oyun içi yüz animasyonları biraz donuk kalıyor. Önceki Arkham oyunlarındaki mimikler burada yok gibi. O oyunlarda oyun içi motorun daha sık kullanılması ile alakalı olabilir bu. Yine de etkileyiciler, haklarını yememek lazım.
İLK KEZ ÇOK OYUNCULU
Arkham Origins, ilk kez çok oyunculu modu getiriyor karşımıza, üstelik hazır bir sistemin yerine yeni şeyler deneyerek. Üç grubun savaştığı haritalar sekiz kişilik. Şimdilik dört harita ve tek oyun modu bulunuyor. Burada Bane’in, Joker’in ya da Batman’in tarafında oluyorsunuz. Çeteler üç, kahramanlar iki kişi. Amaç haritadaki alanları tutmak, karşı tarafın adam sayısını indirip kazanmak. Bu esnada Batman ve Robin de elden geldiğince bu sayıları indirmenin peşinde. Bir noktadan sonra Bane ve Joker de oyuna dahil oluyor, üçlü takımdaki en becerikli karakter tarafından kontrol ediliyorlar. Tarafların seçiminde siz söz sahibi değilsiniz. Rastgele yapılan ve her maç sonunda tekrarlanan bu seçimde size ne gelirse, o tarafla oynamanız gerekiyor. Bu da adil bir sistem.
Her ne kadar farklı bir oyun mekaniği sunsa da geliştirilmeye ihtiyacı var. Kahramanların gezebilecekleri yerler çok belli, silahlı kişilerin hareketleri oldukça donuk. Seviye atladığınız, ekipman seçebildiğiniz bu mod gelecek vaat ediyor. Tabii ilerleyen aylarda oyuncu bulunmasına bağlı.
GECE UMUTSUZLUKLA SONLANIYOR
Son noktayı koyarken gerildiğim bir yazı bu. Çünkü seveninin, hayranının bol olduğu bir oyuna laf etmek zordur. Eğer ki oynanış mekaniklerine hayransanız, bu mekaniklere yapıştırılmış bir hikâye size göreyse, beklemeden alın Arkham Origins’i. Ama bu oyunun beğenilmesi ya da takdir görmesi bana oldukça yanlış geliyor. Beğenilmeye değer her şeyin bu oyundan önce Rocksteady tarafından yapıldığını, WB Montreal’in bunun üstüne bir ekleme yapmadığını, genişleme paketi tadında oyunu sunduğunu düşündükçe, ben ortada sevilecek bir şey bulamıyorum. İyi bir grafik roman olabilecek hikâyenin sürekli postacı çocuk gibi sağa sola koşturulmamızla harcanması da cabası.
Etrafta adam pataklamanın hikâyeden daha mühim olduğu bir oyun Arkham Origins. Yazının başında da sorduğum “Neden?” sorusuna ancak böyle bir cevap verebiliyor. İyi bir dövüş mekaniği bir oyunu “oyun” yapmak için yeterliyse, buyurunuz alınız. Çünkü oyunda odağınız çoğunlukla bu olacak.
KÜNYE
Tür: Aksiyon
Yapım: WB Montreal, Splash Damage
Dağıtım: Aral, PSN, Playstore, Steam
Sistem: İdeal
Kutulu Fiyatı: 110TL (PC) 180TL (PS3, X360)
Dijital İndirme: 129 TL (PSN), 96 TL (Playstore), 50$ (Steam)
Yaş Sınırı: 16
Dahası İçin://arkhamcity.wikia.com
6+ / 10
EKSTRALAR
FİRMANIN ŞÜPHESİ
Oyunun yönetmeni Ben Mattes, oyun çıkmadan önce Eurogamer’a bir röportaj verdi. Oyunu yaparken hayranlardan gelen tepkilerden dolayı kararsızlığa düşen ekip, “Acaba yutabileceğimizden büyük bir lokma mı attık ağzımıza” diye düşünmüş. Her ne kadar Ben Mattes ortaya çıkan işle gurur duyduğunu söylese de, bu şüphe de WB Montreal’in neden bu kadar korkak davrandığını gösteriyor. Oyunun geçmiş ihtişamından korktukları için mekaniklere müdahale etmeye korkmaları da aslında oyunu geriye çeken özellikleri doğuruyor.
GOTHAM’DAN GARİP SESLER
Karakterlerin seslerini duydğunuzda bir şüphe sarabilir içinizi. Normaldir çünkü artık Mark Hamill (Joker) ve Kevin Conroy (Batman) yok projede. Ama merak etmeyin, NYCC’de monologla kendisini gösteren Troy Baker yerinde bir Joker olmuş. Birkaç yerde sesi kayıyor olsa da, genel olarak karakteri çok başarılı yansıtıyor. Aynı şey Roger Craig Smith için de geçerli. Daha atılgan, daha genç bir Batman’i o da layığıyla sunuyor bizlere.