Not: Bu yazı daha önce Oyungezer dergisinin Ocak 2014 sayısında yayınlanmıştır.
La Maledicció. Katalanca’da ‘lanet’ anlamına geliyor. E siz kalkıp da bu isimde bir tabloyu evinize sokarsanız sonuçlarına da katlanmak zorunda kalırsınız. Mesela yıllardan 1937, ülkelerden İspanya’da yaşıyor olabilir ve daha ufacık bir çocuk olsanız da gözlerinizin önünde katledilen babanızla aynı kaderi paylaşmamak için kendinizi yaşadığınız villadan can havliyle kaçar halde bulabilirsiniz. İnanın bana, şeytanın bizzat kendisi tarafından lanetlenen ve yanına yaklaşanlara ölüm getiren bir tabloya sahip olmak istemezsiniz. Ya da isterseniz ne bileyim, o zaman bir zahmet gidip Paris’te sergilendiği galeriden satın alıverin kuzum. Hoş artık iş işten geçti, çünkü tablo çalındı ve galerinin sahibi zavallı Henry öldürüldü. Olay yerinde ise tanıdık ve çok çok çok özlediğimiz biri vardı: George Stobbart.

Yere en azından kan diye ketçap sıksaydınız diyecektim de resmen onun da bulmacasını yapmışlar
Zaman su gibi akıp giderken
Son Broken Sword oyununun üzerinden resmen 7 yıl geçmiş yahu. Dile kolay, koskoca 7 yıl. Artık yeni bir Broken Sword oyunu oynayamayacağımı düşünmeye başlamıştık (aslında pek de başarılı bulmadığım Angel of Death’in ardından aynı tipte yeni bir Broken Sword oyunu istediğimden bile emin değildim) ki Revolution Software son derece ilgi çekici bir Kickstarter kampanyası ile karşımıza çıktı. Vaat ettikleri oyun serinin kökenlerine dönüş yapacak ve 3D olmayacaktı. Konsept çizimler ve oyun içinden ilk grafikler enfes görünüyordu ve 400,000$’lık hedef kolayca yakalanıverdi. Geriye yalnızca beklemek kalmıştı, Revolution elini çabuk tuttu ve yalnızca 3 ay içinde oyunun ilk bölümünü beğenimize sundu.
Evet, ilk bölümü dedim. Hayır, bu bir episodik oyun değil. Revolution aslında tek parça olarak çıkması planlanan oyunu Kasım ayında yaptığı sürpriz bir açıklamayla iki bölüm olarak yayınlanacağını duyurdu. İyi haber bölümler arasında pek bekleme süresinin olmayacak olması, çünkü ikinci bölüm Ocak ayında çıkacak. İyimser olmak istiyor ve proje başarıya ulaştıktan sonra insanları çok fazla bekletmemek ve oyunun devamı için sıcak para toplamak adına böyle bir karar verdiklerini düşünmek istiyorum. İkinci bölüm için ekstra para talep etmeyeceklerini söylemeleri de bunun bir göstergesi aslında. Ama doğruyu söylemek gerekirse oyunun yarıda bitmesi ağızda buruk bir tat bırakıyor, keşke Ocak ayında tek oyun şeklinde çıksaydı diye düşünmeden edemiyorum.

İlk oyundaki kafeyi hatırladıysanız doğru yerdesiniz, aferin
George’umuz, Stobbart’ımız bu sefer bir sigorta firmasının müessili rolünde, Nicole’umuz canımız ise yine gazeteci (istikrarlı hatun). Tablonun çalınması George’un işine gelmiyor tabi, sonuçta ortada ödenmesi gereken bir sigorta parası olacak (hoş işlerin pek de öyle olmadığını anlıyoruz kısa zamanda), Nico da sonunda ön sayfaya çıkabilecek bir haber bulmanın sevinciyle karışıyor olaya. Aslında işin içinde gazete olmasaydı da karışırdı Nico, çünkü bu ikiliyi birbirinden ayırmak pek de mümkün değil. Guybrush ve Elaine’den sonra en çok sevdiğim çift bunlar yahu.
Hikaye güzel. İşin içinde yeterince gizem falan var, dolayısıyla bir Broken Sword oyunu oynadığımı hissedebiliyoruz. Hemen övme kısmına giriştim çünkü zayıf yönlerinden daha sonra bahsedeceğim. Oyunun grafiklerinin 2D olması hakikaten büyük bir artı. Karakterler yine tamamen el çizimi değil, üç boyutlu modellenmişler ve elle çizilen iki boyutlu sahnelerin üzerine yerleştirilmişler. Ama bu bile yeterli. Sonuçta 2D grafiklerine alıştığımız bir oyun serisini tamamen 3D ortamda görmek bende tuhaf bir soğuma hissi uyandırıyor. Nedeni 2D’nin adventure türüne inanılmaz yakıştığını düşünmem de olabilir, gereğinden fazla klasikçi olmam da. Bir de işin içine üçüncü boyut girince nedense Broken Sword’da daha önce görmediğimiz QTE (quick time event), kutu itme kısımları gibi saçma şeylerle de karşılaşmıştık. Neyse ki tüm bunlardan da kurtulmuş bir oyun Serpent’s Curse.

He George he, trafik vızır vızır, ortalık da insandan geçilmiyor. He.
Daha çok Nicole istiyoruz, yoksa rehine ölür
Oyuna George’u yöneterek başlasak da Nicole’e geçmemiz hiç de uzun sürmüyor. Oyun boyunca sıklıkla ikili arasında geçişler yapıyor ve hırsızlığın ve tablonun ardındaki sırrı birlikte çözmeye çalışıyoruz. Her ne kadar aralarında bu oyun itibariyle romantik bir ilişki olmasa da aralarında güçlü bir bağ olduğunu görebiliyoruz. Bu iki karakterin birbirinden çok fazla ayrı düşmemesini, sürekli iletişim halinde olmalarını seviyorum ben. Tabi karakterler arasında geçişi de istediğimiz zaman yapamıyoruz, oyunda belli noktalara geldiğimizde bu geçiş otomatik olarak yapılıyor ve kontrol ettiğimiz karakterin sekansını tamamlamaya çalışıyoruz. Zaten artık Day of the Tentacle şaheseri gibi karakter geçişinin de bulmacanın parçalarından biri olduğu oyunlarla pek karşılaşmıyoruz ama neyse, buna da şükür :)

Muhtemelen Kickstarter’da stretch goal’e ulaşılamamasını ölü fare ile hicvetmiş Revolution
Oyunda karşılaştığımız bulmacalar standart Broken Sword bulmacası diyebilirim. Yapmamız gerekenlerin çoğu envantere ve bulduğumuz eşyaları diğer eşyalar veya kişiler üzerinde kullanmamıza dayanıyor. Araya birkaç da yırtık mektubu birleştirmek gibi ekstra bulmacalar serpiştirilmiş olsa da oyunun genel zorluğunda bir değişiklik meydana gelmiyor. Envanterde bir eşya seçtiğinizde o eşyanın etkileşim kuramayacağı eşyalar silik renk alıyor ki bu gereksiz denemeler yapmanızın önüne geçen güzel bir özellik. Ancak bu ilk bölümde bir bulmaca var ki bence biraz gereksiz olmuş ve diğer bulmacaların yapısına ters düşmüş: Bassam’ın neon tabelasını düzenleme bulmacası. Bu bulmacada tabelada ışığı yanan harfleri düzenleyerek dükkanına bir isim vermemiz gerekiyor ama bize verilen ipuçları pek yeterli değil. Ben şans eseri ilk denememde bulmuş olsam da (resmen içime doğdu cevap) yine de memnun kalmadım. Tamam tepede koskoca ‘ipucu’ düğmesi var ama benim gibi bu düğmeyi görmezden gelen bir oyuncuysanız burada takılmanız olası.
Benim bu ‘ipucu’ düğmelerine ne kadar gıcık olduğumu biliyorsunuz. Bazı oyunlarda bunlar yalnızca ipucu vermeye yarasa da, bazıları işi abartıp çözümün ne olduğunu açık açık söylüyor. Broken Sword da bunlardan biri. İnsanların oyunlar üzerinde eskisi kadar çok zaman harcamadığını, bu yüzden takıldıkları yerleri hızlıca geçebilmelerini sağlamak isteyen yapımcılara huzurlarınızda bir kez daha kınamak istiyorum :)
Fransız aksanına doyduğumuz dakikalar
George’u 1996 yılında çıkan ilk oyun The Shadow of the Templars’tan beri aynı adam, Rolf Saxon seslendiriyor. 17 yıldır o alıştığımız seste en ufak bir değişiklik olmaması, George’un tüm tepkilerini sesiyle mükemmel biçimde bize yansıtabilmesi hakikaten inanılmaz bir şey. Nico’yu ise serinin her oyununda olduğu gibi bu sefer de farklı biri seslendirmiş. Emma Tate de bu role gayet yakışmış, Nicole’un Fransız olduğunu unutmanıza izin vermeyen bir performans sergilemiş.

İnsan ölü kocasını neden günlerce evinde tutar ki? Tablolar iyiymiş ama.
Oyunu oynarken hayıflandığım yerler oldu elbette. Ancak bunları oyunun notuna yansıtmayacağım. E o zaman neden bu yerleri yazıyorsun diyebilirsiniz ama sonuçta bu oyuna 25$ para vereceksiniz, beni çok etkilemese de ‘yuh bunu nasıl atlamış’ demenizi istemem. Mesela oyunu oynarken defterime şu notları düşmüşüm:
- Introda altyazı yok
- Nico’nun koşuşu ne biçim olmuş
- Vurulan adamdan kan akmaz mı yahu
- George trafik sesi var diyor ama dışarıda tek bir kişi bile yok
- Yürüme animasyonları zayıf gibi sanki
- Aha, adama lady dedi
Bunlar oyundan puan kırmayı gerektiren şeyler mi? Belki evet, belki hayır. Nedense çoğu oyunda introlara altyazı koymayı unutuyorlar, o çok tuhaf bir durum. Bu yazdıklarımdan puan kırabileceğim bir şey varsa o da oyunun geçtiği mekanların insan bakımından çok boş olması olurdu. Gerçekten de dışarıda metro istasyonu var, sokaklar, caddeler, kafeler. Ama kimsecikler yok. Koskoca şehrin işlek caddelerinden birinde neden yalnızca iki kişi olalım ki? Oyunun sonuna kadar gözüme batan bir eksiklik oldu mesela bu.
Broken Sword 5’ten beklentilerimiz çok yüksekti, bunu inkar etmeye gerek yok. Angel of Death’ten sonra serinin daha aşağıya çekilmesi Broken Sword’un ölümü anlamına gelebilirdi. Neyse ki Serpent’s Curse seriyi tekrar canlandırmayı başardı ve bana rahat bir oh çektirdi. Eğer ikinci bölümde de çizgiyi aşağı çekmezse benim nezdimde serinin en iyi üçüncü oyunu olmayı hak edecek ve Broken Sword 6’yı dört gözle beklemeye başlayabileceğiz.

Aynaya bakıp üç kez La Maledicció deyince şeytan gelirmiş
George ve Nicole’un evrimi
George oğlumuz ilk oyunda yandan taradığı saçları yüzünden çok fazla tepki alınca saçını ortadan ayırmaya başladı. Ama bu bile ikinci oyunda daha çirkin olmasını önleyemedi. Bunun üzerine bir dizi estetik operasyon geçiren George üçüncü oyunda daha düzgün bir burun ve daha platin saçlarla şansını denedi. Dördüncü oyuna geldiğimizde ise George adeta bir Brad Pitt idi, kirlimsi sakalıyla karizma yapmaya çalışıyordu. Sakalın kendisini yaşlı gösterdiğini fark ettiğinde ise pırıl pırıl oldu ve beşinci oyunda en yakışıklı haline kavuştu.

Nicole’u ise aslında tuhaf kesimli, koyu mavi saçlarıyla sevmiştik. İkinci oyunda her nasıl olduysa şirinliğini kaybetmiş, saçını da siyaha boyadıktan sonra tuhaf bir tip haline gelmişti. Üçüncü oyunda saçlarının önlerini biraz kısaltan ve o sevdiğimiz koyu mavi tonuna dönen Nicole zirve noktasına ise dördüncü oyunda ulaşıp tam bir çıtır olmuştu. Meğer gözleri de maviymiş de kahverengi lens takıyormuş şapşal. Beşinci oyuna geldiğimizde ise yine saç ve göz rengini değiştirse de güzelliğinden hiçbir şey kaybetmediğini kanıtlıyordu bize Nico.

KÜNYE
KARNE
+
-
SON KARAR: Sevdiğimiz serilerden birinin eski günlerine döndüğünü görmek çok güzel bişiy
NOTU: 8
















