En Çok Korktuğumuz Oyunlar! - OGZ İMC #6

Korku oyunu oynamak ve yeni iç çamaşırı eğrisi.

 Geçen hafta Outlast II çıktı. Ben de ambargo saatine yetiştirmek için deli gibi oynayıp, incelemesini yetiştirdim. Ne yalan söyleyeyim, Outlast'in korkunç atmosferi, ofis ortamı falan dinlemedi. Oyun kafamı kırdı, uzuvlarımı kesti, ter içinde bıraktı, kalbimi yordu... Bunun üzerine, madem Outlast'in gazıyla gidiyoruz o zaman OGZ İMC'nin altıncı bölümünü korku oyunlarına adayalım dedim.

Soru basit: "Sizi en çok korkutan/geren oyun anı nedir?" Bakalım yazarlarımız ne cevaplar vermiş?

Sanitarium, Resident Evil 2 ve Resident Evil 3(Emre Özdemir)

Bu soruya tek bir isim/anıyla cevap vermem zor. O yüzden Sanitarium, Resident Evil 2 ve Resident Evil 3 diyorum. Sanitarium'u küçükken arkadaşımın evinde, onun bilgisayarı sayesinde oynamıştık ve oyunun hikayesi/atmosferi beni inanılmaz etkilemişti. Resident Evil serisini ise (4. oyuna kadar) eniştemle birlikte, gecenin köründe oynardık. Resident Evil 2'de köpeklerin camdan içeri fırladığı anı, Resident Evil 3'te de Nemesis'in "Staaarrsss..." diye peşimizden gelmesini unutamam. Zaten sonrasında korku oyunlarından emekliliğimi istedim. Şimdi küçük, tatlı bir RPG kasabasında balık avlıyorum.

Resident Evil 3, Tomb Raider II ve Medal of Honor(Oğulcan Çelik)

Beni korkutan ve geren, hatırladığım en büyük 3 an veya oyun mekaniği var. Her ne kadar ilk Amnesia'da, yaratıklarla ilk karşılaşmam veya Slenderman'i her oynayışımda korksam da, şunlar kadar etkilemediler beni:

Emre gibi ben de Resident Evil serisinden baya gerilmiştim. Fakat 3'teki Nemesis veya tavanda yürüyen arkadaştan çok, oyunun başındaki bir sahne psikolojimi bozmuştu. Zombi istilasına karşı kafayı bozup kendini büyükçe bir buzdolabı/dondurucuya kitleyen abi vardı, onun çaresizliği acayip etkilemişti beni. Bir de bölümler arası siyah arka planlı, açılan ve kapanan kapılar hep strese sokuyordu beni.

İkinci olarak bir korku oyunu olmasa da, Tomb Raider II'deki malikane kısmı baya gericiydi. O uşak var ya o uşak... Sonradan öğrendiğim kadarıyla herkes onu dondurucu gibi olan yere kitleyip uzaklaşıyormuş; fakat ben o uşaktan korkmaktan bölümü oynayamamıştım. Çünkü çok garip bir mırıldanması (yaşlı homurdanması) vardı ve hiç beklemediğim anlarda arkamda çıkıp duruyordu. Çok acayip bir "jump scare" etkisi yaratıyordu bende.

Jump scare demişken, PlayStation 1'de oynadığım Medal of Honor'daki köpekler... ah o köpekler! Yahu dünya savaşı temalı bir oyunda bir köpek seni nasıl gerebilir diyebilirsiniz; fakat bu keratalar çok olur olmadık anlarda çıkıyorlar ve baya can yakıyorlardı. Hayır bir de benim CD mi bozuktu bilmiyorum, yaklaşırlarken hiç ses çıkarmıyorlardı. Arada bir havlama duyuyordum ama genelde bir köşeyi dönünce veya arkadan geldikleri için sıkça yerimden hopluyordum.

Her şey!(M. İhsan Tatari)

Korkmadığın oyun var mı diye sorsanıza önce bir? Erkekliğin onda dokuzu kuralını hayat felsefesi olarak benimsemiş biri olarak korku oyunlarından, filmlerinden vs ödüm şokella fabrikasına dönüşür. Ama yine de oynarım, mazoşist miyim neyim?

Diğer arkadaşlar gibi Resident Evil serisine değinmeden edemeyeceğim ben de. Seri bana ikinci oyunuyla musallat olduğundan Tyrant 103'ün zavallı kalbimde bıraktığı iz bir başkadır. Bir anda ekrana girer, ağzımdan fırlayan yüreğimin 100 metre maratonuna koşmasına sebep olurdu. Bug'ını bulana kadar tabii... Bir kapıdan geçip başka odaya girdiğinizde peşinizden gelmezdi bu zebellah. Çok büyük bir üçkâğıt öğrendiğimi sanıp aynı taktiği Nemesis'e uygulayana kadar çok mutlu mesuttum bir dönem. Ben ne bileyim Nemesis oğlanın kapı duvar dinlemeden, sahne değiştirsek bile peşimize düşeceğini? Ölüyordum az kalsın! Şey, bir düşündüm de, ölmüştüm hakkaten...

Saçlarıma düşen aklarda Amnesia'nın da payı büyük elbette. Özellikle de asansörle zindana indiğimiz ve ilk görünür canavarımızla karşılaştığımız bölüm. O kısımda o kadar korkmuştum ki anlatamam. Yürüyorum olmuyor, duruyorum olmuyor. Nereye gidersem gideyim buluyor adi yaratık beni, sonra da çat! Öldün... Çok iyi hatırlıyorum, karanlık bir köşeye çömelmiş, kıpırdamaya bile cesaret edemiyordum. Hem oyunda hem ekranın başında tir tir titriyorum. Yüzümü duvara dönmüşüm, arkamdan gelen tüyler ürpertici bir homurtu... Hemen kapattım oyunu! Bir daha da aylarca oynamadım, cesaretimi toplayamadım bir türlü.

Call Of Cthulhu: Dark Corners Of The Earth de bende iz bırakan bir diğer korku oyunudur. Dagon'la yaptığımız şen gemi yolculuğu, Cthulhu'nun müritleriyle köşe kapmaca oynayışımız falan hep geriyordu insanı ama o otel bölümü yok muydu o otel bölümü? Aradan kaç yıl geçti, hâlâ şimdiye dek oynadığım en iyi kovalamaca sahnesidir benim için. Kaçan biz olunca... Daha doğrusu kaçmaya çalışan. Kapıyı sürgülemeye gidersin, kilit bozuk olur. Dolabı kapının önüne ittrirsin biri camdan girer. Tam kaçtım diye sevinirsin karşı çatıdan yaylım ateşine tutarlar... Acayip gerilimliydi.

Alien: Isolation'dan bahsetmezsem ayıp olur tabii. Gemide dolaşıyorum, bir baktım karşımdaki kapı psst diye açıldı. O ne? Bir kuyruk! Hemen masanın altına saklandım. Baktım ileride bir havalandırma deliği var. İçimdeki Gordon Freeman hemen harekete geçti ve oraya yollandım, kapağı açıp içeri girdim ve hızla emeklemeye başladım. Aramıza mümkün olduğunda mesafe koymaya çalışıyorum aklım sıra. Sonra bir baktım, karşımdan geliyor Alien! Ne ara girdin havalandırmaya be şerefs... öhöm... mübarek uzaylı kardeşim? Hemen sağa döndüm, başka bir havalandırma tüneline saptım. Oradan da dışarı... Bir dolaba sığınıp bekledim, kalp atışlarım kulaklarımda... Derken ortalık sakinleşti, kurtuldum dedim ve bir kayıt notasına gittim. Tam oyunumu kaydederken... çat! göğsümden çıkan bir kuyruk... Kuyruğunu sevdiğim.

Daha Dead Space'ten, The Evil Within'den, Silent Hill'deki hemşirelerden, Suffering'ten, Condemned'tan ve Soma'dan bahsetmedim bile ama onlar da başka zamana kalsın artık :)

Diablo 1 (Baran Köse)

Her ne kadar korku oyunu olmasa da 10 yaşında Diablo I oynamış biri olarak en korkutucu an kesinlikle Butcher ve ona giden yoldur benim için. O kadar korkmuştum ki klavye ve fareyi bırakmıştım Butcher ile karşılaştığımda. İşin komiği Diablo III'ün geçtiğimiz aylarda oyun içi mod olarak çıkarttığı Diablo I haritasında yine aynı yerde korktum. Hatta beraber oynadığım arkadaşlarımdan bir kaçı çığlık attı(inanmayan şahsi youtube kanalımdaki videoya bakabilir *reklamlar*)

Demek ki yaştan çok yaratılan atmosfer, başarılı boss ve level dizaynının etkisi var. 20 sene sonra bile korkutuyorsa..

Clive Barker's Undying (Eser Güven)

Yav ben bu korku türünün edebiyatını ayrı, filmlerini ayrı, oyunlarını ayrı seviyorum aslında ama uzun yıllardır beni şöyle ağız tadıyla korkutacak bir oyun oynayamamış olmanın da hüznü içindeyim. Aklınıza şimdi bir sürü isim gelmiştir: yok efendim Outlast'tır, yok efendim Resident Evil 7'dir, efendime söyleyeyim Soma'dır falan ama cidden hiçbiri o aradığım hissi bana yaşatamadı, benim için hiçbiri bir Clive Barker's Undying olamadı. Hemen anlatayım.

Malikanenin içinde yavaş yavaş ilerliyorum. Dışarıdan Howler'ların o insanın kanını donduran çığlıkları yükseliyor, bense her an bir yerlerden bir yaratık çıkabilir diye tedirgin biçimde sağıma soluma dikkat ederek geziniyorum odalar arasında. Girdiğim oda karanlık, yalnızca pencerelerden içeri loş bir ışık süzülüyor. Odanın tam köşesinde bir şövalye zırhı var. Gözlerimi üzerinden ayırmıyorum çünkü bence onda farklı bir şeyler var. Belki bir anda canlanacak, belki düşecek ama kesin bir şey olacak. Scrye büyüsü kullanıyorum ama bir şey değişmiyor. Ağır ağır yaklaşıyorum şövalyeye doğru. Tık yok. Yanlış düşünmüşüm. Arkamı dönüyorum ve muazzam bir teneke gümbürtüsü sesiyle yerimden sıçrıyorum! Ama böyle bir sıçrama yok! İçimden "biliyordum" diye geçirerek canlanmış olan şövalyeyle yüzleşmek için dönüyorum. O da nesi, adamda hala tık yok. Meğer ben kendimi kaptırıp, olabilecek en kötü şeyle yüzleşmeye hazırlanmışken o zamanlardaki ev arkadaşım mutfakta elinden tencere düşürmüş. Beni yerimden zıplatan, kalp krizi geçirtecek şey meğer onun sesiymiş. Ama bakın iddia ediyorum, ben hayatımda bir kez daha o kadar gerildiğimi hatırlamıyorum yahu. O yüzden Undying'in bendeki yeri çok ayrıdır.

 
Until Dawn: Rush of Blood (Ömer Akdağ)
 

Dünyanın en kaliteli korku oyunu olduğunu falan iddia edemem ama ilk oynadığım VR oyunlarından Until Dawn: Rush of Blood'ın ilk bölümünün sonundaki jumpscare'e "HMNSK..." diye başlayan bir tepkim olmuştu; ki evde, ofiste falan değil PR sorumlularının bilmemnelerin olduğu bir sunumda olmuştu bu. Oyungezer'in adı "yerinde duramayan ağzı bozuk oyun dergisi"ne çıkacaktı başlığı çıkarmasaydım.

S.T.A.L.K.E.R.: Shadow of Chernobyl (Utku Çakır)
 

Arkadaşlar üstte çok muazzam iç çamaşırı canavarı oyunlardan bahsetmişler. Isolation'ın atmosferi, Resident Evil 3'ün Nemesis'i, Outlast'in tikcinçliği, Amnesia'nın garip gurup yaratıkları... Ama yıllardan beri oynamakta olduğum oyunlar içinde sadece bir anı, beni en çok geren ve rahatsız eden olarak seçmem gerekirse, bu kesinlikle S.T.A.L.K.E.R.: Shadow of Chernobyl'de Controller'la ilk karşılaştığım an olur.

Aproprom Araştırma Enstitüsü'nün yeraltı tünellerindeki Controller, ben tam tünelden çıkmak üzereyken önce kendini attığı korkunç çığlıkla tanıttı. Ama esas şenlik, ben "Ne oluyor yav?" diye arkamı dönüp, bu arkadaşla göz göze geldiğimde başladı. Tam o anda, tünelin diğer ucundan BRAGH diye bağıran Contoller, daha önce hiçbir oyunda görmediğim gariplikte bir saldırı yaparak beni koltuğumdan hoplattı. Beyin hasarı veren bu yaratığın saldırısıyla, kamera hızı ve ters bir şekilde Controller'a zoom yapıyordu. Bir yandan kulaklarım çınlıyor, bir yandan bu elemanın çığlıkları karanlık tünellerde yankılanıyordu. Ne olduğunu anlamadan ekranda beliren Game Over yazısıyla, cansız bedenimi Zone'a teslim etmiştim. Bu deneyimden sonra, ikinci denememdeki taktiğimi defretime not ettim: DEPAR!.

YORUMLAR
Parolamı Unuttum