The Sandman'i önceden izlediğimiz için röportajda hafif spoiler sayılabilecek yerler olabilir, dilerseniz röportajı okumayı dizi sonrasına bırakabilirsiniz.
Onur: İlk sorum Bay Holbrook’a olacak. Hatırlayabildiğim kadarıyla Corinthian çizgi romanlarda tam zamanlı bir kâbus rolündeydi. Dizide ise kısmen kâbus, kısmen de fantezi olarak işlev gösteriyor. Bu sizin yaptığınız bir doğaçlama mıydı?
Boyd Holbrook (The Corinthian): Corinthian sadece Doll House’da var. Bizimse karakteri keşfedip yolun sonunu Seri Katil Fuarı’na çıkarmak için 10 bölümümüz vardı. Fuardaki tarikat lideri gibi halini haklı göstermek adına onu rahatsız edici bir zorba yapamazdık elbette. Sofistike, fenomen halinin üzerine tam olarak uyması gerekiyordu. The Corinthian bana göre bir bukalemun, halletmesi gereken işe uygun bir şekle şimale bürünen birisi. Karakter çizgi romanda da bu elemente sahip ancak dizide bunu genişletme fırsatımız oldu ve bu konuda övgü alması gereken ben değil, dizinin arkasındaki kreatif ekip. Bana sadece bir yol gösterdiler, ben de o yolda yürüdüm.
Onur: Sıradaki sorum, Bayan Samunyai için. Rose Walker, Morpheus gibi ölümsüz varlıklarla dolu bir evrende bile insanların ne kadar önemli olduğu bizlere kanıtlayan karakterlerden bir tanesi. Onu bu kadar renkli bir karakter yapan şeylerden bir tanesi de yoldaşlarının çok renkli olması. Rose’un yardımcıları arasında sizin favoriniz kimdi?
Vanesu Samunyai (Rose Walker): Soruyu kendim olarak mı cevaplayayım, yoksa Rose olarak mı?
Onur: İki perspektiften de yaklaşabilirsiniz.
Vaneus Samunyai: Rose adına cevaplayacak olursam, aralarındaki güvene ihanet etmemek adına Lyta derim. Rose ile Lyta arasında daha derin bir duygusal bağ var, birbirlerine ihtiyaç da duyuyorlar. Öte yandan Rose için en önemli kişi de Jed ama hikâyenin büyük bir kısmında yan yana değiller, bu yüzden ona tam anlamıyla bir yoldaş demek de mümkün değil.
Kendi adıma konuşursam herkese bir ayrı bayıldım ama Chantal ve Zelda’nın yeri bende bir ayrı. Chantal ve Zelda ikilisi insanı çok eğlendiren bir ikili.
Onur: Morpheus destansı bir figür; ne bir tanrı ne de bir insan. Kişiliğinin çok insansı özellikleri de var, insandan uzak parçaları da. Bunlar arasında geçiş yapmak size nasıl bir tecrübe yaşattı ve karakterin bu ikili doğasını yansıtırken en çok zorlandığınız nokta neydi?
Tom Sturridge (Morpheus/Dream): Bence karakterin kilit noktası bu geçişler. Evrenin bilinçaltına küratörlük yapan kişi olarak, bilinç sahibi her bir varlığın rüyalarından sorumlu. Herkesin rüyalarını anladığı için herkesin duygularından da haberdar. Bu yüzden olağanüstü bir empati becerisine sahip, başkaları ne hissediyorsa o da hissediyor. Bu kutsal hissiyat korosunun tamamını bünyesinde barındırabilmek için disiplinli ve özenli olmak, hepsini bastırmak zorunda. Karşı karşıya olduğumuz bu varlık alev alev yanan muazzam duygular bastırmak zorunda, bunu da hiçbirini dışarı vurmayarak yapıyor. Karakterin en heyecan verici olduğu kısımlar tüm bu hislerin yüzeye çıkmasını engelleyemediği kısımlardı.
Onur: Lucien ile Morpheus arasında hem çizgi romanlarda hem de dizide ilginç bir ilişki var. Size göre bu ilişkinin en ilgi çekici kısmı neydi ve bunu ekranlara taşırken nasıl bir tecrübeniz oldu?
Vivienne Acheampong (Lucien): İlginç olan şey kesinlikle hiyerarşileri. Morpheus, Lucien’in patronu lakin aralarında karşılıklı bir saygı ve kavrayış var. Ben çizgi romandan bunu aldım. Lucien’in rüyalar diyarına inancı var, Dream’in yaptığı işin ne kadar önemli olduğunu biliyor. The Dreaming, hepimizin gittiği bir yer. Kim olduğumuz önemli değil çünkü hepimiz rüya görüyoruz. Bunu muhafaza etmek Lucien’in de anladığı üzere çok önemli. Morpheus ise katlanmak zorunda kaldığı amansız esaretten kurtulup geri döndüğünde insanlığın en kötü halini görmüş durumda. Lucien, Morpheus’un gerçekte kim olduğunu, neyi temsil ettiğini içselleştirmiş. Aynı zamanda onun fonksiyonunu yerine getirebilmesi için kuralların uygulanması, düzenin korunması gerektiğinin de farkında. Başına gelenlerin sonucunda Morpheus’un kim olduğunu kısmen de olsa unuttuğunu, kalbinin soğuduğunu görüyor. Lucien, Morpheus’un vicdanı görevini görüyor, içindeki empatiyi biraz daha dışarı vurmasını sağlıyor. Bu bağlamda aralarında harikulade bir ilişki olduğunu görüyoruz çünkü Morpheus gittiğinde, Lucien geri dönüp dönmeyeceğini bilmemesine rağmen yerinde kalıyor ve onu bekliyor.
Onur: American Gods dizisinde kitapta anlatılan hikâyeyi biraz değiştirdiğinizi ama daha ziyade genişlettiğinizi gördük. The Sandman ise sadece verdiği hissiyat itibariyle değil aynı zamanda hikâyenin ilerleyişi açısından da çizgi roman fazlasıyla sadık. Gelecek sezonlarda ekstra materyal eklemek veya çizgi romanlardaki hikâyelerin bazılarını genişletmek gibi planlarınız var mı, yoksa kaynak materyale olabildiğince sadık kalmaya mı niyetlisiniz?
Neil Gaiman (Yazar / Yapımcı): American Gods’ı ben yapmadım, o seçimleri ve genişletmeleri başkaları yaptı. Ancak Good Omens’ı ben yaptım mesela ve önceden var olan kimi şeyleri detaylandırmaya, kimilerinin de üzerlerine bir şeyler inşa etmeye bayıldım. The Sandman’in devamını getirmeyi yürekten istiyorum ve eğer bunu yaparsak çizgi romana çok ama çok sadık kalacağını söylemekte de bir beis görmüyorum. Öte yandan tıpkı ilk sezonda olduğu gibi çizgi romanla ne kadar haşır neşir olursanız olun, az sonra ne olacağını tahmin edemeyeceğiniz kısımlar da olacak. Aklımızda böyle böyle planlar var bu planların hemen hemen hepsi size halihazırda çok sevdiğiniz ve hakkında daha fazla şey bilmek istediğiniz karakterlerle alakalı daha çok materyal vermek üzerine kurulu diyebilirim. Zamanında bunları anlatmak için gerekli “arsaya” sahip değildim; elimde fasikül başı 24 sayfa, sayfa başı da 6 panel olurdu.
Onur: Morpheus’un çizgi romanlardaki gibi “yıldız gözlere” sahip olmamasının sebebinin, bunun beyaz perdeye çok da iyi aktarılamayacak oluşu olduğunu tahmin ediyorum. Yine de bir şekilde yapmayı denemişsinizdir ama değil mi? Tom Sturridge “yıldız gözlerle” nasıl durdu?
Neil Gaiman: Dikkatli bakarsanız, ilk bölümde Morpheus’un The Dreaming’de Alex ile buluştuğu kısımda bunu yaptığımızı görebilirsiniz aslında-
Allan Heinberg (Yapımcı): İkinci bölümde suya baktığı kısımda da var.
Neil Gaiman: Evet, ikinci bölümde suya baktığı kısımda da var. Yani asla yapmıyor değiliz, ara sıra Morpheus gözlerini görüyorsunuz. Öte yandan evet, daha işe girişirken aklımızda Tom Sturridge’e katran karası kontakt lensler takıp gözbebeklerini de CGI ile yapmak vardı. Denemesine denedik de ve Morpheus gibi durmadı. ComicCon’da göreceğiniz tipten bir manzaraydı; Morpheus değil de Morpheus cosplay’i yapan birisi gibi durdu. Epey de iyi bir Morpheus cosplay’iydi ama bir yerlerde karakterin kimliğinden bir şeyleri yitirdiğimizi hissettik. O şeyi Tom Sturridge bize gözleriyle veriyordu zaten. Hem şimdiye kadar çıkan bütün çizgi romanlarında Batman’in beyaz gözleri var ama şimdiye kadar yapılan her bir beyaz perde uyarlamasında Batman’in gözleri normal insan gözleri. Maske yüzünden yüzü kısmen kapanıyor ve gözleri rol yaparken kullanabileceği yegâne araçlardan. Biz de bir noktada “Eğer Batman beyaz perdede normal insan gözlerine sahip olabiliyorsa, Morpheus da çoğu durumda sahip olabilir” dedik.
Çizgi romanın içine neden bu kadar çok etmişler onu da soraydınız. Ehüehheuheüehe.