Ve Rebel Moon röportajımızın ikinci bölümü de karşınızda. Yılın "Bir Çuval İnciri Berbat Etme" ödüllü Gunnar karakterini canlandıran Michiel Huisman, "En İsyancı İsyancı Lideri" ödüllü Bloodaxe'i canlandıran Ray Fisher ve "En Bütün Hikayesi İkinci Fİlme Kalan" ödüllü Milius'u oynayan E. Duffy ile nasıl Charlie Hunnam'ın karakterinin kıyafetlerini çalmak istediklerini konuştuk.
Sonrasında da Zack ve Deborah Snyder bize iki film birden çekmenin zorluklarını ve 10 senelerini DCU'ya adadıktan sonra yepisyeni bir şeyler yapmanın heyecanını anlattılar.
Muhteşem Yedili’nin yeni jenerasyonu olmak nasıl bir duygu?
Ray Fisher: Muhteşem! Benim için yeni bir IP’yi hayata geçirebilmek gerçekten büyük bir onur. Gencinden yaşlısına tüm bilim kurgu hayranlarının keyif alacağını umuyorum.
Michiel Huisman: Böylesine farklı insanların olduğu bir grubun içinde yer almak, bunun bir parçası olmak gerçekten heyecan verici.
E Duffy: Onur duyuyorum gerçekten. Çok keyifli ve heyecan verici bit film. Herkesin görmesi için sabırsızlanıyorum.
Bu filmde sizin karakterlerinizle tanışmaya ancak fırsat buluyoruz. Sizler için bu süreci yönetmek, karakterlerinize hazırlanmak nasıldı?
M. H.: Açıkçası sete geldiği ilk günden itibaren Zack’in bizden ne istediği o kadar barizdi ki bende bir güven duygusu uyandırdı. Kendime dedim ki, “Tamam, bu işin meta kısmı emin ellerde, bizim tek yapmamız gereken bu koca dünyada kendi küçük hikayelerimize odaklanmak.”
R. F.: Çünkü film gerçekten kocaman. Ve eğer her şeye geniş açıdan bakarsan kendi kimliğini kaybedebilirsin. O nedenle hikayemizi mümkün olduğunca kişisel hale getirmeye çalıştık. Böylece, arka planda devasa bir uzay draması dönüyor olmasına rağmen evde izleyen insanlar ortaklık kurabilecekleri bir şeyler bulabilsin.
E D.: Rebel Moon gibi koca bir evrenin küçük bir parçası olabilmek gerçekten harika. Küçük, kişisel bir parçası oluyorsunuz ve sonra sete gelip bunu diğer herkesle paylaşma olanağınız oluyor. Ve bir çeşit birliktelik hissiyatı oluşuyor.
Bu soru Ray ve E için. Karakterlerinizin filmde boy göstermek için çok vakti olmuyor, ama öbür yandan çok detaylı tasarlanmış karakterler ve görsel yönleri çok kuvvetli. Bu görsel yönlendirme, sizin karakterleri aklınızda canlandırmanıza ne kadar yardımcı oldu?
E D.: Kesinlikle! Yani kostüm ve makyaj departmanları, Zack… Herkes bu konuda çok yardımcı oldu. Çünkü sete geldiğinizde hali hazırda bvu karakterlerin kim olduğuyla alakalı oturmuş bilgiler var. Sadece yardımcı olmanın yanı sıra çok havalılar, çok güzeller, ilgi çekiciler… Yapım sürecinin arkasında da birçok hikaye var.
R. F.: Kostümlerle karakterlerin ilişkisini sorman bana ikisini de daha çok görmek istediğini düşündürüyor. O nedenle buradan tekrar kostüm departmanına, makyaj departmanına, aksesuar departmanına saygılarımı sunmak istiyorum.
Peki sizler için bu tecrübenin en zorlayıcı ve en eğlenceli tarafları nelerdi?
R. F.: Benim için en zor tarafı o kocaman silahı sağa sola sallayıp gerçekte olduğu kadar ağır değilmiş gibi davranmaya çalışmaktı. Gerçekten öyle bir silahı kullanabilecek kadar kuvvetliymişim rolü yapmak…
M. H.: Çok havalı görünüyor ama elinde tutması çok tuhaf.
R. F.: Taşıması tuhaf, cidden kocaman…
M. H.: Benim için… Her şey eğlenceliydi. Ama bu çok büyük bir prodüksiyondu. Part I ve Part II’yi peşpeşe çektik ve bu da Part II üç aya çıkıyor demek. Evde izleyen insanlar sinemadaki gibi bir iki sene beklemek zorunda kalmayacak. Ama bu aynı zamanda hazırlık süreciyle beraber bir sene süren bir çekim demekti, bu da başlı başına zor bir olaydı.
E D.: Evden uzak olmak için gerçekten uzun bir zamandı. Ve sette bir çeşit ikinci aile hissiyatı yaratabildiğimiz için şanslıydık.
Zack Snyder’ın halihazırda var olan şeyleri insanın yeni bir bakış açısıyla görebilmesini sağlamak gibi bir yeteneği var. Bu vizyonu, filmi tam olarak istediği gibi çekebilmek için, size nası aktarıyor merak ediyorum.
R. F.: Michiel’in de dediği gibi, gerçekten bir güven işi bu. Ayrıca kendisi bir ressam, resim de çiziyor, ve onun filmleri de her zaman bir tabloya bakıyormuşsunuz hissiyatı uyandırıyor. O nedenle, özellikle yeşil perde önünde, size neye bakıyormuş gibi yapmanız gerektiğini anlatabilme yeteneği var. Göremiyor olabilirsiniz, ama bizim performansımızı kendi kafasındaki vizyona uyacak şekilde yönlendirebiliyor. Ve onun gibi işine hakim biriyle çalıştığınız zaman, “Tamam, sen bu işi biliyorsun,” diyebiliyorsunuz.
M. H.: Zack’le çalışınca, özellikle de böyle herhangi bir yere bağlı olmadığı ve istediğini yapabildiği bir projede çalışınca, o zaten vizyonunu sizinle paylaşıyor. Ben de film çekim sürecinin teknik taraflarıyla ilgiliyim, bundan keyif alıyorum. Ve bu filmin çekimi gerçekten çok teknikti.
Ben hiç böyle bir şey yaptığını bilmiyordum mesela ama Zack senelerdir lens biriktiriyormuş. Hepsi kendi yaptığı özel kutularda, üstlerinde özel yazılarla… Ve biz bu filmi o lenslerle çektik. Bu işi fazlasıyla seviyor, o sevgisi de bulaşıcı gerçekten.
E D.: Evet, gerçekten onun vizyonunun bir parçası olmak, o vizyonu hayata geçiren kişilerden biri olmak çok şeref vericiydi. Ve Michiel bu konudan daha önce bahsetti biraz, hepimizin birlikte çektiği bir sahnede bize bakıyor olmamız gereken şeyleri tanımlıyordu ve bir noktada, “Neden gelip buradan bakmıyorsunuz?” dedi ve önünde sahnenin CGI’dan sonra nasıl görüneceğinin bir modeli vardı. Böyle bir şeyin küçük bir parçası bile olabilmek çok büyük bir onur.
Kostüm ve aksesuar departmanlarını siz de övdünüz. Filmi izlerken ben de tasarımlara hayran kaldım. Merak ediyorum, acaba sette keşke evime götürebilsem dediğiniz bir kostüm ya da aksesuar oldu mu?
R. F.: Bu arada saç departmanından da bahsetmemiz lazım ya, artık rasta saçı olan insanlara özel bir saygım var. Yani bundan önce de vardı ama şimdi çok daha ayrı bir seviyede saygı duyuyorum. O kadar saçla hareket etmeye çalışmak falan…
Ama yani kimin kostümünü çalmak isterdiniz?
E D.: Kai.
M. H.: Kai cidden en iyi kostüme sahip.
R. F.: Ben Milius’un (E’nin karakteri) salopetini çok beğendim, çok havadar.
M. H: Bence değiştirebiliriz kostümleri.
Şimdi, bu soruyu sormak zorundayım çünkü ben bir oyun dergisinden geliyorum. Hiç… Warhammer 40K’e ilgin var mı? Ya da hiç duydun mu?
Zack Snyder: Yani… Duydum elbette. Warhammer’ın çok spesifik bir dünyası var ama ben-
Ya ne istersen söyle, vallahi kızmayacağım. (Deborah Snyder burada çok güldü çünkü alakasız bir yerden yakaladığımı o da biliyor. Asıl kostüm ve aksesuar departmanını röportaja almam lazımdı da işte…)
Z. S.: Anlatmak istediğim, gerçekten ilgi çekici bir dünyası var ve harika bir oyun.
Bunu sormamın sebebi şu aslında, Imperium askerleri gemilerinden inmeye başladıklarında, “Oha, Astra Militarium lan!” oldum biraz. Ve bilinçli bir esinlenme olup olmadığını merak ettim.
Z. S.: Sanırım ben de o İngiliz emperyalist jargonunu kullanmak istedim, çünkü sonuç itibariyle bir kralımız var, değil mi? O nedenle sanırım aynı dili paylaşıyor oluyoruz. O perspektiften Warhammer’a benziyor diyebiliriz, ama hikaye yönünden bakınca çok ayrı noktalarda durduğu da bir gerçek.
Henry Cavill’in şu aralar bir Warhammer projesi peşinde olduğunu biliyoruz, belki birlikte çalışırsınız. Ama neyse, asıl sorum başka.
Army of the Dead’de Tig Notaro’un olduğu sahneleri ekleyişin film yapımcılığı konusunda bir ustalık dersiydi. Acaba seni bir film yapımcısı olarak ileri iten bu tür başka beklenmedik değişiklikler oldu mu hiç? Bu tecrübeler senin sanatına ne kattı?
Z. S.: Army’de Tig için yapmak zorunda kaldığımız şeyler kesinlikle çılgın bir teknik egzersizdi ve mükemmel bir şekilde işe yarayıp yaramayacağını bilmiyorduk. Yani nasıl yapacağımızı biliyorduk ama çalışıp çalışmayacağından emin değildik.
Deborah Snyder: Özellikle elde çekildiği için daha da zordu. (Elde çekim bildiğiniz kamerayı elinde taşımak yani, bir raylı sisteme oturtulmuyor. Bu da zaman zaman sallantılı ve dengesiz hareketlere sebep olabiliyor. - G.)
Z. S.: Bu filmi çekerken teknik bir film olacağını biliyorduk, çünkü çok fazla CGI var. Ayrıca pratik efektlerle CGI dünyasının da kesişmesi ayrı bir konu. Bu filme teknik gereksinimleri konusunda saf düşüncelerle başlamadım, görüntü yönetmenliğini de yaptığım için ne kadar teknik bir iş olduğunu biliyordum.
Ama bu çoğunlukla bir stüdyo çekimiydi, yani kameralar %99 ya rayların ya da vinçlerin üstündeydi. Filmin ikinci yarısı daha çok elde çekilen bir filme dönüşüyor. Ki bu da olayların, dramanın ve savaş sahnelerinin doğal deviniminden kaynaklanıyor.
Öğrendiğim tek ve spesifik bir ders olduğunu sanmıyorum, ama bu çapta bir film yönetmek konusunda yapımcılık bakış açısından öğrendiğim çok şey oldu.
D. S.: Ve Zack her zaman çok hazırlıklı. Yaptığı her filmde olduğu gibi bu sefer de her sahneyi tek tek elle çizdi. Ve her şeyin, biz bütün departman yöneticileriyle görüşmeden önceden kağıt üzerinde olması çok işe yarıyor. Çünkü bu filmler çok teknik.
Ayrıca bu daha az harcamamızı da sağlıyor. Eğer çekimde sadece iki duvar görünecekse o zaman sadece iki duvar inşaa ediyoruz. Bazı yönetmenler böyle çalışmıyor. Çekim günü gelip kareleri mekanda çözmek istiyorlar. O zaman bütün odayı inşaa etmeniz gerekiyor. Bizse yerine sadece iki duvar inşaa etmiş oluyoruz.
Sonuçta parayı sahnede görünecek şeylere harcamak istersiniz. Ayrıca her şeyin önceden kararlaştırılmış olması herkesin hemfikir olmasını da sağlıyor.
Bu filmin bir de devamı gelecek. İki film arasında çekimde bir fark var mıydı? Bu karardan biraz bahsedelim mi?
D. S.: Bakın, Zack uzun senaryolarını harbiden çok seviyor. Ve ona dedim ki, bak, yeni bir IP yaratmanın en büyük zorluklarından biri yeni bir dünyayı ve yeni karakterleri dünyaya tanıtmak zorundasın. Ve elbette bir kahramanlar grubu olunca çok sayıda karakter oluyor, bunun aksiyonu var, hikayesi var…
Ve bütün bunları tek bir filmde yapmak çok zor. Ayrıca yayın servislerinde kısa filmlerin daha iyi iş yaptığını da biliyorduk. O nedenle Netflix’le konuşurken dedik ki neden iki filmi birlikte yapmayalım? Böylelikle devamı için çok beklememiş oluruz. Çünkü öbür türlü ikinci filmi yapmak bir iki sene daha alacaktı.
Ve bu fikir onların da kafasına yattı. Zack, Shay (Hatten) ve Kurt’un (Johnstad) yazdığı senaryoyu da beğendiler. Ve böylece iki film oldu. Ama bu iş bizi çekimden çok post prodüksiyonda zorladı sanırım.
Z. S.: Gerçekten de öyle. Ayrıca iki filmin de birer Director’s Cut versiyonu da gelecek. O nedenle sonuçta post prodüksiyonda üstünde çalışılan tam dört film var. O nedenle az iş değil.
D. S.: Ve hala da çalışıyorlar. Yani biz burada otururken hala çalışıyorlar, çünkü ikinci filmi Şubat’ın ikinci haftası teslim etmemiz lazım. O nedenle bu röportajlar bitince Zack’in telefona geçip kendisine gönderilen sahneler ve efektler konusunda yorum yapması gerekiyor. Tatil döneminden sonra ikinci filmi bitirmek için 6 haftamız var. Ve bu gerçekten zorlayıcı bir süreç oluyor ama bir o kadar eğlenceli de.
Günümüzde bir çok film serisine baktığımız zaman, seyircide duygu uyandırabilmek için nostaljiye sırtlarını yasladıklarını görüyoruz. Lord of the Rings Gandalf’a geri dönüyor, Star Wars Luke’a geri dönüyor… Sizce artık yeni karakterler yaratmak, yeni dünyalar yaratmak ve izleyiciye onları sevdirmek bu kadar mı zor? (Bu soru için Santiago’ya ben de teşekkür etmek istiyorum ya, bayağı iyi soru. Çünkü ben bıktım artık biraz bu ısıtıp ısıtıp yeniden sürmelerden. -G.)
Z. S.: Gerçekten zor mu? Bilemiyorum. Ama bana sorarsanız zor ve bence izleyicinin bir karakteri sevip sevmemesi hem bir yazar olarak benim sorumluluğum, hem onu hayata geçiren kişi olarak aktörün sorumluluğu, kendini içinde bulduğun senaryo ve hikaye… Yani tam olarak izleyiciyi nasıl bağlayabileceğin konusunda kesin bir karar ya da yol yok.
TV şovlarında sık sık oluyor mesela, bir diziye başlıyorsun sonra bakıyorsun 8 bölüm seyretmişsin, 8-9 saat boyunca ve hiç fark etmemişsin bile. Ama prodüksiyonunu yaptırmak zor.
D. S.: Yaptırmak imkansız gibi. Rebel Moon gibi orijinal bir IP’ye fırsat vermek isteyen birini bulmak zor, küçük bağımsız bir film gibi değil. Ve halihazırda bir kitlesi de yok. O nedenle hazırlayıp birilerine tanıtmak zor, yani oynayacak aktörlere tanıtırken bile zor. Star Wars, Lord of the Rings gibi hemen tanınacak bir isim değil, insanlara sıfırdan öğretmek zorundasınız.
Ama öbür yandan heyecan verici de. Çünkü kendi dünyamızı yaratıyoruz. Özellikle 10 yıl boyunca DCU içinde yaşadıktan sonra kimsenin görmediği ve bilmediği bir şey yapıyor olmak heyecan verici.