Yıl 1337. Osmanlı’nın yükselmesi kaçınılmazdı. Yükseldi de zaten. Biraz... değişik oldu ama.
Başımızdaki Orhan Bey zaten gigachad’in önde gideni. Varisler marisler de sapasağlam. Bir de Türklerin Yükselişi diye bir mekanik var oyunun direkt başında açılan, Anadolu topraklarına kafanıza göre casus belli yaratabiliyorsunuz; sağa sola yönetmesi kolay uç beyi vasallar kurabiliyorsunuz. Ahı gitmiş vahı gitmiş Bizans’a “Biraderim sen oradan biraz altın ateşle bize, yoksa gıdını bıngıldatırız!” diye atar gider yapabiliyorsunuz... Henüz 1300’lerin ortasındayken Konstantiniye alınmıştı bile.
Sonra Kara Veba patlak verdi. Fakir ülkeyiz, pek hastane yapamadık ama ülkenin istikrarından feragat ederek hastaları karantinaya aldım, saraylılara da saraydan çıkmak yok dedim. Bir halta yaramadı. Veliaht da öldü veliahtın veliahtı da. Osmanoğlu Şerefullah falan gibi abidik gubidik tipler padişah olmaya başladı. Sonunda da memlekette yaşı gelmiş meşru varis kalmayınca koskoca Osmanlı’nın başına naip diye Karamanoğlu bilmemkim geçti. Meşru varis 6 yaşındaydı, dedim 16’sına gelene kadar 10 yıl idare ederiz, sonra aaa varis ölüvermiş! Sonraki varis 3 yaşındaydı, öf dedim, neyse bekleriz 13 yıl. Aaaaaaa o da ölüvermiş! Bizim tırto naip iyice rakipsiz kalıvermiş. Oyun bana “Bak ne güzel adam, resmî padişah yap” diyor, ben “Çocuk katilini padişah mı yapacam lan, olmaz” diyorum, istikrar düşüyor. Öyle uyuz bir dönem geçirdim hıyar ağası ölene kadar.
Sonra o ölünce... Başa “O” geçti. Varis maris olmadığı için yeni bir naip... Ama bu seferki başkaydı. 16 yaşında bir kızcağız. Ve bana “Ömer, bir ay vaktin var, istediğin kadar düşün ve bulabileceğin en karizma ismi bul!” deseniz, bu kadar karizma bir isim bulmam imkânsız: Exazenos Ayşe! Adeptus Mechanikus lisanında “Siber iskelet kullanan uzaylı”, Tyranid lisanında “Kafkaslarda yetişen bir çiçek” anlamına gelen bir isme sahip bu abla nereden geldi, kadınların yönetime giremediği bir sistemde nasıl naip oldu bilmem ama bunca yıllık oyunculuk hayatımın bana öğrettiği bir şey varsa: Exazenos Ayşe adında birini Osmanlı padişahı yapabiliyorsan yapacaksın!
74 yaşına kadar hüküm sürdü. Muhteşem ıslahatlar yaptı, memleket Macaristan’la komşu oldu, Memlûk’le ittifak yaptı, Anadolu’yu büyük oranda birleştirdi, altyapıyı muasır medeniyetler seviyesine çıkardı, hatta hüsranla bitmiş olsa bile Kastilya’ya cihat düzenledi, üstüne Kayser-i Rum ilan edildi. Memlekete altın çağını yaşattı. Onun izinden giden Türkler Amerika’yı kolonileştirdi, Güney Amerika altınlarına çöktü, Manhattan ve çevresini Türk ve Sünni vasallarla doldurdu. Topkapı Sarayı’na giderseniz en tepede Exazenos Ayşe’nin portresini görebilirsiniz.
Neden var ki bu oyun?
Europa Universalis V inanılmaz bir iş. Bu oyunun varlığını çok garipsemiştim aslında. EU4 aradan geçen yıllara ve bir sürü yeni çıkan oyuna rağmen hâlâ Paradox Interactive’in en popüler ikinci oyunuydu ve DLC’leri kapış kapış gitmeye devam ediyordu. Böyle bir altın madeninden vazgeçip yeni bir sayfa açıyoruz demek delilik aslında. Hakikaten o kadar mı iddialıydılar?
Öylelermiş. Arkadaşlar bu, Paradox’un şimdiye kadarki en büyük çaplı oyunu ve öyle olmasına rağmen de en iyi durumda çıkış yapan oyunu. Tabii Paradox standartlarında konuşuyorum, yoksa oyunun ayı gibi sıkıntıları var. Hatta “oyun bu kadar büyük işler başarıyorken bu sıkıntılar biraz görmezden gelinebilir” seviyesinin üzerinde sıkıntılardan bahsediyorum ama her şeye rağmen hakikaten başından kalkamıyorsunuz, kaç kere mesanem patlayacaktı.
1337’den başlayan 500 yıllık dönemin resmen oynanabilir simülasyonunu yapmışlar. Herkes var mesela. Herkes derken, Leon’daki Gary Oldman’ın bağırışıyla HERKES! Yani mesela Kayseri’nin bir köyünde yaşayan 5 bin kişi var diyelim, bu 5 bin kişinin tamamı oyunda temsil ediliyor. (Bu arada Kayseri kelimesinin Kayser-i’den geldiğini ve direkt Kayser-i Rum’dan gelmediğini öğrendim ve Roma imparatorlarının Kayseri şivesiyle konuşmadığı bilgisi içimi rahatlattı) Bunların kaç tanesi hangi dinden, kaç tanesi hangi kültürden, şuradaki 15 kişilik spesifik topluluğun memnuniyetinin %20 olmasının sebebi ne, bu kesimlerin kaçı işçi, kaçı burjuva, kaçı din görevlisi, iş yeri açtığım zaman burada çalışacak doğru kesimden insan var mı, yoksa mesela o iş yerindeki açık pozisyonların dolması için işçilerin sınıf atlayıp burjuva olma hızı ne...
Tabii bilmeyenler için: Bu büyük oranda sizin direkt bir şeyleri kafanıza göre değiştirebildiğiniz bir oyun değil. Oyun kendi kendine oynar, siz de kararlarınızla oyunu manipüle edersiniz. Yani örneğin “Şehirde işçi sıkıntım var, şuradan bin kişi alıp oraya koyayım” diyemezsiniz, onun yerine şehre göçü teşvik edebilir, o şehirde iyi bir refah, memnuniyet, gelişmişlik vs. seviyesine ulaşarak orayı cazip bir yer hâline getirebilirsiniz. Veya İngiltere’yle bir Fransız toprağı aldıktan sonra “Bundan sonra burada yaşayanları İngiliz ilan ediyorum” diyemezsiniz, onun yerine toplumları yavaş yavaş asimile edersiniz.
Ama yani manipüle edebileceğiniz o kadar çok sayıda ve o kadar detaylı sistemler var ki. Paradox “Ya oyunu biraz yeni başlayanlara uygun yapıp geniş kitlelere mi yaymaya çalışsak?” topuna hiç mi hiç girmemiş.
Kazabildiği kadar derin kazmış
Her şeyi detaylı detaylı anlatamam tabii ama şöyle biraz üzerlerinden geçip genel bir çerçeve çizeyim.
Toplumunuz zümrelerden oluşuyor: Yöneticiler, soylular, din görevlileri, burjuvalar, avam, kabileler gibi. Bunlara çeşitli imtiyazlar verebilir, güçlenmelerini sağlayabilirsiniz ama bir yandan yönetimden, yani sizden daha güçlü olmalarını istemezsiniz genelde. Genelde diyorum çünkü istediğinizi yapabilirsiniz, gidip burjuvaları çok güçlendirip, parlamentoyu falan komple onlara emanet edip bir ticari devlet hâline gelmeniz de mümkün.
Genelde vergilerle dönüyor iş. Zümrelerinizi mutsuz etmemeye çalışmalısınız ki para akışı devam edebilsin ve isyana kalkışmasınlar. Aldığınız vergilerin bağlı olduğu birçok değişken var. Bir zümreden alma hakkınızın olduğu vergi yüzdesi, vergi verimliliği, zümrelerin o anki mutluluğu...
Ve de vergisinin toplanabileceği bir para olması için tabii üretim ve ticaret gerekir. Ölümüne detaylı bir sistem söz konusu. Her yerleşkede bir KTO, yani kaynak toplama operasyonu mevcut. Balıktan keresteye, kilden altına, bir dünya KTO çeşidi var. Bunları toplayacak yapıları ve insanları ayarladıktan sonra bunlar bir pazarda alınıp satılıyor, o sırada da verginizi topluyorsunuz. Bu KTO’ları üretim tesislerinde işleyip kumaş, mücevherat gibi daha değerli mallar hâline getirebiliyorsunuz ama bunun için de kum, tuğla, taş gibi bazı temel üretim malzemeleri işini çözmüş olmanız gerekiyor.
Ama her yerin verimliliği de aynı değil, başkentinizden uzaklaştıkça sahip olduğunuz kontrol düşüyor. Kontrolü yollarla, limanlarla vs. artırabiliyorsunuz ama bir yere kadar. Ve mesela sıfır kontrole sahip bir yer isterse servet kazansın, oradan hiç vergi alamıyorsunuz. Dolayısıyla topraklarınızı genişlettikçe kontrolü makul seviyelerde tutmak için de bir dünya emek vermeniz gerekiyor.
Tabii daha iyi yollar, daha iyi limanlar, daha iyi üretim tesisleri, halkı mutlu edecek daha iyi imkânlar, her şey için yeni teknolojiler gerekiyor ve bunlar için de toplumunuzun okuryazarlığının yüksek olması faydanıza. Okullar, kütüphaneler, üniversiteler hem bunu artırıyor hem de kâğıt ve kitap gibi sektörlerin dönmesini, oralardan da üç beş kuruş vergi toplamanızı sağlıyor.
Teknolojiler çağlara ayrılmış durumda ve yeni geçilen çağın teknolojilerine erişebilmek için rönesans gibi, matbaa gibi, yeni dünya keşfi gibi yenilikleri benimsemiş olmanız gerek. Bunun için de o yeniliklerin toplumunuza yayılmış olması, bunun için de yeniliklerin yayıldığı pazarlarla yoğun ticaret yapmanız gerek.
Her çağdaki yaklaşımınız da değişiyor. Mesela Osmanlı oyunumda ilk çağda yayılmacı oynadım, keşifler çağındaysa Akdeniz’i Türk gölü hâline getirme işini falan boş verip Amerika’ya koloniler kurdum. Keşifler ve koloniler de oyun sırasında giderek önemi artan başka bir sistem ve gerçekten çok masraflılar ve oralardaki ticaretin masrafını karşılayacak kadar büyümesi de bayağı zaman alıyor. Ekonomiyi dengede tutmaya çalışmak her daim farklı farklı şekillerde zorlaşıyor.
Ticaret zaten bambaşka bir manyaklık. Kontrol seviyesi, ticaret menzili, denizlerdeki mevcudiyet, ihtiyaçlar, arz fazlaları, hayati üretim tesislerini sübvanse etmeler, her ürünün farklı farklı üretim yöntemleri derken beyninizin yüzde yüz onunu kullanmanız gerekebiliyor. Veya otomatiğe alıveriyorsunuz. Öyle yaparsanız oyun otomatik olarak en kârlı ticaretleri yapıyor ve bu aslında bazen işinize gelmeyebiliyor ama ilk başlarda fazla boğucu gelecektir ticaret sistemi ve üretim yöntemleri, otomatiğe almanızı tavsiye ederim.
Bir de tabii bu insanları ve kaynakları korumak ve yeri gelince de haritayı biraz boyamak lazım. Kara ve deniz güçleriniz iki tür: Seferberler ve düzenli ordular. Uzunca bir süre seferberler işinizi görüyor ama zamanla daha kalıcı birimlere geçmek faydalı. Tabii genel olarak bahsediyorum ben, yoksa oyunda tamamen profesyonel ordulardan oluşan ve asıl gelirini paralı askerlikten kazanan toplumlar da var. Hatta herhangi bir ülkeyi de isterseniz öyle bir yola sokabilirsiniz.
Savaşlar da elbette Total War gibi direkt yönetilen savaşlar değil ama bayağı bir ıncığı cıncığı var onların da. Moral, disiplin, komutan becerisi, şans faktörü, birimlerin ortada mı kanatlarda mı bulunduğu gibi muharebenin gidişatına etki eden değişkenlerin yanı sıra orduların gıda tüketimi, arazi şekilleri, mevsim gibi stratejik kararlarınıza etki eden değişkenler de bol miktarda var. Dikkat etmezseniz ordunuz kışın 3 ay dağlarda mahsur kalıp zayiat yaşayabilir; üzülürsünüz.
Bilmiyorum bu anlattıklarım karşıdan ne kadar kafa karıştırıcı geldi ama oyuna aşinaysanız aslında ne kadar yüzeysel konuştuğumun farkındasınızdır. Ki daha parlamento sistemidir, kanunlardır, korsanlardır, casusluktur, kültür-sanat faaliyetleridir, bahsetmediğim çok şey var. Büyük arkadaşlar bu oyun. Bayağı büyük.
Büyük oyun büyük sorunluluk demektir!
Dertlerin en büyüğü yapay zekâ. Ülke yönetimi ve diplomasi konusunda fena sayılmaz ama savaş çıkınca akıl almaz derecede kötüleşiyor. “Karşımda 15.000 kişilik ordu var, ah vah ne yapacağım?” diye kara kara düşünürken nedense ordusunu birkaç parçaya bölmeye karar verebiliyor mesela. Ama özellikle de denizleri kullanmayı hiç beceremiyor. Koca ordusunu korumasız balıkçı tekneleriyle taşımaya çalışıp hepsini balıklara yem ettirebiliyor mesela. Düşman yapınca güzel, müttefikiniz yapınca delirtiyor. Exazenos Ayşe’yle Kastilya’ya cihat düzenledim demiştim ya? “Memlük, Fas, Tunus, gelin abi dalıyoruz!” dedim, “Tamam abi” dediler. Vasallarımın da bir dünya ordusu var ayrıca, Kastilya mastilya kalmayacak haritada yani. Gittim ben daldım, arkama bir baktım gelen giden yok! Orduları bastılar, gemilere bindirmiyorlar! Bütün güney Akdeniz kıyıları, Ege Denizi’nin kuzeyi ve batısı yüz binlerce kişilik ordularla doldu ama hepsi sahilde dikilip denizi izliyor! Cebelitarık’ın karşı kıyısından el sallayanlar var! O manzara karşısında nasıl nefret doldum oyuna karşı anlatamam. Dayağımı yiyip geri dönmek zorunda kaldım. Veya İskoçya’yla oynarken müttefikim Fransa’ya güvendim, İngiltere’ye daldım, iki damla suyu geçip bir halt edemediler. Soylu isyanı çıktı sonra, “Nasılsa koskoca Fransa var arkamda, ezerim başlarını” dedim, yine gelen giden yok! Game Over ekranını gördüm sayelerinde! Oyunu deli gibi sevdim falan ama biraz daha pişmeliymiş ve bu derece hayati bir yapay zekâ kazmalığıyla çıkmamalıymış.
Veya oyunun detay seviyesini öve öve bitirememiş olabilirim ama fazla sığ kaldığı bazı noktalar da var ve bunların başında da aile ve vâris yönetimi var. Elbette Crusader Kings III ayarında bir şey beklemiyorum, farklı türde oyunlar ama en başta anlattığım naip meselesini hatırlarsınız. Bir sürü Osmanoğlu varken neden Karamanoğullarının falan eline geçiyor ya bu memleketin ipleri? Veraset kanunlarım falan da yerli yerinde yani. Ayarlanamıyor.
Karakterler demişken, oyunda sistemin oturmuş olduğu ve çok bir şey yapmadan zamanı ilerlettiğiniz dönemler oluyor elbette. Ve özellikle çok soylusu olan büyük bir ülkeyle oynuyorsanız sürekli olarak “Bilmemkim reşit oldu!”, “Bilmemkimin çocuğu nasıl eğitim alsın?” gibi meseleler çıkıyor önünüze. Sürekli ve sürekli ve sürekli... Hayır reşit olanları evlendirmezseniz evlenmiyorlar da, bekâr ölüyorlar! Koca krala mı kaldı arkadaş milletin gireceği dünya evinin derdi?! Oyunda her şeyin otomasyonu varken bu en angarya iş için olmaması geliştirme aşamasındaki nasıl bir karar alamama mekanizmasının sonucudur hiç bilmiyorum. Bir yerden sonra süper yetenekli değillerse “Soyunuz kurusun!” deyip direkt çıkan ekranları kapatmaya başladım zaten.
Bir de çok sinir bozucu bir ölçeklendirme ayarsızlığı var. 1700’lerdeyim mesela, bir yerde deprem oluyor “Yardım edelim halkımıza, yazıktır” deyip para gönderebiliyorsunuz. 21 Düka. O geçiyor gidiyor, sonra atıyorum soylular geliyor karşınıza, “Şu soylu biraz borç yaptı, yardım eder misiniz, yoksa avamlığa düşecek, yazıktır” diyorlar. Ne kadar istiyorlar? 25.000 Düka! LAN! 3 kıtaya yayılmış kolonileriyle dev Osmanlı İmparatorluğu ekonomisinin yıllık geliri onun yarısı bile değil! Nasıl bir soylusun lan sen?!
Tarihi esnetelim tamam da...
Son olarak oyunun tarihsel sistemlerine ne kadar bayıldığımı dile getireyim, sonra da bu sistemleri biraz gömeyim. En başta ülke seçerken bu 500 yıllık dönemde o ülkeyle ilgili ne kadar özel hadise olduğunu görebiliyorsunuz. En fazla hadisesi olanlar İngiltere, Fransa ve Osmanlı mesela ve ne kadar çok hadise varsa oyun o kadar keyifli oluyor. İşte mesela Osmanlı’yla (veya diğer beyliklerle) oynarsanız o bahsettiğim Türklerin Yükselişi hadisesi sayesinde bir sürü özel mekaniğe sahip oluyorsunuz. Veya hazırlıklı değilseniz zamanı geldiğinde düzenlenen Haçlı Seferi nedeniyle başınız ağrıyabiliyor. Mimar Sinan geleyim bir şeyler yapayım deyip kabul ederseniz bütün paranızı hüpletebiliyor. Veya Portekiz’le oynarken kız meselesi yüzünden babasına isyan eden varisten kaynaklı iç savaş çıkması ve sonrasında da zayıflayan ülkemin üzerinden Kastilya’nın geçmesi pek hoştu mesela. Bazıları küçük birer seçimden ibaret olan ama bazıları resmen oynanışınızı adapte etmenizi gerektiren bu tarihi olaylar müthiş renk katıyor oyuna. (Sadece ülkelere özel olanlar değil tabii, Kara Veba’dır, Kolomb Takası’dır, genel etkisi olan mekanikler de ayrı güzel)
Ama birkaç sebepten de bu tarihsellik meselesi potansiyelini tam gerçekleştirememiş. Birincisi bunları nasıl tetikleyeceğinizi belirten bir yapı yok. Yani illa sonunda ödülü olan bir görev dizisi olsun istemiyorum ama örneğin Osmanlı’yla İstanbul’u alınca Dünyanın Arzuladığı Şehir hadisesi oluyor ve mis gibi avantajlar elde ediyorsunuz. Ama benzer bir şey öncesinde Edirne’yi alırsanız da gerçekleşiyormuş. Hani bir kenarda “Osmanlı şu dönemde önce Edirne’yi almıştı” gibi “Bak bunu yaparsan hadise çıkacak” gibi bir ibare olsaymış keşke.
İkinci bir eleştirim de ülkenizin tarihi sürecini takip etmezseniz bu hadiselerin dengesizce azalması. Mesela Osmanlı’yla Viyana’ya falan dayanmaya kassaydım enteresan şeyler olacaktı muhtemelen ama onun yerine ben gidip Amerika’yı kolonileştirdim ve... yüzyıllarca kolonilerimle mutlu mesut yaşadık, pek bir şey olmadı Okyanus’un öte tarafında. Tahminen İngiltere’yle falan oynarken pek o kadar kolay olmuyordur o işler ve biraz daha renkleniyordur.
Son bir eleştirim de yapay zekânın tarihselliği takip ederken bazen garip işler yapabilmesi. Örneğin yapay zekâ elindeki Osmanlı bayağı büyük ihtimalle Ortodoks oluyor. Veya Osmanlı’yla oynarken 1400’lerin başında “Eyvah Timur gelecek!” moduna girmiştim; gelmedi, öldü gitti alakasız bir yerde. Genelde de gelemiyor Anadolu’ya. Yapay zekânın bu konuda da biraz elden geçmesi lazım.
İlk kez EU oynadım…
Ben EU4 oynamadım, onunla kıyaslama yapamam ama oyuncuların nabzını Youtube’da ve Reddit’de yoğun takip ediyorum, eski oyuncuların EU5’ten, oyunun detay seviyesinden acayip memnun olduğunu net söyleyebilirim. EU4’ün miladının dolduğunu gönül rahatlığıyla ilan edebilirim yani. Ha ama EU4 oynamadığım için ben de yeni oyuncular için öğrenmesinin ve alışmasının ne kadar rahat olduğuyla ilgili şöyle bir yorum yapabilirim: Eh işte.
Fena olmayan bir eğitim görevi serisi var. Onun dışında da aradığınız bilgileri genelde bilgi kutucuklarında veya bilgi kutucuklarındaki bilgi kutucuklarında veya bilgi kutucuklarındaki bilgi kutucuklarındaki bilgi kutucuklarında bulabiliyorsunuz. Biraz abartıyor bazen, basit bir bilgiye erişmek için 4-5 kutucuk gitmeniz gerekebiliyor, biraz elden geçmesi lazım ama iyi çalışıyor genel olarak. İyi çalışmayana kadar. Bazen aradığınız o çok önemli bilgiyi resmen hiçbir yerde olmuyor. Dediğim gibi, bu açıdan elden geçmesi gerek kesinlikle.
Ama genel olarak şöyle söyleyeyim, strateji oyunlarına alışık bir insan olarak bu oyuna yeterli düzeyde hâkim olmam yaklaşık 10-15 saat sürmüştür. Tabii o noktada bilmediğim çok şey vardı, hatta yüzlerce saat oynayıp videolar izledikten sonra bile hâkim olmadığım bir dünya şey hâlâ var ama o ilk eşiğin 10-15 saat olması makul diye düşünüyorum. Dolayısıyla yeni oyuncuları hemen açıp langır lungur oynayabilecekleri bir oyun beklemiyor belki ama kafayı yemeyeceğinizi de söyleyebilirim. Zaten bir şey canınızı sıkarsa otomatiğe alabiliyorsunuz, o açıdan kafanız rahat olsun.
Tehlikeyi küçümsemeyin!
Oyun inanılmaz sarıyor arkadaşlar. Anlatamam ama yani, öyle böyle değil. Birkaç saat oynayayım diye giriyorsunuz, şu savaş da bitsin, şu yeniliği de benimseyeyim, şu eyaleti de bütünleştireyim, şu vasalı da ilhak edeyim, şu enflasyonu da sıfırlayayım, şudur budur derken bütün hücreleriniz o sayısız hedefin peşinden koşmanızı ve oyunu kapatmamanızı söylüyor. Ve yani 500 yılın tamamını oynayacaksanız 100 saati aşacağınız garanti. Bir yandan da “Ya şu Japonya’daki derebeylikleri idare etmeye çalışmak da acayip eğlenceli olur”, “Ya şu Altın Orda gibi hayvan gibi büyük ama kontrol etmesi zor bir şey de çok ilginç olur”, “Ya bir Amerika kabilesiyle Avrupalıların gelişine hazırlanmak falan çok enteresan olabilir” diye diye insanın eli her yere kayıyor. Tam hayat öldürücü bir oyun. Çok eğlenceli ve çok güzel bir ölüm ama tabii, o ayrı.
Bu kadar muazzam bir işe, bu kadar büyük bir tutku projesine daha yüksek puan vermemek için kendimi zor tutuyorum. İçimden geçen puan, kenarda gördüğünüz puan değil kesinlikle. Ama aslında birkaç ay daha geliştirme ve test aşamasında kalması gerektiği de o kadar net ki. Sorunları çok bariz ve çok büyük çünkü. Ama şu anki hâli de inanılmaz ve Paradox arada saçmalayan bir firma olsa da oyunlarını genel olarak iyi beslediği ve zamanla uçuşa geçirdiği de malum. Mükemmellik arayışındaysanız şöyle 6 ay veya 1 yıl kadar beklemek isteyebilirsiniz ama beklemeyip dalarsanız da “Öh, iyi ki beklememişim, bu neymiş böyle!” diyeceksiniz. Öncesinde sevdiklerinizle vedalaşmayı unutmayın.
Başlıklar
Ağır, yavaş, kompleks, tüm dikkatinizi isteyen ve oynamadığınız zamanlarda tüm düşüncelerinizi meşgul etmeye devam eden, büyük, gerçekten büyük bir strateji oyunu. Evet sorunları da büyük ama çok geçmeden mükemmelleşeceğine eminim.
- Gördüğüm en detaylı ve en derin strateji oyunu
- Ve buna rağmen boğucu olmaktan ziyade müthiş eğlenceli
- Dünya nüfusunun tamamı simüle edilmiş
- İşsizlik, memnuniyet, okuryazarlık, kültür, din, vesaire, bin bir türlü toplumsal değişkeni yönetebiliyorsunuz
- Üretim ve ticaret muazzam detaylı ve oturaklı
- Islahatlarla ve ayrıcalıklarla zümreleri hoşnut tutmaya çalışmak oyuna renk katıyor
- Savaşlar böyle bir oyundan beklenmeyecek derecede nüanslı ve keyifli
- Tarihsel olayların oyuna yediriliş şekli çok başarılı
- Farklı ülkelerle oynamak hakikaten farklı bir tecrübe yaşatıyor
- Özellikle askerî açıdan, özellikle de donanma açısından yapay zekâda sorunlar var
- Karakter eğitimi ve evliliği o kadar büyük angarya ki
- İlerleyen yüzyıllardaki parasal ölçeklendirme o kadar dengesiz ki oyunun nasıl böyle çıktığına inanamıyorsunuz
- Tarihte yaşanan gelişmelerin peşinden gidebilmek için biraz yönlendirme çok iyi olurdu






























